Bu hafta ağımıza takılanlar...

Şu sahneye bakın: İsrailli “kötü adam”lardan biri, “Arap nüfusu bizi geçiyor, Yahudilerin sayısı azalıyor” diye yakınıyor. Sonra da çözümü açıklıyor: “Büyük İsrail’i kurmak!” Oysa akıl var izan var, Yahudi nüfusu mevcut İsrail için bile eksik kalırken “büyüğü”ne nasıl yetecek? Mekan tasvirlerinden insan diyaloglarına kadar filmin daha pek çok detayı yapay ve “gerçeklik dışı” duruyor. Karşımıza “Filistin realitesi” değil, ona ancak teğet geçen bir “Filistin tasavvuru” çıkıyor Mustafa Akyol

İzak BARON Diğer
9 Şubat 2011 Çarşamba

 

Güncel

ŞİMDİ DE, BİRÇOK DURUMDA, ANTİSEMİTİZM, ‘İSRAİL ELEŞTİRİSİ’ BAHANESİYLE RAHATÇA SERGİLENİR OLDU. BİZİM ÜLKEMİZDE ANTİSEMİTİZMİN BATI’DA OLDUĞU GİBİ ORTAÇAĞ’A UZANAN BİR GEÇMİŞİ YOK AMA, YAKIN TARİHİMİZDE GÜÇLÜ BİR DÜŞÜNCE GELENEĞİNE SAHİP

Ayrıca, belli ki, Ortadoğu’da liderlik hevesine kapılan Türklerin, sadece yakın tarihten değil, Arap sineması ve edebiyatından, onun kaliteli örneklerinden hiç haberi yok. Amerikan emperyalizmi ve onun devamı olan popüler kültüre benzerlik bu konuda da dikkat çekici. Birilerinin bu tür bayağılıklardan Filistin meselesi adına medet umması tam bir zavallılık. Zira, Filistin meselesine dikkat çekmek için İsrail’i, sokaklarında rastgele Filistinli öldürülen bir yer olarak göstermek gibi abartılar, Filistin meselesini sanılanın tersine hafifsetiyor. Mesela, El-Halil’de yaşayan bir ailenin hayatını doğru dürüst konu eden bir film çekmek, orada olanları anlamamız açısından son derece tesirli olabilirdi. Kurtlar Vadisi ise, kendini ahir zaman Malkoçoğlu sanmak isteyenler dışında akıl, fikir ve duygu olgunluğu sahibi kimseyi olumlu manada etkileme şansına sahip değil.

Dahası, milliyetçi ve dinsel temaları, fazlasıyla ve alabildiğine bayağılaştırarak kullanan bir film olarak son derece tedirgin edici. Sadece İsrail-Filistin meselesine bakışı açısından değil, Türkiye’yi giderek daha fazla ‘Kurtlar Vadisi’ aklına, tutumuna yaklaştırması açısından tedirgin edici.

Son olarak, filmin kadın başrol oyuncusunun Yahudi olması, antisemitik bakışını gizlemeye yetmiyor. Bu açıdan, beni en rahatsız eden sahnelerin başında, İsrail Gizli Servisi’nin başındaki şahsın ‘İstanbul Yahudi ağzı’yla konuşturulması oldu. Filmde her şey Türkçe üzerinden giderken bu durum nasıl izah edilebilir bilemiyorum.

İsrail devleti, kendisine yöneltilen eleştirileri, hep ‘antisemitizm’ suçlamasıyla savuşturagelmiştir. Şimdi de, birçok durumda, antisemitizm, ‘İsrail eleştirisi’ bahanesiyle rahatça sergilenir oldu. Bizim ülkemizde antisemitizmin Batı’da olduğu gibi Ortaçağ’a uzanan bir geçmişi yok ama, yakın tarihimizde güçlü bir düşünce geleneğine sahip. Anlamazdan gelmek yerine, bununla hesaplaşmak, inanın çok daha onurlu ve sağlıklı bir davranış olur.

Nuray Mert

http://www.milliyet.com.tr/-kurtlar-vadisi-turkiye-/nuray-mert/yasam/yazardetay/06.02.2011/1348741/default.htm

İSRAİL’İN BÖLGE DÜZENİNE VE İÇİNDEKİ YERİNE DAİR BAKIŞ AÇISINDA CİDDİ BİR DEĞİŞİM GEREKİYOR

Tunus’taki devrim ve Mısır’daki hükümet karşıtı devasa gösteriler, İsrail’in bölge düzenine ve içindeki yerine dair bakış açısında ciddi bir değişim gerektiriyor. İsrail dış politikası alışılmış olana (“konuşacak ve güvenecek kimse yok” şeklindeki bıktırıcı iddialar) sığınmaya çalışmak yerine, sadece tiranların değil, Arap bölgesindeki vatandaşların da ülkelerinin gelişme rotasına etki ettiği bir gerçekliğe ayak uydurmak zorunda. Yeni bir bölgesel düzene hazırlanmanın vakti geldi. Netanyahu eski düzene yapışmak yerine, İsrail’i daha hoş karşılanan ve arzu edilir bir komşu haline getirmek için, hem Filistinlilerle hem Suriye’yle barış anlaşmaları yapmaya gayret etmeli.

