AK Parti'nin İslam konusundaki hassasiyetinin, AK Parti'den bir gayrımüslim milletvekili adayı göstermeye engel teşkil ettiğini zannetmek yanlış olur. AK Parti, Avrupa Birliği konusunda da belirli hassasiyetler taşıyan bir siyasi partidir ve parti, gayrımüslim birkaç milletvekili ile Avrupa kamuoyunda fevkalade olumlu bir imaj edinebilir. Dahası, AK Parti'nin gelenekçi yanıyla, gayrımüslimlerin siyasi temsiline ilişkin Osmanlı pratiğine sahip çıkmış olması da söz konusudur. Hilmi Yavuz
Güncel
TÜRKİYE’DE DE 6-7 EYLÜL'DE, 27 MAYIS'TA, 12 EYLÜL'DE VE DAHA ÖNCESİNDE, MESELA 27 AĞUSTOS 1917 SONRASINDAKİ TAHKİKATLARDA BİR GECEDE DÜŞMAN DURUMUNA DÜŞÜRÜLEN VE ÖMRÜ BOYUNCA BUNUN ACISINI ÇEKMİŞ DÜŞÜNCE İNSANLARI YAŞADI, YAŞIYOR
Tarihte kavramların bugünkünden daha fazla çeşitlendiği bir yüzyıl daha olmamıştı sanırım. Hem politik, kültürel, toplumsal, hem de sanatsal açıdan kavramlar çoğaltılmış ve onlarca altbaşlık açılarak, gerçek anlamından uzaklaşmış durumda. İster ‘inceltilmiş’i olsun, ister en ‘kıvamlısı’ olsun, kavramlara su katılıp seyreltilebilen birer konsantre içecek gözüyle bakanlar olduğu sürece, ne yapılan iyilikler ne de kör cahillikler doğru bir platformda değerlendirilemeyecek. Bir şehrin etrafına elini kolunu sallaya sallaya duvar örenler onu görmemezlikten gelebilecek. Ne Filistin bürosunda Zweig’a Fransa’dan kaçması için yardım eden gişe görevlisinin, ne de onu çılgın bir Alman’ın beyanı doğrultusunda ‘düşman’ ilan eden kör cahil Frau Kahn’ın bir anlamı kalmayacak. Kalmıyor da zaten. İnsanın beş duyusuyla algıladığı bir şeyi yok sayması kolay olmasa gerek, Kahn’ın Zweig’ın öyle olmadığını bile bile düşman olduğunu düşünmesi ya da bugün bir şehrin etrafını boylu boyunca çevreleyen 10 metrelik duvarı reddetmek, altıncı bir duyuyu gerektiriyor sanırım. “Yok sayma” duyusu. Üstelik, bu on yıllar öncesinin hikayesi, bize çok da uzak değil. Türkiye’de de 6-7 Eylül'de, 27 Mayıs'ta, 12 Eylül'de ve daha öncesinde, mesela 27 Ağustos 1917 sonrasındaki tahkikatlarda bir gecede düşman durumuna düşürülen ve ömrü boyunca bunun acısını çekmiş düşünce insanları yaşadı, yaşıyor.
Bedia Ceylan Güzelce
http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/587529-6-yok-sayma-duyusu
OLAYIN BAŞINDAN BERİ HER İKİ TARAFIN HÜKÜMETLERİ İTİDAL İLE OLAYA YAKLAŞABİLSELERDİ BUGÜNKÜ ÇIKMAZIN İÇİNE DÜŞÜLMEZDİ
Mavi Marmara olayının unutulması kolay değil. İnsani yardım gemisine İsrail'in uyguladığı şiddeti, hükümet affetse, vicdanlar affetmeyecek. Aslında ne özür ne de tazminat böyle bir olayı affettirmeye yeter. Ama bugünlere gelmeyebilirdik. Olayın başından beri her iki tarafın hükümetleri itidal ile olaya yaklaşabilselerdi bugünkü çıkmazın içine düşülmezdi.
