Türkiye ve İsrail’in 60 yıllık resimli tarihi

“Amacı Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğine şüphe ile bakanlara geçmişi göstermek…” Türkiye-İsrail İlişkileri 1949-2010 kitabının önsözü işte bu cümle ile başlıyor. Uzun yıllar Türkiye’de görev yapan İsrailli diplomat Alon Liel ve İsrail’i anlamak için öğrenciliğinin üç yılını orada geçiren araştırmacı Can Yirik’in çabalarıyla ortaya çıkan kitap Türkiye – İsrail ilişkilerinin 60. yılına adanmış özel bir hediye…

Virna BANASTEY Söyleşi
22 Aralık 2010 Çarşamba

“İsrail’i anlamak için İsrail’in içinde olmak lazım.” İşte Can Yirik, İsrail serüveninin başlangıcını bu cümle ile anlatıyor. Bu serüveninin sonunda, Türkiye-İsrail ilişkileri üzerinde kaynak kitap olacak bir esere imza atan Yirik ile İsrail’deki öğrencilik günlerini, kitabın hazırlık sürecini ve iki ülke arasında gelinen noktayı konuştuk.

İSRAİL’DE ÖĞRENCİ OLMAK

Sizi tanıyabilir miyiz?

1978 Mersin doğumluyum. İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldum. Üniversitenin ikinci yılından itibaren Ortadoğu konusuna özel ilgi duymaya başladım. 2000’li yıllarla birlikte barış sürecinin dünya kamuoyunda yer alması, intifada gibi olaylarla İsrail-Filistin konusu üzerine okumalar yapmaya başladım. Konu olarak Siyonizm ve sonrasında İsrail’in kuruluşu, çok ilgimi çekti. Okumalarım sırasında bir şeyi net anladım; İsrail’i anlamak için İsrail’in içinde olmak lazım. 2004 yılında, mezuniyet yılımda da İsrail’deki İbrani Üniversitesi’ne başvurdum. Burslu olarak, İslam ve Ortadoğu Araştırmaları master programına kabul edildim. 2004 yılının haziran ayında, mezun olduktan iki gün sonra, Arapça için çağırdılar. Alanım İslam ve Ortadoğu olduğu için önden üç ay boyunca Arapça öğrenmem gerekiyordu.

İsrail’e giderken neyle karşılaşacağınızı düşünüyordunuz? Neyle karşılaştınız?

Giderken neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. Daha önce bazı Avrupa ülkelerine gitmiştim ama İsrail Türk basınında çok farklı şekilde yansıtılan bir yer. Özellikle 2000’li yıllarda sürekli çatışma görüntüleri gösteriliyordu; intihar saldırılarının çok yoğun olduğu bir dönemdi. Bu yüzden çok farklı bir psikoloji ile gittim. Uçaktan inip de Tel Aviv ile Kudüs arasında taşımacılık yapan ‘şerut’a ilk bindiğimde, şoför bana nereden geldiğimi sordu. Ben de “Türkiye” diye cevap verdim. Adam o anda Antalya, Marmaris, Kuşadası, Türkiye’de gittiği yerleri anlatmaya başladı… Çok şaşırmıştım.

O günden, ayrıldığım 2007 Haziran ayına kadar üç yıl boyunca, kime “Türk’üm” desem inanılmaz bir ilgiyle karşılaştım. Bu durum başta beni çok şaşırttı. Türk olduğum için defalarca indirim aldım. Kaç kişi beni durdurup Türkiye’deki spor takımları hakkında sohbet etti. Bir süre sonra esnaf tarafından tanınmaya başladım, “Türk” diye sesleniyorlar; sohbet ediyorlardı.

Bir Türk olarak İsrail’i anlamaya çalışırken, bilmediğimiz, tanımadığımız bir ülke ve toplum hakkında yorum yaptığımızı ve aslında işin öyle olmadığını gördüm. İsrail’i içerden, İsraillilerle anlayabilmek benim için büyük bir şanstı. Büyük bir keyif verdi, avantaj sağladı.