HAARETZ Başyazı, 1 Şubat 2011

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=04.02.2011&ArticleID=1038923&CategoryID=132

İSRAİL İÇİN, MÜBAREK'İN GİDİŞİ KOLAY KOLAY HAZMEDİLECEK BİR ŞEY DEĞİL

Mısır'daki olaylar en çok İsrail'i kaygılandırıyor.

Mübarek'in gitmesi ve yerine, ister Müslüman Kardeşler, ister El Baradey gelsin, her şey değişecek, her şey bambaşka olacak.

Artık, Gazze'yi işgal ederken, sınırlarını kapatıp İsrail'in işini kolaylaştıran bir Mısır  olmayacak. Hamas'ı yok etmek için, Gazze'yi besleyen tünelleri iptal eden bir Mısır kalmayacak.

İsrail için, Mübarek'in gidişi kolay kolay hazmedilecek bir şey değil.

Eğer bugüne kadar gelinmiş, İsrail her istediğini, fütursuzca yapabilmişse, bu Mübarek'in Amerika’dan her yıl aldığı 3 milyar dolarlık "yardım" veya "bahşiş" sayesinde oldu. Mübarek'siz bir Mısır, bölgedeki tüm dengeleri farklılaştıracak.

Bundan böyle, Filistin sorununda yepyeni bir döneme giriliyor. Çok daha kanlı, çok daha tehlikeli bir süreç başlıyor. Bu durum, sadece İsrail için değil, aynı zamanda bölge için de çok istikrarsız bir süreci beraberinde getirecek.

Merak ediyorum, acaba İsrail bu gerçekleri görüp, tutumunu değiştirecek mi? Yoksa arkasını ABD 'ye dayayarak eski şımarıklıklarını sürdürecek mi?

Mehmet Ali Birand

http://www.milliyet.com.tr/canli-yayinda-bir-ayaklanma-izliyoruz-/mehmet-ali-birand/guncel/yazardetay/04.02.2011/1347917/default.htm

BATI, ARTIK DÜNYADA ÖNCÜ OLAN VE İSTİKRAR SAĞLAYAN BİR GÜÇ DEĞİL

Yaşanan çelişkilerin bir bahanesi yok. Eski Başkan George Bush’un ABD’si Arap dünyasındaki baskıyı anlarken, Obama yönetimi geçtiğimiz hafta boyunca bunu nasıl görmezden gelebildi?

Nasıl oluyor da Mayıs 2009’da Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, ABD Başkanı Barack Obama’nın saygı gösterdiği bir liderken, Ocak 2011’de Obama’nın araya mesafe koymasıyla diktatör oluyor? Nasıl oluyor da Haziran 2009’da Obama, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’a karşı ayaklanan İranlıları desteklemiyor da ama şimdi Mübarek’e karşı duran kalabalığa destek çıkıyor? Bunun cevabı şu: Batı’nın sergilediği duruş, insan haklarına gerçekten bağlılık gösteren bir ahlaki bir duruş değil. Batı’nın konumu, eski başkanlardan Jimmy Carter’ın dünya görüşünü hatırlatıyor: Güçlü tiranlar, ılımlı, zayıf olanları görmezden gelirken, cahillere yaltaklanıyor. Carter’ın Şah’a ihaneti, başımıza Ayetullahları getirdi. Kısa zamanda, bu Ayetullahlar nükleer silah sahibi olacak. Batı’nın Mübarek’e ihaneti daha olumlu bir sonuç getirmeyecek. Bu sadece, istikrar sağlayan, modernleşmeyi destekleyen, Batı’ya sadık olan bir lidere ihanet etmek değil. Bu, Batı’nın Ortadoğu’daki tüm müttefiklerine ve gelişmekte olan dünyaya ihaneti. Mesaj açık ve net: “Batı” kelimesi artık bir kelime bile değil; Batı’yla yapılan ittifak artık ittifak değil. Batı, artık kaybetti. Batı, artık dünyada öncü olan ve istikrar sağlayan bir güç değil. Arap özgürlük devrimi, Ortadoğu’yu tamamen değiştirecek. Batı dünyasının içinde olduğu gerilemenin hızlanması dünyayı değiştirecek. Elde edilecek sonuç, Çin, Rusya ve Brezilya, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlere doğru bir yönelim başlayacak. Diğer sonuçlar ise Batı’nın caydırıcılığını yitirmesiyle ortaya çıkan uluslararası gerginlikler olacak. Ancak genel çıktı, Kuzey Atlantik’in politik egemenliğinin on yıllarda değil, birkaç yıl içinde yıkılması olacak. ABD ve Avrupa Mübarek’i şimdi gömerse, aynı zamanda bir zamanlar sahip oldukları gücü de gömecekler.