Ama şu da gerçek. Davos'ta Başbakan Erdoğan'ın duygusal ve tribünlere oynayan çıkışı olmasaydı, Gazze saldırısına karşı tavır, aleyhte bir kampanya yerine, siyasi ve diplomatik kanallarda sonuç almaya yönelik girişimlerle belirlenebilseydi durum çok farklı olurdu.
Evet, taraflar arasında gözlerden uzak kanallarda yakınlaşma arayışları sürüyor. Ama her iki tarafta da siyasiler kamuoylarına yakınlaştırıcı değil, tam tersi halkları birbirlerinden uzaklaştırıcı, soğutucu mesajlar veriyorlar.
Bunun da ne iki ülkeye ne de bölgemize yararı var.
Ferai Tınç
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16703180&yazarid=19&tarih=2011-01-07
MOSHE KATSAV'A EN BÜYÜK MUHALEFETİ GÖSTEREN GAZETELERDEN BİRİNİN MAARİV OLMASI, KATSAV'IN ETNİK KÖKENİNDEN ÖTÜRÜ BİR KUMPASA KURBAN GİTTİĞİ TEZİNİ ZAYIFLATIYOR
İsrail toplumunda yaygın olarak görülen ırkçı ve seçkinci yaklaşımları bilenler için bu iddia gayet açıklayıcı gelebilir. Ancak Moshe Katsav olayında farklı bir şey var: Senelerdir taciz iddialarını sürekli gündemde tutarak Moshe Katsav'ın peşini hiç bırakmayan başlıca basın-yayın kuruluşlarından bazıları Aşkenazi olmayan multi-zengin medya patronlarının elinde. Örneğin Maariv bunlardan biri.
Maariv gazetesini uzun yıllar boyunca Irak kökenli Nimrodi ailesi yönetti. Maariv 1990'li yıllarda o kadar etkili bir gazete haline geldi ki, İsrail'in en çok satan gazetesi Yediot Aharonot ile başa baş bir yarışa bile girdi. İki gazete arasındaki tiraj kavgası, birbirlerinin telefonlarını dinlemeye kadar vardı.
Nimrodi ailesinin Tahran doğumlu veliahdı Ofer Nimrodi, geçtiğimiz yıl gazetenin yarı hissesini satmış bulunsa da, halen basın sektöründeki etkinliğini sürdürüyor.
Moshe Katsav'a en büyük muhalefeti gösteren gazetelerden birinin Maariv olması, Katsav'ın etnik kökeninden ötürü bir kumpasa kurban gittiği tezini zayıflatıyor.
Taha Kılınç
http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2011/01/03/fakir_bir_yahudi_babanin_oglu_olmasaydi
AK PARTİ'NİN İSLAM KONUSUNDAKİ HASSASİYETİNİN, AK PARTİ'DEN BİR GAYRIMÜSLİM MİLLETVEKİLİ ADAYI GÖSTERMEYE ENGEL TEŞKİL ETTİĞİNİ ZANNETMEK YANLIŞ OLUR
AK Parti'nin İslam konusundaki hassasiyetinin, AK Parti'den bir gayrımüslim milletvekili adayı göstermeye engel teşkil ettiğini zannetmek yanlış olur. AK Parti, Avrupa Birliği konusunda da belirli hassasiyetler taşıyan bir siyasi partidir ve parti, gayrımüslim birkaç milletvekili ile Avrupa kamuoyunda fevkalade olumlu bir imaj edinebilir. Dahası, AK Parti'nin gelenekçi yanıyla, gayrımüslimlerin siyasi temsiline ilişkin Osmanlı pratiğine sahip çıkmış olması da söz konusudur.
