Çocukluk dönemini Halep’te geçiren, daha sonraları Antakya’da yaşayan Gerez Kebudi o yılları aktardı
İsmim Ester-Matuk kızı Gerez Kebudi. 1928 yılında Antakya’da doğdum. İki yaşımdayken babamın işi nedeniyle ailemiz Suriye’ye, Halep şehrine taşıdı. 12 yaşına kadar, Halep’teki Alliance Okulu’nda okudum. Derslerimiz Fransızca, Arapça ve İbranice olmak üzere üç ayrı dildeydi. Babam kardeşleriyle birlikte kumaş ticareti yapardı. Halep’ten mal alırlar ve bunları satmak üzere katır üzerinde dağlardan geçerek Antakya’ya götürürlerdi. Hatay, o zamanlar Fransızların elinde olduğu için, gümrük yoktu. Ancak, Hatay Türk topraklarına katıldıktan sonra, iki ülke arasına sınır kondu. Türkler ile Fransızlar arasında savaş korkusu olduğundan, Yahudiler Halep’i terk ettiler. Babamın asıl niyeti İsrail’e göç etmekti. Ancak, mallarımıza el konacağından, Antakya’ya dönmek zorunda kaldık. Varlıklı olan ve Fransızca konuşabilen Yahudiler, Fransa’ya, bir kısmı da Arap lisanının ve kültürünün hâkim olduğu ülkelere, Filistin’e (bugünkü İsrail), Beyrut’a, Şam’a, Kahire’ye ve İskenderiye’ye göç ettiler.
Halep’teki yaşam
Halep’te Babülfaraç semtinde otuyorduk. Yahudilerin bir kısmı Tedeş ve Kamışlı köylerinde yaşar, çiftçilikle uğraşırlardı. Alliance Okulu Cemaliye semtindeydi. O dönemde Halep’te çok Yahudi yaşardı. Sadece bizim oturduğumuz semtte üç sinagog vardı. Bu sinagoglar cumartesi günleri dolup taşardı. Sinagoglardan biri semt halkına, ikincisi ihtiyaçlılara, üçüncüsü de diğer köylerden gelen konuklara ayrılmıştı. Hava çok sıcak olunca, beton damların üstünde yatardık. Tedeş köyünde Hazreti İbrahim’in mezarı vardı. Zaman zaman babam bizi oraya götürür, orada dua eder, mum yakardık. Mezardan ayrılırken de, sırtımızı mezara vermeden, geri geri uzaklaşırdık.
Halep Yahudilerinin meslekleri
Yahudiler özellikle kumaş ve ayakkabı ticareti yaparlardı. Esnaf Yahudiler ise, terzi, kasap, fırın, berber gibi günlük ihtiyaçlarımızı giderecek mesleklerle uğraşırlardı. Bunun nedeni ise, günlük ihtiyaçlarımız için dahi olsa, Araplara gereksinim duymamamızı sağlamaktı. Çocukları Araplarla temas etmemeleri için sık sık ikaz edilirdi. Yani kendi aramızda, kapalı bir çevrede yaşardık.
Yahudi Cemaati’nin yaşantısı
Antakya’da aileler iç içe yaşardık. Zaten evliliklerin çoğu akraba evliliği idi.
O zamanlar Duek, Şirem, Kebudi, Cenudi, Cemal, Evleviler, Harari, Arap kökenli Mizrahi ve ismini hatırlayamadığım birkaç daha aile yaşardı. İsimlerimizin bir kısmı Tora’dan alınıp değiştirilmiş (Rana=Rahel gibi), bir kısmı da Arapça kökenli idi. Örneğin adım Arapçada kiraz anlamına gelir. Halep’ten geldiğimiz için evlerde Arapça konuşulurdu. Ayrıca, çevredekilerin anlamamaları için, aramızda, İbranice kelimeler kattığımız Arapça İbranice karışımı bir lisan konuşurduk.
Geniş aileler halinde, yaşlılar, kardeşler, eşler, çocuklar hep bir evde yaşardık. Tabii ki çok çatışma ve tartışma da olurdu ama yemek saati hepimiz bir sofra etrafında toplanırdık. Tüm kutlamaları ve eğlenceleri de hep birlikte yapardık. Cumartesi günleri, sinagog çıkışı, erkekler eve gelir, hanımlarının cumadan pişirdikleri yemekleri yer, içer, eğlenirdik. Öğleden sonra ise, hep birlikte Yeşiltepe Çay Bahçesi’ne giderdik. Çocuklarımız büyüdüğünde ise, yirmi yıl süreyle Antakya’da yaşayan Nejat Uygur’un tiyatrosuna giderdik.