Ari Shavit

http://www.hurriyet.com.tr/planet/16929075.asp?gid=286

SENARYOYA GÖRE 2010 YILINDA TEKRAR TÜRKİYE’YE FAZLASIYLA HIZLI GİRİŞ YAPAN ULUSLARARASI PARA-SERMAYE TAM DA SEÇİM ÖNCESİ ‘ULUSLARARASI YAHUDİ SERMAYESİ’NİN ETKİSİYLE, HERHANGİ BİR ULUSLARARASI VEYA İÇ MESELEYİ BAHANE EDİP ANİDEN ÇIKARSA NE OLUR?

Öte yandan, Sayın Şimşek’in AKP’nin kendini uzun vadeli ülke çıkarları için feda ettiği söylemini fazlaca inandırıcı bulmayanların bir kesimi Merkez’in kararlarının ardında seçim öncesi muhtemel bir İsrail finans darbesine karşı hazırlığının yattığını düşünüyor. Endişe, Gazze meselesi dolayısıyla iyice gerginleşen İsrail ile ilişkilerin o cepheden, henüz beklenilen şiddetle bir tepki ile karşılaşmamasından… Yani İsrail, daha çok da ABD’deki İsrail lobisi dişlerini beklendiği kadar çok göstermediğine göre kimileri ‘Bunlar kesin ısıracak, ama nasıl ve ne zaman?’ diye düşünüyor. Akla gelen en muhtemel ve tehlikeli ısırma yöntemi ise finansal ısırma… Uluslararası finansta Yahudi etnisitesinin gücü ve etkisinin büyük olduğu bir sır değil. Senaryoya göre 2010 yılında tekrar Türkiye’ye fazlasıyla hızlı giriş yapan uluslararası para-sermaye tam da seçim öncesi ‘uluslararası Yahudi sermayesi’nin etkisiyle, herhangi bir uluslararası veya iç meseleyi bahane edip aniden çıkarsa ne olur? Yine senaryoya göre eğer para–sermayenin akışı henüz hızlıyken bir kısmının çekilmesi pahasına döviz kuru biraz yükseltilirse Türkiye’ye karşı muhtemel bir spekülatif atak, karşı taraf için fazladan maliyetli ve Türkiye için de karşılanması biraz daha kolay hale getirilmiş olur. Nitekim Bakan Şimşek’le röportajın son sorusu “Türkiye’ye karşı spekülatif bir atak olabilir mi?” şeklinde…

Fikrimizce, böyle bir senaryo mümkün ama muhtemel değil… Tarihin her döneminde yüksek uluslararası finans daima dış politika ile paralel gitti; bu doğru… ‘Yahudi sermayesi’nin (bu ifadeyi asırlardır bu etnisitenin uluslararası finanstaki bilinen gücünü tarif için kullanmaktayım; yani kadim ve fakat haksız, bir ‘tefeci Yahudi’ tahayyülünü canlandırmak için değil) bu gücünün olduğu da doğru… Ama onun avını öldürmeyip, yaralayacak bir hamle yapacak kadar akılsız olmadığı da doğru… Bu demek değildir ki AKP yine de böyle bir ihtimali hiç düşünmüyor. Bizim de sırtımızda yumurta küfesi yok; ‘muhtemel değil’ deyip geçeriz. Ama yumurtanın hedefinde duruyorsan o kadar rahat olamazsın!

Cüneyt Akman

http://www.odatv.com/n.php?n=-turkiye-spekulatif-saldiriya-mi-ugrayacak--0302111200&utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter

'SOĞUK BARIŞ'

Bu anlaşma bugün 32 yıldır yürürlükte bulunuyor ve bu yüzden İsrail güney cephesinde bu kadar yıl rahat ediyor. İlişkilerin normalleşmesi ise İsrail'in beklediği ölçüde ve kapsamda gerçekleşmemiş bulunuyor. Nitekim, bu yüzden İsrail yukarıda da söylediğimiz gibi bu barışı 'Soğuk Barış' olarak görüyor.

