‘Hobim mesleğim’

Uzun yıllar hobi olarak sürdürdüğü müzisyenliği mesleği olarak seçen Jerfi Aji, hobisiz kalmaktan şikayetçi!

Rina ALTARAS
12 Ocak 2011 Çarşamba

Piyanist Jerfi Aji hiç kuşkusuz cemaatimizin sıra dışı kariyer sahibi insanları arasında yer alıyor. Kendisiyle 10 Ocak Pazartesi akşamı kemancı Aida Pulake ile verdiği konser öncesi, bu sıra dışı kariyer süreci ve gelecek planları ile ilgili olarak söyleştik.

Müziğe nasıl başladınız, nasıl bir yol izlediniz?

Müziğe beş yaşında, 1981 yılında Zeynep Aksoy Eğilmez ile başladım. 1998 yılında İTÜ Makina Fakültesi Tekstil Mühendisliği bölümüne girdim. Tüm bu zaman boyunca, okul hayatımın en sıkışık zamanlarında, dershane yıllarında dahi, özel derslerime ara vermedim. Çünkü o zamanlar piyano benim için deşarj olduğum, rahatladığım, kaçış aracım, hobimdi.

İTÜ’yü birincilikle bitirdim. Sonra da mühendislik bakış açımı genişletmek üzere Boğaziçi Üniversitesi’nde endüstri mühendisliğinde yüksek lisansımı tamamladım. Boğaziçi’nde ikinci sınıftayken İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi ’nin (MİAM) açılacağını duydum. Acaba beni alırlar mı, almazlar mı, yeterince iyi miyim derken üst lisansa başvurdum ve Ayşegül Sarıca’nın sınıfına kabul edildim. Bu üst lisans eğitimimi de Boğaziçi Üniversitesi’ndeki üst lisans eğitimime paralel olarak sürdürdüm.

Zaman içerisinde “ben bu müzik işini yapabiliyorum” ardından da “ben müziği mesleğim haline getirebilirim” düşünce ve duygusu oluştu. Müziğe yoğunlaşmaya karar verdim ve fakat hobisiz kaldım! İTÜ MİAM’da uzman olarak çalışmaya başladım ve daha fazla geç kalmadan yurtdışında bir doktora programı için araştırmalara başladım. 2006 yılında oldukça ciddi bir imtihan sürecinden sonra, başında  piyano dünyasının halen yaşayan en önemli pedagog ve piyanistlerinden Leon Fleisher’in  yer aldığı Johns Hopkins Üniversitesi Peabody Konservatuarı doktora programına Marian Hahn’ın öğrencisi olarak kabul edildim. Halen burada son sınıf öğrencisiyim.

Eğitimimin ilk iki yılında solo piyanonun yanı sıra burs karşılığı opera korepetitörlüğü yaptım. Üçüncü yılımda ise kendi seçtiğim şancılarla birlikte çalışma fırsatım oldu. Halen Adnan Saygun ve Bartok’un solo piyano eserlerindeki halk müziği etkilerini karşılaştırmalı olarak incelediğim doktora tezimi hazırlıyorum. Doktora kapsamında altı resital verdim. Resitallerimde, özellikle yurtdışında Türk bestecilerin eserlerini de seslendirmeye özen gösteriyorum. Bu bağlamda üç resitalimde Kâmran İnce, Fazıl Say ve Adnan Saygun’un eserlerine yer verdim.

Resital programlarını nasıl oluşturuyorsunuz?

Esas olarak bir konsept çerçevesi oluşturmaya çalışıyorum ve resitalin/konserin başında bu konsept ve eserler hakkında ufak anekdotlarla süslediğim kısa bir konuşma yapıyorum. Bunu gerek dinleyiciyi bilgilendirme, gerekse onlarla daha sıcak bir ilişki kurmak açısından önemsiyorum.

Geleceğe dair ne planlarınız var?

Doktoramın son yılında olduğum için sürekli Peabody Konservatuarı’nda olmam gerekmiyor. İstanbul’da da bir işe yarayayım diye dönemsel olarak Amerika’da kalıp, MİAM’da ders veriyorum Bu dönem izinli olan bir hocamızın yerine armoni ve müzik teorisine giriş dersleri verdim. Benim için çok ciddi bir eğitmenlik deneyimi oldu ve çok keyif aldım. Zaten doktora yapmamın en önemli diğer sebebi de bu: sadece performans sanatçısı olarak değil, eğitmen olarak da var olabilmek. 10 Ocak’ta Aida Pulake ile ‘Saraydan Çadıra’ temasıyla bir resitalimiz var İTÜ Mustafa Kemal Amfisi’nde.

Genç müzisyen dostlarımıza tavsiyeleriniz…

Ben kendimi o kadar deneyimli, yaşını başını almış bir piyanist olarak görmüyorum. Dolayısıyla tavsiyede bulunabilir miyim bilmem, ama naçizane görüşlerimi iletebilirim. Kendi müzikal formasyonuma baktığımda geldiğim nokta sadece özel derslerle olmadı. Ciddi skolâstik bir eğitimin katkısı yadsınamaz. Eğer sadece müziğe yoğunlaşılacaksa da sadece bu sanat dalına dair teknik bilgiyle donanmakla yetinilmemeli. İnsan kendisini önce komple bir müzisyen sonra da komple bir sanatçı olarak yetiştirmeli. Edebiyat, görsel sanatlar, sosyolojik olaylar bunların hepsi bir bütünün parçası. Debussy çalarken Monet’den habersiz olamazsınız.

Örneğin Schumann müzik ve edebiyatı aynı kefeye koymuştur. Dolayısıyla müzisyenin kendisini her yönden geliştirmeye çalışması gerektiğini düşünüyorum.

Hobim mesleğim olmadan önce bana en çok katkı sağlayan yapı taşlarından biri hiç kuşkusuz, önceleri annem babamla Cumartesi sabahları, daha sonraları Cuma akşamları düzenli olarak gittiğim İDSO konserleriydi. Çok küçük yaşlarda özel izinle gittiğim, perküsyondan özellikle semballerden çok korktuğum bu konserler bana standart bir repertuar öğretmenin yanı sıra hiç tanımadığım bestecileri keşfetmemi sağladı.