CHP'ye gelince, bu partinin hangi gerekçelerle gayrımüslim azınlıklardan milletvekili adayı seçmediğini anlamak mümkün değildir. CHP'nin geçmişte, bu konuda hassasiyet gösterdiği biliniyor. Rıfat N.Bali'nin düzenlediği listeye göre, 1946 seçimlerinde Dr. Fakaçelli (Rum) ve Vasil Konos (Rum), CHP milletvekili olarak TBMM'ye girmişlerdir. Fakat asıl hassasiyeti, Demokrat Parti göstermiştir. 1946'dan 1957 seçimlerine kadar DP'den Salamıon Adato (Musevi), Hanri Soryano (Musevi), Yusuf Salman (Musevi), İzak Altabev (Musevi); Ahilya Moshos (Rum), Aleksandros Hacopulos (Rum), Hristaki Yoannidis (Rum); Vahram Bayar (Ermeni), Zakar Tarver (Ermeni), ve Mıgırdıç Şellefyan (Ermeni) milletvekili olmuşlardır. AK Parti, kendisini Demokrat Parti'nin '1946 meselesinde de, bir kez daha bu 'Ruh'a sahip çıkmalıdır.
Kısaca AK Parti'nin gerek Avrupa Birliği, gerek Osmanlı siyasi pratiği ve gerekse Demokrat Parti'nin '1946 Ruhu'nun gereğini yerine getirmesi ve2011 genel seçimlerinde bunu hayata geçirmesi beklenir.
AK Parti, kendi içindeki dar ve sınırlı bir kesimin taassubuna asla taviz vermemelidir.
Hilmi Yavuz
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1076232&title=azinliklarin-temsili-meselesi
"MOSSAD KÖPEKBALIĞI" VE "MOSSAD AKBABASI" GİBİ "GÜLÜMSETEN" HABERLER
Çık hızlı, biraz kafaları karıştıracak bir seyahate var mısınız? Etrafımızda olup biten ama sonuçlarını daha sonra göreceğimiz bazı gelişmelerin izini gelin birlikte sürelim. Önce "gülümseten" notlar aktaralım...
Şarm El Şeyh tatil bölgesinin de bağlı olduğu Güney Sina Valisi Abid El-Fedic, Kızıldeniz'de görülen köpek balıklarının İsrail istihbaratının işi olduğunu belirterek; "Mossad, Mısır turizmini baltalamak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Köpekbalıkları da bu planı hayata geçirebilmenin yollarından biri" dedi. Suudi Arabistan'da ayağında verici ve "Tel Aviv Üniversitesi" yazılı bant bulunan akbaba, "Mossad casusu" olabileceği şüphesiyle alıkonuldu.
"Mossad köpekbalığı" ve "Mossad akbabası" gibi "gülümseten" haberler şüphesiz, bölgede güvensizliğin hangi boyutlarda olduğuna, ülkelerin birbirine karşı nasıl tetikte beklediğine ilişkin ilginç örnekler oluşturuyor.
İbrahim Karagül
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25601&y=IbrahimKaragul
YUNAN SEDDİNE REST ÇEKENLER, İSRAİL'E DEMEDİĞİNİ BIRAKMAYANLAR, DİLEYELİM VAN’A DA – EN AZINDAN – BİR BAŞSAĞLIĞI ZİYARETİNE GİDEBİLSİNLER…
Belki durum o kadar kötü olmasa bile, Ankara’nın, İsrail ve İran askerlerinin öldürdüğü Türk vatandaşlarına gösterdiği yaklaşım farkı, ortada ciddi bir sıkıntının olduğunu gösteriyor. AKP iktidarının, İran’la ilişkilerde statükoyu devam ettirebilmek için sınır bölgesinde yaşayan insanların can güvenliğinden taviz vermeyi göze aldığı gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Şen’in dediği gibi Yunanistan ve İran sınırına duyulan hassasiyetlerde ki uçurum, çifte standardın tescili gibi parlıyor. Ve Şen, Kürt meselesi denilen açmazın özünde – bölge insanlarının – gözden çıkarıldıkları ve memleketin diğer kesimi ile eşit vatandaşlık haklarına sahip olmadıkları hissinde düğümlendiğini aktarıyor.