Mısır'da bundan sonra ortaya çıkacak yeni yönetim ya da rejim bu barış anlaşmasını iptal ederde ya da askıya alırsa ne olur? İsrail işte şimdiden bunları hesabını yapmaya, kendisi için büyük ve çok ciddi bir stratejik kayıp olacak bu durum karşısında ne yapabileceğini kara kara düşünmeye başlamış bulunuyor.

Esasen Mısır halkının büyük çoğunluğu bu barış anlaşmasını hiçbir zaman içten benimsemedi, çeşitli siyasi aktörler bu barışa sürekli karşı çıktılar. Ordu ise tavrını tam belli etmemekle birlikte anlaşmaya uydu, bugüne kadar da uygulamaya devam etti. Ancak, ordu da, üst düzey komuta heyeti de bundan sonra tavır değiştirirse ne olur, bilinmez.

Eğer, Soğuk Barış bir gün, bir şekilde sona ererse, Ortadoğu'nun askerî ağırlık merkezi Mısır ile İsrail arasında yeni bir durum ortaya çıkar ve o zaman Ortadoğu bölgesi bambaşka bir stratejik görünüm ve yapı kazanır. Buna hiç şüphe yok.

Bu değerlendirmelerim şüphesiz ihtimaller üzerinde yapılan değerlendirmeler, o kadar. Yoksa ortada Soğuk Barış'ın kısa vadede gözden geçirileceği ihtimali de pek görünmüyor. Ancak, İsrail bu ihtimali bugünden de dikkate almaya başlamış bulunuyor. Bizim 'stratejik kafaların' da bu konuda geç kalmamaları gerekir velhasıl.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1088317&title=soguk-baris-sona-ererse

AMERİKA'NIN EN CİDDİ ZORLUĞUNUN İSRAİL'İN VARLIĞI VE GÜVENLİĞİNE DAİR TAAHHÜTLERİNDEN VAZGEÇEMEMEK OLACAĞI MUHAKKAKTIR

Amerika ve İsrail, oturacak ve şu iki gerçeği derin derin düşünecek:

- Bundan sonra hiçbir İslam ülkesinin başında Mübarek türü bir diktatör olamayacak.

- Bundan sonra, Amerika ile İsrail ile her ilişki sorgulanacak.

Amerika'nın, bölge ile ilgili çıkarlarından vazgeçmesi söz konusu değilse bir küresel güç olarak, Çin'in yükselişi, Rusya'nın güç toplaması karşısında bölgedeki ittifaklarını dikkate alma zorunluluğunu duyacaksa bunu "işbirlikçi" damgası yemekten kaçınacak olan yönetimlerle nasıl bir format içinde gerçekleştireceğini hesap etmek zorunda olacak.

Bu noktada, Amerika'nın en ciddi zorluğunun İsrail'in varlığı ve güvenliğine dair taahhütlerinden vazgeçememek olacağı muhakkaktır.

Aynı zorluk İsrail için de söz konusudur. İsrail, varlığını ve güvenliğini, Filistin halkının bir anlamda yok edilmesine bağlayan bir politika izlerken, bunu bugüne kadar Amerika'ya sırtını dayayarak yaparken, bunun sonucu bölgede ciddi bir nefret birikimine yol açmışken, bugün, Mısır'dan bile destek görememe durumunda, kuşatılmış bir coğrafyada nasıl ilerleyecek?

Amerika, şu ana kadar, bölgede sömürgeci çizgiyi sorgulayan İslami oluşumları "fundamantalist, radikal, köktenci, siyasal(...) İslam" diye suçladı ve kurulu düzenleri bu oluşumlara karşı operasyona yöneltti. NATO misyonu bir anlamda buraya odaklandı. Mısır, Tunus, Cezayir, FKÖ yönetimleri, bu siyasetin sembol ismi idi. Refahyol'a yönelik baskılar bununla alakalıydı. AK Parti siyaseti üzerinde bile "Eksen kayması-Gizli gündem" paranoyaları üretilerek tahakküm oluşturuldu. Bu süreçte, her İslami oluşum, bir anlamda ancak bu küresel tahakkümün ambargosunu aşabildiği ölçüde meşruiyete sahip olabildi.

Ama işte oyun bozuldu.

Ahmet Taşgetiren

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/141083-amerika-israil-in-zor-tercihi-makalesi.aspx

İSRAİL İÇİN TAŞINMASI İMKÂNSIZ ŞIMARIKLIKLAR

Bizim "Mavi Marmara Katliamı" dolayısıyla tanık olduğumuz tür kabadayılıklar ve umursamazlıklar, çok yakın gelecekte İsrail için taşınması imkânsız şımarıklıklar haline dönüşebilir.

Bir diğer mesele de Mısır'daki halk ayaklanmasının niteliğini saptamaya ilişkindir.