İsrail’de çok güzel bir üç yıl geçirdim. Sonra İstanbul’a geri döndüm. Niyetim bir sene ara verip, doktoraya başlamaktı. Ancak İstanbul Kültür Üniversitesi’nden araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Üniversite bünyesinde Gpot (Küresel Siyasal Bilimler Merkezi) açılınca uzman araştırmacı olarak burada görev almaya başladım. Şu an Gpot’da araştırmacı ve proje danışmanı olarak çalışıyorum; İsrail projelerinden sorumluyum.

İsrail yaşamında sizi en çok etkileyen ne oldu?

Yoğun güvenlik önlemlerini günlük hayatın içinde görmek şaşırtıcıydı… Sokaklarda silahlı askerler geziyor, devamlı olarak insanlar sokakta durdurulup kontrol ediliyor.

60.YILA ÖZEL BİR KİTAP

Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine bir kitap hazırlama fikri kimden, nasıl doğdu?

İsrail’de olduğum üç yıl boyunca Alon Liel’den ders aldım. 2008 yılının sonunda Alon Liel ile 2009’da Türkiye-İsrail ilişkilerinin 60. yılının kutlanacağını, bunlar için neler yapılabileceğini konuşuyorduk.  O sırada Alon, elinde bulunan eski fotoğrafları gösterdi. Fotoğrafların üzerinden geçerken, bir albüm kitap çıkarma fikri ortaya çıktı. 2008 yılının sonundan bugüne kadar bu konuda çalıştık.

Fikre destek bulmak zor oldu mu?

Çok zor oldu. Maliyet açısında Türkiye ve İsrail Dış İşleri Bakanlıkları destek oldular.  Yine de çok sıkıntılı bir süreçti. Yaptığımız sponsorluk görüşmeleri, Türkiye’de iş yapan İsrailli firmalar ya da İsrail’de iş yapan Türk firmalar, ne yazık ki pek bir sonuç vermedi.

Neden albüm kitap?

Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine yazılmış binlerce makale; birçok da kitap var. Ancak görseller kullanarak ikili ilişkilerin anlatıldığı bir kitap yok. Biz aslında burada çok farklı bir şey söylemiyoruz. Fakat fotoğraflar çok şey anlatıyor. İkili ilişkilerin yükseliş ve iniş dönemlerinde, vücut dilleri, kucaklaşmalar, yüz ifadeleri bize çok şey gösteriyor. Yazılı ifade ile görsel ifade arasında çok büyük farklar var. Bu sebeple görsel ifadeyi kullanmayı tercih ettik.

Kitabın hazırlanma süreci nasıl oldu?

Önce bir zaman çizelgesi oluşturduk. Hangi olayların Türkiye-İsrail ilişkilerinde dönüm noktası olduğunu, hangi olayların mutlaka fotoğraflarının bulunması gerektiğini listeledik. Sonra hem Türkiye’de hem İsrail’de arşiv çalışması yaptık. İki ülkede görev yapmış eski diplomatlardan yardım istedik, onların kişisel arşivlerinden yararlandık. Türkiye’de Musevi Cemaati’nden ve 500. Yıl Vakfı’ndan ve Şalom Gazetesi’nden çok yardım gördük, arşivlerini kullandık…

Özellikle 1950’liler, 60’larlar ilgili temiz, basılacak kalitede fotoğraf bulmak çok zor oldu. O dönemde gerçekleşmiş ve mutlaka kitapta yer almasını istediğimiz ziyaret ve seyahatlerin fotoğraflarını bulmak çok zordu.

Hazırlık aşamasında, Türkiye ve İsrail arasında mekik dokudum. Kitabın üç dilde olmasını istedik. Bu yüzden her fotoğrafın Türkçe-İngilizce-İbranice metinlerinin yazılması, hazırlanması, kontrol edilmesi gerekti. İbranice metinler bilgisayarda sorun yarattı…

Kitabı neden üç dilde hazırladınız?

Üç dilde çıkarmak istedik, hem Türk toplumunda hem de İsrail toplumunda bu ilişkilerin daha doğru perspektiften algılanabilmesini, toplumların tarihlerlerini, geçmişlerini daha iyi görmelerini istedik. Bu kitapla pozitif bir mesaj vermek istiyoruz. İki ülkenin insanlarının da bu kitabı ellerine aldıkları zaman geçmişi daha iyi bir şekilde görmelerini, ilişkilerin ne kadar eskiye dayandığını ve ne kadar önemli olduğunu hatırlamalarını istedik. İsrail’in 1999 depremine yaptığı yardımın görsel fotoğrafları bana göre çok önemli çünkü bunlar, iki ülkenin zor günlerde birbirlerinin yanında olduğu gerçeği, maalesef yavaş yavaş unutuluyor.

