Gazeteci yazar Cüneyt Ülsever, Şalom için kaleme aldığı yazıda Türkiye’nin dış politikasındaki eksen kayması tartışmalarına kendi yorumunu getiriyor.
Belki de en son söylemem gerekeni baştan söyleyeyim.
21. yüzyıl dünyada yeni dengeler kuruyor. Çok değil, 15-20 yıl sonra
Çin+Hindistan+Rusya’nın dünya ekonomik üretimi içindeki payının ABD+AB’nin önüne geçtiğini gördüğümüzde hiç şaşmayalım.
Tabii ki, yeni koşullar altında Türkiye’nin kendisini dünyada nasıl konumlayacağını şimdiden tartışmaya açalım.
Ancak, bugünü de unutmayalım:
i) ABD’nin dünya ekonomisinin sadece kendi ülkesinde %26’sını (dünya üretiminde payı %75-80 civarında) karşıladığını, (Türkiye = % 0,5)
ii) Enerji tüketiminin %28’sine hükmettiğini,
iii) Araştırma ve geliştirme alanında 50 yıllık bir süreç içinde dünyada açık ara önde olduğunu,
iv) Gelişmiş ülkelerin ekonomik üretimin %77’sini sağladığını,
v) Türkiye’nin ihracatının hemen hemen %60’ını AB’ye yaptığını,
vı) Yükselen dev Çin’in takriben 1 trilyon dolarının ABD’de emanette durduğunu aklımızda tutalım. (Cüneyt Ülsever-Hürriyet-24 Haziran 2010)
***
Geleceği tarif edeceği söylenen Çin’in, Hindistan’ın, Rusya’nın, hatta Brezilya’nın yukarıda rakamlarla özetlemeye çalıştığım gerçekleri gördüğü bir dünyada ben klasik dış politikamızı oluşturduğuna inandığım Türkiye-ABD-İsrail ittifakında ısrarlıyım.
***
Bu nedenle Ahmet Davutoğlu’nun senaryo yazıcısı olduğu, Recep Tayyip Erdoğan’ın baş aktörlüğe soyunduğu oyunun dayandığı iki postulat’ın (doğru olduğu varsayılan durum) Türkiye’ye değil fayda, zarar verdiğine inanıyorum. Karşı çıktığım ama AKP Hükümeti tarafından savunulan iki postulat:
1) Batı medeniyet kültürü Türkiye’nin ait olmadığı ama global seviyede üstünlüğünü inkâr edilmeyecek bir merkezdir.?2) İslam medeniyet kültürü ise Türkiye’nin ait olduğu, içinde hayatiyet bulduğu ama global seviyede egemen olmayan bir merkezdir.
Bu iki postulat son dönemde Türkiye-ABD-İsrail ittifakına çok büyük zarar vermiştir.
***
Somut konuşursak Türkiye:
1) ABD ve Avrupa’nın tüm uyarılarına rağmen ‘İran’la takas protokolü’ imzalayarak (diğer imzacı Brezilya sonradan çark etti) ve ardından BM-GK’de ‘ambargo’ya ‘hayır’ oyu vererek Türkiye-ABD-İsrail ittifakının şemsiyesi olan ABD ittifakı ile 1 Mart tezkeresinden sonra ilk kez bu kadar açık ters düşmüştür.
2) Mavi Marmara saldırısı, belki Gazze ambargosunun insani boyutundaki hatalara dikkat çekmiştir ama hemen tüm Batılı ülkelerin haklı olarak terör örgütü kabul ettiği Hamas’la Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin dayanışma içinde olduğunu tüm dünyaya açık etmiştir.
3) Mavi Marmara saldırısı ayrıca Türkiye-İsrail ilişkilerini kolay kolay tamir edilmez seviyede yaralamıştır.
4) İşin ilginç bir yönü de Türkiye-Hamas, Türkiye-İran yakınlaşması Suriye ve İran hariç, tüm Arap ülkelerini de ziyadesi ile rahatsız etmiştir. Türkiye belki Ortadoğu sokaklarında kazanmaktadır ama Sunni Ortadoğu hükümetleri tarafından şaşkınlık, hatta korku ile izlenmektedir. Türkiye’nin ait olduğuna inandığı İslam medeniyet kültürü Türkiye’nin son yıllardaki tutumunu çok yadırgamaktadır.
***
Ancak, inkâr edilemez ki, Türkiye’nin son yıllardaki dış politikası, kendi işine geldiği için, maalesef ABD tarafından teşvik edilmiştir.
ABD’de Türkiye politikalarını yönlendiren aklıevveller Türkiye’nin bu dönemde ABD’nin Ortadoğu’daki hasımları ile arabuluculuk yapabilme kapasitesi nedeni ile bu gelişmeyi bıyık altından onaylar, hatta Türkiye’nin İsrail’le dalaşmasına sessiz izin verirken, Türkiye dış politikasına artık hâkim olan; ister ideolojik deyin, ister hayalperest diye nitelendirin nitelik değişimini görmezden geliyorlardı.?Hâlbuki Türkiye’nin Ortadoğu’nun lideri olacağı hararetle tartışılırken bile ben Türkiye’nin Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri vb. gibi ABD’nin müttefiklerine değil, İran, Suriye, Hamas, Hizbullah gibi ABD’nin hasmı ülkelere/kuruluşlara yanaştığını iddia ediyordum.
***
Bugün Türkiye’nin eksen değiştirdiği tüm dünyada genel kabul görmeye başladı.
Ancak, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile İsrail Ticaret Bakanı Ben-Eliezer arasında geçen hafta, ABD zoruyla olduğu aşikâr, Brüksel’de yapılan gizli görüşme, ifşa olunup açığa çıkınca, aniden ‘Türkiye’nin hem ABD’ye, hem İsrail’e Ortadoğu adına kafa tutan’ tutumu sorgulanmaya başladı. Bu sefer de hem Batı’da, hem Ortadoğu’da: ?“Türkiye gürleyip duruyor ama eninde sonunda ABD’nin sözünden dışarı çıkamıyor, İsrail’in yalnızlaşmasından bahsediyor ama İsrail ile bizzat kendisi görüşüyor!” genel kabulü öne çıktı.
***
Korkarım Türkiye’nin, dış politikasındaki temel üçlü saçayağı ‘Türkiye-ABD-İsrail ittifakı’ çatlarken hedeflediği ‘Ortadoğu liderliği’ hem Ortadoğu’da kabul görmüyor, hem de “gizli görüşmenin” gösterdiği gibi Türkiye’nin bir gözü bir yöne bakarken diğer gözü hala diğer yöne bakıyor.
Sanırım, Türkiye’nin dış politikasında eksen kaymasının olup olmadığını tartışmaktan çok Türkiye’nin dış politikasının olup olmadığı tartışılmadır.