Bu saptama arayışlarından birinde Joost Lagendijk Zaman'daki yorumunda şöyle yazmış:

"Şu an için Mısır'da olanların 1989'da Doğu Avrupa'da yaşananlara daha yakın olduğuna inanmak istiyorum. 1979'da Şah'ın Tahran'dan kovulduğu, ancak ardından Ayetullahların laik muhalefeti çarçabuk bertaraf edip İran Devrimi'ne el koyduğu tarihin tekerrür etmeyeceğine inanmak istiyorum.

Mübarek rejiminin devrilmesine sevinelim, fakat ardından ne geleceğini de dikkatle izleyelim."

Mısır'daki gelişmeler yakın tarihin yeniden ve daha sağlıklı değerlendirilmesine de fırsat tanıyor.

Mehmet Barlas

http://sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2011/02/03/misirdaki_gelismeler_israili_aklin_yoluna_cekmelidir

BUGÜNLERDE İSRAİL'E YAKIN DURAN NEOCONLARIN OBAMA YÖNETİMİNE ATEŞ PÜSKÜRÜYOR OLMASI SÜRPRİZ DEĞİLDİR

İsrail için gelişen tüm risklere rağmen Obama yönetiminin, nerdeyse ayaklanmaları destekleyen bir tutum içerisinde olması, İsrail için ayrı bir telaş faktörüdür. Obama'nın seçilir seçilmez Mısır'a geldiğini ve İslam dünyasına yönelik mesajlarını Kahire'den verdiğini anımsarsak, bu ülkenin ABD açısından ne kadar önemli olduğunu görmemiz mümkündür. Bugünlerde İsrail'e yakın duran Neoconların Obama yönetimine ateş püskürüyor olması sürpriz değildir. Mısır'daki hareketin akıbeti ise henüz belli değil. İsrail lobisi devreye girer de Obama teslim olursa, ordu halkı bastırır ve Mübarek ya da benzer birisi iktidarı sürdürür. Aksine bir durumda, 2. maddeye geri döneriz ve İsrail'in yeni Ortadoğu'da var olmaya devam edebilmesi için dönüşmesi gerektiğinin altını çizeriz.

Deniz Ülke Arıboğan

http://www.aksam.com.tr/misir-uzerinden-israile-bakis-955y.html

1967 YILINDA İSRAİL ORDUSU, ESKİ ŞEHİR'İ İŞGAL ETTİĞİ ZAMAN DUVARIN DİBİNDE AĞLAYAN YAHUDİ GENERALLERİN PEK ÇOĞU ATEİSTTİ

Diğer çok önemli konu İsrail'dir. Batı merkezli Ortadoğu sisteminin temel işlevlerinden birisi İsrail'i meşrulaştırmak ve korumaktır. Mesela 1979 yılında yapılan Mısır-İsrail anlaşması bir anlamda Mısır'ın Lozan'ıdır ve Mısır'ın uluslararası sistemdeki konumunun sınırlarını tayin etmiştir. Zaten Ortadoğu ülkelerinin uluslararası meşruiyeti kendi haklarına göre değil, İsrail ile olan ilişkilerine göre değerlendirilegelmiştir. Eğer demokrasi bir ölçü olsaydı Hamas'ın Batı'nın en büyük müttefiki olması gerekirdi! Dolayısıyla eğer Ortadoğu devlet düzeni sosyal değerler üzerine kurulursa bunun en sert faturasını İsrail ödeyecektir. Pratik olarak ifade etmek gerekirse, böyle bir Ortadoğu'da İsrail'in Amerika'ya politik ve ekonomik faturası daha yüksek olacaktır. Çelişkili gibi görünse de şunu yazmak bir zorunluluktur: Aslında İsrail de en az Ürdün kadar yapay bir devlettir ve bu devletin varlığı değişik bölgesel ve toplumsal nedenlere göre değil, uluslararası sistemin ihtiyaçlarına göre açıklanabilir. Samimi biçimde Ağlama Duvarı'nın önünde ağlayan Yahudilerin olup bitenin farkında olduğunu sanmak yanıltıcı olur. 1967 yılında İsrail ordusu, Eski Şehir'i işgal ettiği zaman duvarın dibinde ağlayan Yahudi generallerin pek çoğu ateistti. Dolayısıyla değişen Ortadoğu'da İsrail ya sürekli çatışma tezinde ısrar ederek kendini eritecek yahut varlığı için bir doğal, yerel ve sosyolojik gerekçe üretmek için yeni Ortadoğu ile 'konuşmayı' deneyecektir. Üstelik ABD, 'artık eskisi gibi olmuyor' diyerek Ortadoğu'da demokratik yollarla seçilmiş aktörlerle konuşmaya başlarsa -yani bir parça hegemonik tavrından vazgeçerse- bu, tarihsel İsrail'in doğasında bir değişikliği zorunlu kılacaktır. Bu zorunluluk ise bölgedeki insanlarla anlaşabilen bir aktör olabilmektir.