Sizin için en özel kare veya kareler hangileri?

Benim için en özel kareler, 1954 yılındaki İsrail donanma subaylarının İstanbul’a yaptıkları ziyarete dair olan fotoğraflar. Bu ziyarette Taksim’deki Atatürk Anıtı’na çelenk bırakılmış ve daha sonra İsrail askerleri Taksim’de halkın arasında yürümüş. İkili ilişkilerdeki dönüşümü en net şekilde anlatan fotoğraf bu bence... İsrail askerlerinin Türk halkı ile iç içe, hiçbir sıkıntı yaşamadan bir arada olması. Türkiye’deki İsrail askeri algısındaki dönüşümü çok net anlatan bir fotoğraf. Keza İsrail Konsolosluğu’nun açılış gününün fotoğrafı da çok etkili. İki açıdan; birinci, Yahudi Cemaati’nin bir araya gelmesi ve İsrail’e karşı duyduğu samimi duygularını dile getirebilmesi. İkincisi de konsolosluğun çok aleni bir yerde olup, İsrail bayrağının çok açık bir şekilde dalgalanması. Bugün, İsrail in yaptığı herhangi bir açılışta Yahudi Cemaati’nden bu kadar çok insan toplanır mı bilmiyorum?

1953 yılında Kütahya’da gerçekleşen deprem için, İsrail’in gönderdiği yardım malzemelerinin fotoğrafı da çok önemli. Bu olayda İsrail, Türkiye’ye ilk kez yardım malzemesi gönderiyor. İsrail Başbakanı Ben-Gurion’un doğrudan talimatı ile gönderiliyor bu yardım. Yardım malzemelerini taşıyan uçağın pilotu halen İsrail’de yaşıyor. Ben-Gurion’un doğrudan pilota söylediği bir şey var; “Diğer ülkelerden önce ama en önemlisi Amerikalılardan önce bu yardım malzemesini Türkiye’ye ulaştırmalısın,” demiş. Bu da İsrail’in o dönem için Türkiye’ye ne kadar önem atfettiğini gösteriyor. Başbakan, Türklerin yardımına ilk İsraillilerin geldiklerini göstermek istiyor.

İkili ilişkilerin en zor zamanlarında bile, insani ilişkiler etkilenmedi. Biz ilişkileri dört dönemde inceledik ve ikinci dönemi siyah ile renklendirdik çünkü 1955’den 1989’a kadar olan dönem en kötü dönemdi, her anlamda.  O dönemde dahi Diyarbakır-Lice’deki depreme İsrail yardım malzemesi gönderdi. Keza, kültürel etkinlikler de devam etti. İsrail folklor ekibinin gelip Taksim’de gösteri yapması da benim için çok özel bir kare.

Başka bir olay da, Kıbrıs harekâtı sırasında bir Türk gemisi vuruluyor. Ve içinde altı tane rütbeli, 42 tane de er var. Bu insanlar İsrail’in bir gemisi tarafından kurtarılıyor. Önce İsrail’e getiriliyor, oradan uçağa bindirilip Türkiye’ye gönderiliyor. Ülkeye geri döndükten sonra Kıbrıs harekâtına tekrar katılıyorlar. Bu olay da ikili ilişkilerin en zor olduğu yıllarda bile insani ilişkilerin devam ettiğinin en güzel göstergesi.

1967-73 savaşlarından sonra Türkiye’deki İsrail vatandaşlarına, diplomatlarına ve sinagoglara saldırılar başlıyor. Onlar da o dönemin gerçeklerini yansıtan fotoğraflar. Değişimi gösteriyor; kırılmayı yansıtıyor.

TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ

İsrail’i içerden tanımış biri olarak, son gelinen durumda tarafların hataları nelerdir sizce?

