İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük deniz faciası Struma… 12 Aralık 1941 Köstence Limanı’ndan üzerinde Filistin’e gitmek isteyen 769 Yahudi, 15 Aralık günü İstanbul Sarayburnu Limanı’na ulaşır ve siyasi pazarlıklar süresince, yaklaşık 2,5 ay bu limanda bekletilir. İstanbul’da kaldığı süre içinde sadece, bir kaç şanslı yolcu, çeşitli gerekçelerle bu talihsiz gemiden kurtulmayı başarır.
II. Dünya Savaşı’nda altı milyondan fazlası Almanlar tarafından çeşitli şekillerde yok edilen Yahudiler, Ortadoğu’da özellikle de Filistin’de, ülkeler arası çıkar politikasının temelini oluşturuyorlardı.
I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin, Ürdün ve Irak, İngilizlerin kontrolüne bırakılmıştı. İngilizler, Balfur Bildirisi ile I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’ndan alacakları topraklar üzerine bir Yahudi devleti kurma taahhüdünde bulundu. Ancak gelişmeler Yahudiler açısından beklenildiği yönde olmadı. İngilizler, Ortadoğu’daki petrol yataklarını kontrolleri altında tutmak istediklerinden Arapların desteğine ihtiyaçları vardı. Bu bölgede oluşturulacak bir Yahudi devleti ise Arapları kendilerine küstürmek anlamına geliyordu. Yahudiler ise Balfur Bildirisi’ne güvenerek Nazi soykırımından kaçarak Filistin’e göç ediyorlardı. Bu durum karşısında İngilizler, Arapları gücendirmemek için, Yahudi göçünü kota getirerek engellemeye çalıştı. Ancak İngilizlerin bu politikası, Struma olayında olduğu gibi üzücü sonuçlar doğurdu.
Struma Gemisi ve Karadeniz’de hayatını yitiren Yahudi mültecilerin dramıyla ilgili yüzlerce soru işareti yıllardır cevap bekliyor. 12 Aralık 1941 günü öğleden sonra Romanya’nın Köstence Limanı’ndan Filistin’e gitmek isteyen 769 Yahudi mülteciyle birlikte yola çıkan Struma Gemisini Türkiye tarihi açısından önemli kılan ise geminin önce çok kötü şartlarda İstanbul Limanı’na gelmesi, orada on hafta kaldıktan sonra Türk yetkililerin zorlamasıyla tekrar Karadeniz’e açılması ve Türk karasularını geçtikten hemen sonra kuvvetli bir patlamayla batması.
Struma gemisi, Bükreş’te, ‘Compania Mediteranea de Vapores Limitada’ adlı şirkete kayıtlıydı. 1830 yapımı gemi, 46 metre uzunluğundaydı ve içinde sadece bir adet tuvalet ile dört lavabo bulunuyordu. Kurtarma sandalları yoktu. Gemi, portakal sandıklarıyla kaplanmış ve üzerlerine gazete kağıtları yapıştırılmıştı. Bu durumdaki bir geminin denize açılması mümkün değildi. Geminin armatörü olarak görünen Rum asıllı Pandelis aynı zamanda geminin sahibi olarak da görünüyordu.
1941’de, Romanya basınında Struma gemisinin ilanları çıkmaya başladı. Pandelis ilanların dışında bir de tanıtıcı broşür yayımdı. Broşürde, gerçeğinden farklı olarak; dizelle çalışan son model makinelerle donatılmış bir geminin mükemmel salonları ve lüks kamaraların fotoğrafları görünüyordu. Altışar kişilik kamaraların fotoğrafları Queen Mary transatlantiğinden alınmıştı. 769 Yahudi, Filistin’e gidebilmek, daha da önemlisi Nazilerden kaçabilmek için yaklaşık 1000 Dolar ödeyerek bu gemi için bilet aldılar fakat yolculuk günü, broşürdeki fotoğraflardan farklı, kırık dökük bir tekneyle karşılaştılar. Yolcuların ancak üçte biri için yatacak yer vardı. Hayvan nakletmek için olan ahırlar kamaraya dönüştürülmüştü.