Gökhan Bacık

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1087292&title=yorum-gokhan-bacik-ortadogu-bugun-degisim-dinamikler-ve-uluslararasi-sistem

AMA FİLMDEKİ İSRAİLLİ YETKİLİ VE ASKERLER O KADAR SALT KÖTÜ VE ACIMASIZ GÖSTERİLMİŞ Kİ BU DURUM DİĞER YUMUŞATICI ÖĞELERİ FAZLASIYLA GÖLGEDE BIRAKIYOR

Gelelim kendi açımdan en önemli konu olarak gördüğüm hususa; filmle ilgili anti-semitzm iddialarına. Filmin senaristleri, bu iddialara göğüs gerebilmek için filme ABD vatandaşı bir Yahudi karakter eklemiş. Filistin'deki kaderi şans eseri Polat ve arkadaşlarıyla kesişen bu karakter üzerinden "Biz Yahudi düşmanı değiliz. Bizim düşmanımız İsrail ordusu" mesajı verilmiş.

Gerçekten de filmde doğrudan Yahudilere yönelik bir düşmanlık yok. Ama filmdeki İsrailli yetkili ve askerler o kadar salt kötü ve acımasız gösterilmiş ki bu durum diğer yumuşatıcı öğeleri fazlasıyla gölgede bırakıyor.

Ancak ben yine de bu filmin hali hazırda gergin olan Türk-İsrail ilişkilerini daha da gereceğini düşünmüyorum. Neticede bu film devlet televizyonunda ya da Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından denetlenen bir televizyon kanalında yayınlanmıyor. Zaten konuya ilişkin bir açıklama yapan Devlet Bakanı Egemen Bağış da filmin Türk hükümetinin görüşünü yansıtmadığını ifade etti.

Hatırlarsınız daha önce iki ülke arasında krize neden olan "Ayrılık" dizisi, devlet televizyonu TRT'de yayınlamış, İsrail tarafından gelen tepkiler de bu durum üzerine yoğunlaşmıştı. Bu açıdan bağımsız bir sinema filmi olan Kurtlar Vadisi Filistin'in İsrail tarafında bu derece ses getireceğini sanmıyorum. Zaten şu ana kadar da Tel Aviv'den bu doğrultuda bir açıklama gelmedi. Bu yüzden ufukta yeni bir kriz görmediğimi söyleyebilirim.

Cengiz Özbek

http://www.hurriyet.com.tr/kultur-anat/haber/ 16898085. asp?mnID = 16898085

İSRAİL’E OLAN ÖFKEMİZİN SİYASİ RANTINI "ONE MİNUTE" İLE TOPLADIK.  TİCARİ RANTI KALMIŞTI,  ONU DA ARTIK BU ARKADAŞLAR TOPARLARLAR

Daha bu fragmanın şokunu atlatmamıştım ki dizinin kahramanı Necati Şaşmaz’ın NTV’de  "Biz İsrail’e özür dilettik"  dediğini gördüm.

Kimse yanlış anlamasın."Sanat sanat içindir" diyenlerden değilim. Her film isteseniz de istemeseniz de izleyenler üzerinde bir etki bırakıyor.  Filmler sadece ‘çok eğlendim’ tarzı sonuçlar da doğurmuyor. Filmlerde "mesaj" vermek caizdir, meşrudur.

Fakat Kurtlar Vadisi ekibi, işin içinde dini ve siyaseti çok fazla karıştırmaya başladılar.

İş, ‘dini sinemaya alet etme’ noktasına geldi dayandı. Üstelik  bu, filmleri ve dizileri astronomik bütçelerle yapıldığına ve aynı boyutta gelir yarattığına göre, ‘dini ticarete alet etmek’ anlamına da geliyor. Aslında planım bu yazıyı Kurtlar Vadisi Filistin vizyona girmeden önce yayınlamaktı.  Fakat izlemeden bu yazıyı yazmama kararı aldım.

Gittim ve izledim. Fikrim değişmedi. Ne yazık ki bu filmde de ucuz kahramanlıktan ve istismardan başka hiçbir şey görmedim. Üstelik taşıdığı mesajlar ise basit, zayıf, sığ ve zavallıcaydı. “Biz İsrail’e değil Filistin’e geldik” cümlesi hoşuma gitmedi dersem, yalan söylemiş olurum. Fakat bir film için bir cümle yeter mi?  Bunu yapımcı arkadaşların vicdanına bırakıyorum. "Şaşmaz kardeşler bir damar yakaladılar, bu damar üzerinden bütün parsayı toplayacaklar"  kanaatimi bu film de perçinledi. İsrail’e olan öfkemizin siyasi rantını "one minute" ile topladık.  Ticari rantı kalmıştı,  onu da artık bu arkadaşlar toparlarlar.