Her iki tarafın devlet adamları söylememeleri gereken sözler sarf ettiler. Türkiye’nin, Filistin’deki sivillere yardım ederken uyguladığı siyasette Türk yetkililerin kullandığı cümlelerin, Hamas yanlısı olarak görülmelerine neden olması… İsrail tarafında da Türkiye’yi eleştirirken eleştirinin dozunu kaçırarak, Büyükelçi’yi Knesset’e çağırarak onu küçük düşürücü davranışları… Davos ile başlayan ve ardı ardına yaşanan olaylarda aslında iki taraf da krizi yönetemedi. İki taraftan da yapılan açıklamalarla, kriz ortamı sürdürüldü.

Bu kriz sırasında diplomasinin bütün kuralları yıkıldı. İki ülkenin devlet adamları da yapmamaları gereken şeyleri yaptılar; söylemeleri gereken şeyleri söylediler. Mesela Davos’daki kavga yanlıştı. Tepki gösterilecekse, mesaj iletilecekse başka şekilde yapılabilirdi. Eğer Başbakan Erdoğan, Şimon Peres’e, “Sayın Peres, siz Nobel Barış Ödülü almış bir insansınız. Nasıl 1500 sivilin öldüğü ve bunların yaklaşık 800 tanesinin kadın ve çocuk olduğu bir savaş ortamını haklı göstermeye çalışırsınız?” deseydi ve sussaydı, çok daha etkili olurdu. Ama “Sen öldürmeyi çok iyi bilirsin” deyip, sonra İsrail komutanının da benzer ifadeler kullanması, sonra da Türkiye’nin çok önemli bir diplomatının aşağılanması, diplomasinin kurallarının yıkıldığını gösteriyor.

Türkiye ile İsrail’in toprak kavgası, sınır çatışması yok. Türkiye’deki Yahudilerden kaynaklanan azınlıklarla ilgili bir sıkıntı da yok. İki ülkede de krizlere neden olabilecek hiçbir çatışma alanı olmamasına rağmen, diplomasinin bütün kurallarının yıkılarak çatışmasını, insanlar özellikle dış dünya anlamadı. Ondan sonra Türkiye’de eksen kaymaları, Davutoğlu’nun politikalarının analiz edilmesi falan başladı.

Aslında iki taraf da hatalarının farkındalar. Cenevre’de başlayan temaslar da bunun göstergesi. Günün sonunda İsrail Mavi Marmara’nın çok doğru olmadığını kabul etmiş oluyor.

Yaşanan kriz bizim kitabın yayını da ertelendi. Öyle bir döneme girdik ki krizin ne zaman biteceğini bilmediğimiz için kitabı hangi fotoğrafla bitirmemiz gerektiğini bilemedik. Kitabımızın mesajı pozitif olduğu için pozitif bir fotoğraf ile bitirmek istedik. Ama olmadı. En son Mavi Marmara ile bitirdik, çünkü ikili ilişkiler tarihinin en dibe vurduğu olay. İlk defa İsrail askerileri ile Türk vatandaşları karşı karşıya geldi. Bu olaydan sonra yeni bir dönem açılacağı için biz de kitabı bununla bitirdik.

Medyada, İsrail’e giden Türk vatandaşlarının havaalanında sıkıntı yaşadığına dair haberler yer alıyor? Siz daha önce de İsrail’e gidiyordunuz, şimdi de gidiyorsunuz. Böyle bir de değişimi siz de hissediyor musunuz?

Değişim var, sokak da var. Taksi şoföründen, havaalanındaki güvenliğe kadar Türkiye deyince artık farklı bakıyorlar. Birincisi bir kırgınlık, ikincisi de hayal kırıklığı hissediliyor. İsrail, bir Türk’ün sokaklarında yürürken Türk olmasından gurur duyduğu ender ülkelerden biri; Kore gibi bir yer.  Çünkü Türk milleti ile İsrail milletinin tarihte doğrudan karşı karşıya geldiği, çatıştığı, savaştığı bir olay yok. Bir sempati var. Özellikle 1990’lı yıllarda başlayan aşk hikâyesi ile birlikte bu sempati muazzam arttı. Her yıl 450-500 bin İsrailli Türkiye’ye geliyor, neredeyse altı milyon insanın yaşadığı bir ülke için çok büyük bir rakam. Türkiye’deki sporu, kültürel etkinlikleri de takip ediyorlar. 2008’e kadar her şey gayet iyi giderken, birden Peres ile Erdoğan’ı bütün kameraların önünde birbirlerine bağırırken ve sert eleştiriler yaparken gördüler. Bence ilk önce anlamadılar, anlamaya çalıştılar. Neden böyle oldu, neden birden krize yuvarlandık diye sordular.