Rumen Yahudilerinin Filistin’e giriş vizeleri yoktu. Pandelis yolculara, “Bu sorunu da çözdüm, ben trenle sizden önce İstanbul’da olup vizelerinizi orada dağıtacağım” demişti. Böylece en iyi şartlarda 150-200 kişi kapasitesi olan Struma gemisi, 769 yolcu ile zorlu yolculuğuna başladı. Yolcular arasında otuz hekim, yirmi beş avukat, on beş mühendis ve Bükreş gençliğinin parlak simaları bulunuyordu. Yolcular yüzlerini kovalarla denizden çekilen sular ile güvertede yıkıyorlardı. Çay üç günde bir dağıtılıyordu. Portakal sandıkları parçalanıp yakıt olarak kullanılıyordu. Gıda olarak herkese bir portakal, biraz fıstık ve şeker dağıtıldı. Çocuklara ise yarım bardak süt ve tek bir bisküvi verildi.
Struma yolcuları 13 Aralık’ta motorların stop etmesi ile denizin ortasında, rüzgârın sürüklediği yönde başıboş gitmeye başladı. Rumen kıyıları açıklarında geminin imdat sinyalini alan başka bir Rumen gemisi, yüklü bir miktar para karşılığında motorları tamir edebileceğini söyledi. Bu para yolcuların kendi aralarında topladıkları saat, mücevher ve şahsi eşyaları ile ödenebildi. İstanbul Boğazı’na kadar zorlukla gelebilen Struma’nın 14 Aralık’ta tekrar motorları stop etti. Bunun üzerine bir Türk römorkörü gemiyi Sarayburnu’na kadar çekti.
Struma, İstanbul’a ulaşamadan, Nazi Almanya’sının İstanbul temsilcisi, gemide salgın hastalık olduğunu İstanbul’daki yetkililere bildirerek gemiye sarı karantina bayrağı çektirdi. Böylece hiçbir yolcu karaya çıkamadı, dışarıdan da hiç kimse gemiye yaklaştırılmadı. 1100 Yahudi’yi soykırımdan kurtaran Alman sanayici Oscar Schindler gibi Vehbi Koç da bu Yahudilerden bazılarını kurtarmak için oldukça çaba sarf etti.
Struma yolcuları Türkiye ve İngiltere arasındaki siyasi pazarlıkların sürdüğü yaklaşık 2,5 ay boyunca karantina koşulları altında Sarayburnu Limanı’nda bekletildiler. Geminin İstanbul’da kaldığı süre içinde, bir kaç şanslı yolcu, çeşitli gerekçelerle bu talihsiz gemiden kurtulmayı başardı. Struma’nın yolcuları arasında bulunan Standart Oil Company of New York (Socony- şimdiki adı ile Mobil Oil) petrol şirketinin Romanya Müdürü Martin Segal ve ailesinin Filistin vizesi, geminin Köstence Limanı’ndan hareketinden önce verildi. Bu sayede aile İstanbul’a vardıktan sonra trenle Filistin’e geçebildi.
800’e yakın yolcu ve mürettebatla, siyasi pazarlıkların beklenen sonucu vermemesi nedeni ile 1942 yılının şubat ayında geldiği yere, Karadeniz’e iade edildi; ertesi gün ise İstanbul Boğazı açıklarında infilak ederek battı. İleriki yıllarda yapılan araştırmalar, geminin bir Sovyet denizaltısı tarafından torpillendiği yolundadır.
Struma bu sayıda yolcusuyla hareket edebilecek bir gemi değildi. Nitekim, Yahudileri Filistin’e taşımak amacıyla bu yolculuğu düzenleyenler 1942 yılında ölüme sebebiyet vermekten Romanya’da yargılandılar fakat batma sebebinin bir denizaltı olması nedeniyle beraat ettiler. Gemiden kurtulmayı başaran tek kişi olan Davit Stoilar daha sonra Filistin’e gitmeyi başararak İngiliz ordusuna katıldı.
Yolcu ve mürettebatıyla Karadeniz’in karanlık sularında yitirilen gemi, bir insanlık ayıbı olarak tarihe geçti. Filistin’de protesto gösterilerine ve ayaklanmalara, savaş sonrasında ise araştırmalara konu oldu. Struma yolcularına Filistin’e giriş vizesi vermeyen İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Lord Moyne, Struma faciasındaki sorumluluğu nedeniyle büyük tepki aldı. Nitekim İngiliz Dışişleri arşivlerindeki Türkiye-İngiltere yazışmaları, bu facianın asıl sorumlusu olarak, Ortadoğu çıkarlarını yitirmek istemeyen İngiltere’nin katı tutumunu gösterir.
Struma’nın İstanbul’da geçirdiği on hafta boyunca savaş yüzünden gazetelerde konu ile ilgili fazla bir haber çıkmadı, bu nedenle sahibi Yunan olup, Panama bayrağı taşıyan Struma gemisinde hayatlarını kaybedenlerin son haftalarını nasıl yaşadıklarına dair detaylar bilinmiyor.