Filmde benim dikkatimi çeken diğer bir nokta ise Mavi Marmara’nin malzeme yapılmış olması.  Kim, niçin, nasıl, hangi mantıkla böyle bir izin verdi, bilmiyorum.  Bu izni kimin verdiğini merak ediyorum ama o kanlı duvarları görünce bir samimiyetin böyle kolay harcanmasının verdiği üzüntü merakımı aşıyor. Nasıl oluyor da Mavi Marmara gibi samimi bir eylem, böyle bir film için malzeme yapılabiliyor? Nasıl oluyor da orada ölenlerin kanının bu şekilde paraya tahvil edilmesi kimsenin canını sıkmıyor? Gerçekten tuhaf, rahatsız edici bir durum.

Cenk Açık

http://www.gazeteciler.com/cenk-acik/kurtlar-vadisinin-vardigi-tuhaf-nokta-520y.html

İSRAİL BU COĞRAFYADA İYİ YA DA KÖTÜ HER TÜRLÜ ŞART ALTINDA BİR ŞEKİLDE VARLIĞINI KORUMAK VE SÜRDÜRMEK ZORUNDADIR

Mısır’da yaşananlar ABD’nin olduğu kadar İsrail’in de canını bir hayli sıkmakta. Zira İsrail bu coğrafyada iyi ya da kötü her türlü şart altında bir şekilde varlığını korumak ve sürdürmek zorundadır. Bu bakımdan İsrail’in son gelişmelere olan tepkileri zaman zaman diplomatik olmaktan çok duygusal bir şekilde tezahür edebiliyor. İlk günlerden beri Başbakan Netanyahu, açıkça olmasa da herkesin anlayabileceği şekilde, “Mübarek yanlısı” bir tutum takınmış durumda. Sürekli olarak “bölgede istikrarın bozulmaması” çağrısı yapan Netanyahu’nun istikrardan neyi kastettiği açık. Zira İsrail’in 30 yıldan bu yana Mübarek ile ilişkileri hep iyi oldu. Filistin meselesi gibi İslam dünyası adına son derece hassas bir konuda dahi bölgede en net desteği Mübarek’ten almıştır İsrail. Tel Aviv’in Gazze ambargosunu sürdürmesine en büyük stratejik yardım Kahire’den gelmişti. Buna ek olarak, Mübarek Arap dünyasında, İsrail’le resmi bir barış imzalayabilecek kadar “İsrail ve ABD dostuydu”. Bu bakımdan Mısır’ın ve özellikle Mübarek’in dostluğu İsrail için son derece hayati öneme sahip.

Ancak Ortadoğu’daki gelişmeler Netanyahu’nun isteğinin aksine bir istikamette ilerlemekte. Öncelikle Mübarek’in “siyaseten” sonu gelmektedir. Haaretz Gazetesi’nden Daniella Peled son yazısında “İsrail’in hoşuna gitse de gitmese de Mısır’a değişim geliyor” demektedir. İkinci olarak, ABD-İsrail aksının bölgedeki en stratejik müttefiklerinden Ürdün’de de işler karışmaktadır. Sokaklardaki gösterilerin büyümesinden korkan Kral Abdullah derhal hükümeti feshetti. Ancak şu ana kadar bu karar sokakları teskin etmişe benzemiyor. Üçüncü olarak, ABD-İsrail cephesinin bir diğer önemli müttefiki Yemen’de de işler tersine dönmektedir. Özellikle El Kaide ile mücadelede ABD ile birlikte tavır alan Cumhurbaşkanı Salih tıpkı Mübarek gibi halkının tepkileri üzerine bir daha aday olmayacağını açıkladı. ABD-İsrail ittifakı bir anda Ortadoğu’da stratejik anlamda kayıp üstüne kayıp yaşamaya başlamıştır. Ve bunlar hiç şüphe yok ki, bu ülkelerin bölge politikalarını kısa zamanda ters yüz edebilecek nitelikte ciddi kayıplardır.