Bugün artık İsrail halkında net bir var. Mavi Marmara sonrası Türk Büyükelçiliği’nin önünde yapılan protestolar bunun bir göstergesiydi… İsrail’de büyük bir değişim, dönüşüm var. İsrail, bu coğrafyaya batı ilkelerini, değerlerini, kurumlarını getirmek amacında olan bir ülke. Doğuda bir batı ülkesi. Fakat yıllar içerisinde, bu değerleri savunup yayılmasına hizmet etme niyeti ile bu coğrafyaya girip, bu coğrafyadakilerden bir tanesi olan bir ülke. Bugün İsrail siyasetine baktığınız zaman kullanılan üslup, devlet adamlığı ile bağdaşmayan, diplomasi kurallarına uymayan sözlerin sarf edilmesi… Bunların hepsi batılı toplumlarda göremediğimiz, doğulu toplumlarda karşımıza çıkan şeyler. İsrail, yıllar sonra artık bölgeden birisiymiş gibi hareket etmeye başlıyor.

Ancak İsrail’i analiz ederken unutulmaması gereken başka şeyler de var. İran diye bir ülke var; ‘seni haritadan sileceğim’ diyor. İsrailli yukarıya bakıyor, tepesinde Hizbullah diye bir şey var. On bin tane katyuşa füzesi var. Bunlar Hayfa’daki petrol rafinerisine kadar ulaşabilen füzeler, yıkım gücü çok fazla değil menzili geniş. Aşağıya bakıyor, Hamas diye bir örgüt çıkmış; düzenli olarak oradan roket gönderiyor, terörist saldırılardan bulunuyor, İsrail askerlerini kaçırıyor. Bu örgüt Oslo’da kabul edilmiş, imzalanmış bütün kağıtları yok sayıyor, kuruluş bildirgesinde de İsrail topraklarının Filistin topraklarına katılmasını istiyor…

Türk toplumunda İsrail’i analiz ederken yapılan en büyük hata objektif olamamak. İsrail’i ve İsrail toplumdaki bu dönüşümü anlarken bütün bu gerçekleri düşünmek gerek. İsrail deyince, akla gelen ‘Gazze’ye giriyor; operasyon yapıyor.’ Niye? Onun cevabı yok. İyi de ortada bir denklem var, dinamikler var. Gerçekler, bizim coğrafyayı gördüğümüz fotoğraftan daha karmaşık. Denklem o kadar karmaşık ki anlamak çok zor.

İşte böyle bir fotoğrafta sempati duydukları, tatillerini geçirmeye geldikleri Türkiye’nin, İran ile, Suriye ile yakın ilişkiler kurması -ki İsraillilerin buna hiçbir itirazı yok- İsrail ile ilişkilerin bozulmasına neden olan olayların çıkması, İsrail’in terörist olarak gördüğü bir bölgeye yardım malzemesi gönderilmesi kisvesi altında aslında oradaki ambargoyu kırmak amacında insanların gitmesi, Türkiye’den bunun coşku ile desteklenmesi hayret yaratıyor. Bunu da hayal kırıklığı ve kırgınlık izliyor. Dost olarak gördükleri bir ülkenin kendileri ile ilişkilerini bozarken onları haritadan silmek isteyen başka bir ülke ile ilişkilerini geliştirmesi, hayal kırıklığı yaratıyor. İsrail toplumu bu tepkileri verdi. Havaalanlarında güvenliğin farklı yaklaşması da bundan… Bu bir devlet politikası değil, güvenlikteki adamın şahsi tepkisi.

Ben operasyon sırasında da İsrail’e gittim, alçak koltuk krizinden sonra da gittim. En son 2-3 ay önce gittim, hiçbir sıkıntı yoktu. Eskiden daha az soru soruyordu, şimdi daha fazla soru soruyor. Ama havaalanında hiçbir zaman hakaret, arama, sorgulama yaşamadım.