Yunan seddine rest çekenler, İsrail'e demediğini bırakmayanlar, dileyelim Van’a da – en azından – bir başsağlığı ziyaretine gidebilsinler…
Tülin Daloğlu
http://www.hasturktv.com/arsiv/1484.htm
FİSHER, YAKIN DÖNEMDE BİR SAVAŞ OLASILIĞINI DİKKATE ALARAK DÖVİZ REZERVLERİNİ HIZLA YÜKSELTTİĞİNİ KABUL EDİYOR
Dan Ephron, Başkan Fisher'e "İsrail Merkez Bankası'nın döviz rezervlerini önemli miktarda artırması bazı yorumcularca İsrail'in İran'la savaşa hazırlığı olarak değerlendiriliyor, ne diyorsunuz?" sorusunu soruyor. Fisher'in cevabı şöyle: "Hayır bu değil ama bazı gerçekler var.
Bir ülkenin ne kadar döviz rezervine ihtiyacı olduğunun standart ölçüleri var. Biz global krizde ne kadar ihtiyacımız olduğunu belirleyerek ek rezerv oluşturduk. İkinci olarak İsrail'in özel bir jeopolitiği var. 60 yıldır İsrail pek çok ülkeyle savaşa girdi, eğer yeniden aynı koşullar olursa, döviz ihtiyacımızın ne olacağını da dikkate aldık" diyor.
Fisher, cevabının ikinci kısmında, yakın dönemde bir savaş olasılığını dikkate alarak döviz rezervlerini hızla yükselttiğini kabul ediyor.
Süleyman Yaşar
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/yasar/2011/01/06/israil_doviz_rezervlerini_niye_hizla_artirdi
ABD VE İSRAİL İLE YAŞADIĞIMIZ SORUNLAR NEDENİYLE İŞ YAPMA, ÇÖZÜM ÜRETME, AKTİF OLMA, SÖZ DİNLETME GÜCÜMÜZ DAHA AZALMIŞ DURUMDA
Sonuç olarak 2008'e oranla Ortadoğu'da prestijimiz daha yüksek. Ama ABD ve İsrail ile yaşadığımız sorunlar nedeniyle iş yapma, çözüm üretme, aktif olma, söz dinletme gücümüz daha azalmış durumda. Peki, bütün bunlara rağmen gene de yapılacak bir şey var mı? Kanımca var. Her kriz bir fırsat yaratır. İsrail'le yaşadığımız krizden çıkmak için önümüzde bir fırsat olabilir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton önümüzdeki ay Türkiye'ye geliyor. Gerek Clinton, gerek Obama, Ortadoğu'da bütün sorunların birbirine bağlı olduğunun farkındalar. İran'ın nükleer programı, Suriye, Lübnan, Hizbullah, Hamas ve İsrail-Filistin meselesi birbirinden bağlantısız sorunlar değil. Bu nedenle Suriye ve İran'ın içinde olmadığı bir Ortadoğu barış süreci olamaz. Bölgedeki dinamikler gittikçe daha geniş katılımlı bir uluslararası konferansı gerektiriyor. Ankara ve Washington her şeyden önce bu analiz üzerine anlaşmalı.
Birinci Körfez savaşından sonra, 1991'de Madrid'de yapılan Ortadoğu Konferansı'na benzer bir platformda bütün meselelerin masaya yatırıldığı ve bütün aktörlerin temsil edildiği bir konferansa ihtiyaç var. Şurası kesin: böylesine geniş katılımlı bir uluslararası konferans ancak ve ancak Obama liderliğinde toplanabilir. Clinton ile bu analiz üzerine anlaştıktan sonra, Davutoğlu kendisine basit bir soru sormalı: "Nasıl yardımcı olabiliriz?" Böyle bir konferans İstanbul'da düzenlendiği takdirde Türkiye ve İsrail arasında barışma için daha sağlam bir zemin yaratılmış olur. İş yapmak ve çözüm üretmek, en azından özür diletmek kadar önemli değil mi? Krizden fırsat çıkarmak gerekiyor. Türkiye'nin önünde Davutoğlu'nun söz ettiği vizyoner diplomasiyi gerçekleştirmek için önemli bir fırsat var.