Erkek çocukları Kittep dediğimiz kuruluşta, hahamlardan İbranice ve din dersleri alırlardı. Benim çocuklarımın gençlik çağlarında bile, Antakya’da gençlerin tanışabilecekleri ortamlar yoktu. Evlilikleri çöpçatan kadınlar ayarlarlardı, karşılığında da onlara hediyeler verilirdi.
Antakya’da cemaat üyelerimiz varlıklıydı. İhtiyaçlılara da, ezilmemeleri için, gizlice yardım edilir, kışlık erzak verilirdi. Zaten hepimiz, kışın başında erzak hazırlığımızı yapar, pirinç, baklagil, yağ, her türlü ürünümüzü kış başında alır, bütün mevsim onunla idare ederdik.
Toplumun azalması
1948’de İsrail kurulduktan sonra, imkânları az olan Yahudiler göç ettiler. O zamanlar İsrail, gelen göçmenlere birçok imkânlar sunuyordu. Peyderpey cemaatin yüzde otuzu, kırkı Aliya yaptı. İstanbul’da 5-6 Eylül Olayları sırasında, Antakya’da da antisemit hareketlere maruz kaldık. O dönem bir göç dalgası daha oldu. Ancak en büyük göç dalgası, 1977-1978 yıllarında Gaziantep’te başlayan sağ-sol çatışmaları döneminde oldu. Antakya’da da aşırı ırkçı hareketler başladı. Yahudiler tehdit mektupları aldı. Mülklerine şerh konuldu. O dönemde, İsrail’e ve İstanbul’a büyük bir göç oldu. Daha sonraları, Antakya’da kalan Yahudiler, çocuklarını üniversitelerde okutmak için İstanbul’da yaşamayı tercih ettiler. Biz buna Aydınlanma Çağı diyoruz. Günümüzde Antakya’da sadece 35 Yahudi yaşıyor.
Kayınpederim Efraim Kebudi
1938 yılında, Hatay Türkiye’ye iltihak etmeden önce, Şükrü Kanatlı nezdinde bir-iki yıl süren bir Hatay Cumhuriyeti kuruldu. Kurulan mecliste, dedem Efraim Kebudi, bir nevi Yahudilerin temsilcisi olarak yer aldı. O zamanlar, Hahambaşılığımız İstanbul’a bağlı değildi. Kayınpederim Efraim Kebudi, aynı zamanda Antakya Hahambaşısıydı.
Bu değerli bilgileri ilk ağızdan almak bizleri çok mutlu etti. Size artık İstanbul’da yaşayan ailenizle birlikte daha nice güzel ve huzurlu yıllar dileriz.
Cemaatin dini yapısı
Dedelerim çok dini bütün kişilerdi. Kadınlar saçlarının görünmemesi için başlarını bağlarlardı. Her kadın temizlendikten sonra, mikveye gitmek zorunda idi. Bayramlara, Şabat’a, Kaşerut kurallarına sıkı sıkıya bağlı bir toplumduk. Düğün hazırlıkları bir hafta, on gün sürerdi. Düğünden sonra da, damat eşine alışmak için on gün evden çıkmazdı. Yahudiler, Müslümanlar, Hıristiyanlar hep uyum içinde yaşadık. Şabat akşamları Müslüman komşularımız gelip ateşimizi yakarlardı. Bar-mitzvalar, pazartesi, perşembe günleri yapılırdı. Cumartesi günü de genç Sefer’e kaldırılırdı. Cumartesi bar-mitzva kutlamaları evde yapılırdı. Cuma gününden tüm kadınlar bir evde toplanır, kekler, börekler pişer, bar mitzva hazırlıkları tamamlanırdı. Cumartesi dua sonrası tüm davetliler eve gelir, yemekler tatlılar yenir, rakı içilir, keman darbuka eşliğinde eğlence yapılırdı. Brit-Milalar sinagogda yapılırdı. 1939’dan önce moeller Halep’ten gelirdi. Sınır konduktan sonra, Adana’dan Haham Gaston Mizrahi hem dua için, hem de brit-mila yapmak için gelmeye başladı. Daha sonraları ise, İstanbul’dan Geron gelmeye başladı. Brit- Mila töreninden sonra eve gelindiğinde, çocuğu olmayan kadınlardan birinin başına bir tepsi konur, herkes o tepsiye para atardı. Bebeğin babası o paraları toplar, ilerde oğluna vermek üzere saklardı. Ayrıca, bebeğin ilk dişi çıktığında, “Hedik” dediğimiz, bugün de devam eden, bir tören yapılırdı. O gün, buğdaydan yapıldığı için aşure ikram edilir, konuklar bebeğe altın getirirdi.