İsrailli genç sinemacı Lea Klibanoff, Batı Şeria’yı konu alan belgesel ile film festivallerinde adından söz ettirdi
Farklı fikirler bazen hayatın tadı tuzu olabileceği gibi bazen de insanları damgalayan ve gruplara ayıran en belirgin kavramlar olabilir. Lea Klibanoff belki de en hassas fikir ayrılıklarını içeren mevzulardan birisi olan Batı Şeria’daki sorunları konu alan belgesel türü filmi ‘And the Messiah Will Always Come / Mesih Her Zaman Gelecek’ ile önce Tel-Aviv Belgesel Film Festivali’nde sonra da Goettingen, Almanya’da kendine yer buldu. Geçtiğimiz ay İstanbul’da olan Lea Klibanoff, yaptığımız sohbette bakın neler söyledi…
İlk olarak biraz kendinizden ve hayatınızdan bahsedebilir misiniz?
Ben Kudüs’te doğdum ve neredeyse tüm hayatım boyunca orada yaşadım. İlkokul ve liseyi bitirdikten sonra Kudüs Üniversitesi’ne gittim. Üniversitede hukuk ve Yahudi Felsefesi bölümlerinden mezun oldum. İlerleyen zamanlarda Netivot Shalom isimli bir örgütte koordinatör olarak görev yaptım. Hukuk bölümünü tamamlamamın ardından da onlarla beraber Kudüs’te çalışmaya devam ettim. Hayatımı kısaca böyle özetleyebiliriz sanırım.
İstanbul’a ilk kez mi geliyorsunuz?
Evet, hayatımda ilk kez İstanbul’da bulunuyorum.
İstanbul’u beğendiniz mi?
Evet, gördüğüm kadarını oldukça beğendim. Şehri gezecek çok vaktim olmadı, lakin burada kısıtlı bir zaman için bulunuyorum ve oldukça yoğunum. Ayasofya’yı gezme fırsatı buldum ve oldukça hoşlandım. Beğenip beğenmemenin yanı sıra burayı çok modern ve kültürel açıdan çok zengin bulduğumu söyleyebilirim.
Filme gelecek olursak, biraz filmin içeriğinden bahsedebilir misiniz?
Film aslında kendi hayatımdan esinlenerek Hagit Ofran isimli gerçek bir karakterin öyküsünü anlatıyor. 90’lardan beri Hagit’le beraber aktivist gruplarda görev yapıyorduk. Hagit’le arkadaş olmasak da birbirimizi Gazze üzerindeki işgali eleştiren eylemci organizasyonların faaliyetlerinden tanıyorduk. Bu eylem gruplarından az sayıda var. Onunla beraber Şalom Ahşav isimli bir grupta beraber çalıştık. Şalom Ahşav da sol-muhafazakâr eğilimli bu eylem gruplarından bir tanesi.
Sol ve muhafazakâr görüşlerin bir arada olması gerçekten ilginç bir kombinasyon. Bu görüşü biraz açıklayabilir misiniz?
Aslında bu görüşü ortaya koymak beni film yapmaya iten başlıca etkenlerden oldu. Dinine bağlı muhafazakâr kesimin, siyasi olarak da sağ görüşte olması gerektiği herkes tarafından benimsenmiş durumda. Hagit de bu konseptin şekillendirdiği birisi. Kendisi son derce muhafazakâr ve geleneklerine bağlı bir aileden gelmekteydi. Küçüklüğünden beri tüm muhafazakâr kesim gibi Batı Şeria topraklarına çok bağlı bir şekilde yetişti. Bu toprakların İsrail’in çok özel bir bölgesi olduğunu düşünüyordu. Şalom Ahşav’da çalıştığı süreç içinde Hagit çok iddialı bir misyon üstlendi. Kendisinin de bağlı olduğu Batı Şeria topraklarından İsrail’in çekilmesi gerektiğini düşünüyordu. Çünkü buradaki işgalin bitmesi Hagit’e göre İsrail’in hem Yahudi hem de demokratik kalabilmesinin tek yoluydu. Bu işgal ona göre İsrail’e zarar veriyordu. Hagit’in siyasi görüşü içinde çektiği tüm zorluklar onu değişime götürdü. Çocukluğundan beri dinine ve geleneklerine çok bağlı olan Hagit yaşadığı olaylar ve edindiği tecrübeler sonucu dinine ve geleneklerine olan bağılılığını yitirdi. Bence Hagit’in geçirdiği değişimi anlamak ve anlatmak oldukça önemliydi. Birinin niçin hem muhafazakâr hem solcu olamayacağı fikri de bu değişimle anlaşılabiliyor. Sosyal olarak oldukça zor bir ortam oluşuyor ve çok az yerden kabul görülebiliyor; ancak Hagit inandığı fikir uğruna savaşmak zorundaydı, öyle hissediyordu. İçindeki boşluk büyüdükçe de kültürüyle olan bağlantısını eskisi gibi hissedemez hale geldi.
Filmle ilgili Hagit Ofran’ın fikirlerini öğrenebildiniz mi, beğenmiş mi?
Evet, bu konuda başta çok heyecanlıydım; çünkü filmi beğenip beğenmeyeceğinden bir türlü emin olamıyordum. Onun fikrini sorduğum zaman bana filmin çok alışık olduğu ve artık yorulduğu konularla ilgili olduğunu söyledi. Bu kısmı biraz sorun olsa da sonuçta çok beğendiğini söyledi. Ben de oldukça rahatladım.
Bundan sonrası için yeni bir projeniz var mı?
Hayır, henüz yok. Yani ne olacağını tam olarak bilmiyorum. Kafamda henüz konuşamayacağım bazı fikirler var ama tam olarak olgunlaşmış değil.
Yeni proje de politik içerikli mi olacak, yoksa farklı bir şey mi düşünüyorsunuz?
Aslında bu sorunun iki cevabı var. İlk cevabım “hayır”. Bu içerikte bir film çekmek gibi bir hedefim yok; ancak filmi yapan kişi için karşısına çıkan olaylar ve kişiler gerçekten çok önemlidir. Karşıma çıkacak bir şey filmi tamamen değiştirebilir. Mesela bu filmimden önce de kafamda siyasi içerikli bir film çekme düşüncesi yoktu; ama öyle oldu. Tam olarak benim de açıklayamadığım bir şey bu. Sonuç olarak bu tarz içerikli bir film daha çekmeyi düşünmüyorum; ama belki de öyle olur.
Sonuç olarak filminizi henüz görmemiş kişilere bir mesajınız var mı?
Mesaj adı altında bir şey söylemek gerçekten çok zor. Anlattığım gibi ben eylemciydim ve bu felsefede bir sürü eylemde bulundum. Sonra sinema öğrenmeye gittim. Bu pek eylemcilerin yaptığı bir şey değildi. Demek istediğim benim her zaman seçimlerim vardı. Onları seçip seçmemekte özgürdüm. Hagit’in başka seçim şansı yoktu, kafasındaki düşüncelere şartlanmıştı. Verebileceğim mesaj, hayatı olduğu gibi takdir etmek ve bize sundukları için minnettar olmak olabilir.
Nedim AZGARİ