Ömer Taşpınar
http://sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2011/01/10/2011_ve_ortadoguda_savas_riski_2
ABD, İSRAİL'İN HATA YAPTIĞINI VE BU HATALARIN KENDİ ULUSAL ÇIKARLARINA DA ZARAR VERDİĞİNİ GÖRE GÖRE İSRAİL'İN YANINDA DURUYOR
İkinci olarak ABD’nin bölgedeki en büyük çıkmazı olan İsrail sorunu her geçen gün büyüyor. ABD de dâhil herkes biliyor ki El Kaide gibi örgütleri İslam dünyasında yaşanan kötü örnekler halkın gözünde meşrulaştırıyor. Bu kötü örneklerin başında da Filistin geliyor. İsrail, ABD’nin desteğiyle Arapları ve genel olarak Müslümanları öylesine ağır bir şekilde aşağılıyor ki Filistin meselesi hallolmadan şiddet yanlısı radikalizmi bölgede kurutabilmek pek mümkün görünmüyor.
Obama işbaşına geldiği ilk günden beri bu durumun farkında ve radikal adımlar atacağının işaretlerini de verdi. Ancak diğer alanlarda olduğu gibi Obama her sorunda devrimci gibi konuşuyor, bürokrat gibi davranıyor. Önce beklentileri yükseltiyor, ardından hem çok geç kalıyor, hem de beklenenin çok altında siyaset üretebiliyor (Buna İngilizce’de ‘too little too late’ denir, yani ‘çok az ve çok geç’). Obama İsrail'i hatalarından döndürebilmek için iyi başladı. Ancak İsrail Amerikan siyasetinin iç dengelerini bozmaya başlayınca hemen geri adım attı. Başka bir deyişle ABD, İsrail'in hata yaptığını ve bu hataların kendi ulusal çıkarlarına da zarar verdiğini göre göre İsrail'in yanında duruyor.
Sedat Laçiner
Netten okuyun
"Bir daha asla" – DENİZ TANSİ
http://www.hasturktv.com/homepage_articles/73.htm
İsrail neden özür dileyemez - ARDAN ZENTÜRK
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ardan-zenturk/israil-neden-ozur-dileyemez-321487.htm
"Kanlı Mavi Marmara"yı yazdı – ŞEFİK DİNÇ Röportajı
Gemiye binen ilk 3 İsrail askerini dövüp yaralamasaydılar, sence operasyon bu boyuta gelir miydi? O askerleri döven ve gemiden atmak isteyenler kimlerdi? Aktivistler mi, yoksa bu konuda özel eğitim almış kişiler miydi?
Askerlere bu şekilde bir davranış olmasaydı sanırım ölüm olayı yaşanmayacaktı. Askerleri birileri atmak istedi ancak birileri de engel oldu. Yani aktivistlerin hepsi bir değildi. Kimisi askerleri dövüyordu, kimisi de bunlara engel oluyordu. Özel eğitim alıp almadıklarını bilmiyorum fakat gemide birkaç kez tatbikat yapıldı.
http://www.acikgazete.com/soylesi/2011/01/07/kanli-mavi-marmara-yi-yazdi.htm?aid=39284
Ortadoğu mültecileri - ALEGRESSE DELAİL
http://www.hasturktv.com/sikca_sorulan_sorular/1476.htm
http://www.hasturktv.com/sikca_sorulan_sorular/1482.htm
http://www.hasturktv.com/sikca_sorulan_sorular/1493.htm
Mossad’ın Yaptığı İddia Edilen Tuhaf Operasyonlar
http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=43248&p=1&rid=4369
Arşivlerden
Karaborsacı Nesim – İLYAS HALİL
http://www.sansursuz.com/node/7601
http://www.hasturktv.com/arsiv/1480.htm
28 Aralık 1933: Irkçı Nihal Atsız, Trakya Olayları'nın zeminini hazırlıyor
İğneli Fıçı Hikâyesinin Sırrı – MURAT BELGE