Ali Bilgenoğlu

http://www.odatv.com/n.php?n=israil-misirdaki-isyana-nasil-bakiyor--0502111200

İSRAİL, KURULDUĞUNDAN 62 YIL SONRA DAHİ VARLIĞI EN TARTIŞMALI OLAN YEGANE ÜLKE

İsrail, kurulduğundan 62 yıl sonra dahi varlığı en tartışmalı olan yegâne ülke. Eğer Mısır'la barış anlaşması son bulacak olursa, işi kolaylaşmayacaktır. Bu durumda, İsrail'in, Filistin Yönetimi ile barış yapmayı öncelik haline getirmesinde fayda var. Bu barış ertelenerek, zaman kazanılmıyor; aksine bölgede baş gösteren her bir açmazda İsrail halkının can güvenliği için kaygılar artıyor. Filistin lideri Mahmud Abbas'ın, 1 Eylül 2011'de eğer hala bir çözüm sağlanmamış ise Güney Afrika modelini tercih edeceği açıklaması - iki devletli modele - dair bir tarafta ümitlerin son bulduğuna dair bir uyarıydı. El Cezire'nin gündeme taşıdığı Filistin belgeleri de ayrıca soru işaretleri açtı. Ve şimdi de Mısır'da sonunun nasıl geleceğinin meçhul olduğu yeni bir dönemin doğurduğu endişeler. İtzhak Rabin'in, Oslo Anlaşmasının imzalanmasından kısa bir süre önce Kudüs'ü ziyaret eden yabancı muhabirlere yaptığı konuşmadan bir alıntıyla noktalayalım. 'Dünyanın süpergücü, İsrail ve Filistinliler arasında barışı sağlamak için siyasi kapitalini ortaya koyduktan sonra, herşeye rağmen tarafların arasında ki farkları yakınlaştıramayacağına kanaat getirirse, her iki tarafdan da vazgeçip, ne haliniz varsa görün diyebilir.'

Tülin Daloğlu

http://www.hasturktv.com/arsiv/1611.htm

YAHUDİ NÜFUSU MEVCUT İSRAİL İÇİN BİLE EKSİK KALIRKEN ONUN “BÜYÜĞÜ”NE NASIL YETECEK?

Ama “Filistin yanlısı” bir filmi, izleyen her insan evladına bir şeyler hissettirecek kalitede ve seviyede yapmak var, doğal “taraftar” kitleniz dışındaki herkesi güldürecek basitlikte yapmak var.

Kurtlar Vadisi Filistin ise, açıkçası, ikinci tarza daha yakın kaçmış.

Bunun en büyük sebebi, her iki dakikada bir İsrail askeri öldüren Türk kahramanların abartılı cengâverliği değil. Filmi yapanların Filistin meselesine dair aslında pek bir şey bilmediklerinin bas bas bağırması.

Mesela şu sahneye bakın: İsrailli “kötü adam”lardan biri, önce “Arap nüfusu bizi geçiyor, Yahudilerin sayısı azalıyor” diye yakınıyor. Hemen sonra da “çözüm”ü açıklıyor: “Büyük İsrail”i kurmak!”

Oysa, akıl var izan var, Yahudi nüfusu mevcut İsrail için bile eksik kalırken onun “büyüğü”ne nasıl yetecek? Zaten Ariel Şaron gibi bir “şahin”in Gazze’den çekilerek “Büyük İsrail” hedefinden çark etmesinin sebebi tam da bu nüfus sorunu değil miydi? (“Büyük İsrail” dediğimiz de fantastik “Nil’den Fırat’a” hikâyesi değil; “Akdeniz’den Ürdün nehrine” Filistin toprakları.)

Mekân tasvirlerinden insan diyaloglarına kadar filmin daha pek çok detayı yapay, zorlama ve “gerçeklik dışı” duruyor. Karşımıza bir “Filistin realitesi” değil, ona ancak teğet geçebilen bir “Filistin tasavvuru” çıkıyor.

Filmdeki en büyük sorun ise, İsrailli karakterlerin hemen hepsinin vahşetten zevk alan sadist ruhlu tipler olarak tasvir edilmesi.

Mustafa Akyol

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mustafa-akyol/kurtlar-vadisi-ve-kahpe-israil-328872.htm

Netten okuyun /tıklayın

“87 Yaşındaki bir insan yaşlı değildir”

Bu görüş, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e ait.

87 yaşında ve hala görevinin başında olan Peres, bir dergiye verdiği röportajda bakın neler söylemiş:

"Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil.

Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız.

Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir.

Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz. İnsan için önemli olan vizyonu ve enerjisidir. İnsanı bunlarla değerlendirebiliriz."

Hemen geçmişteki yaşlıları ve başarılarını hatırlatalım. Yeri gelmişken tabii..

Sezai Bayar

http://www.acikgazete.com/yazarlar/sezai-bayar/2011/02/05/yine-mi-yaslilik-demeyin.htm?aid=39839

Edirneli Dr. Moiz Bayer’in Edirne Anıları

http://cengizbulut.blogspot.com/2011/01/edirneli-drmoiz-bayerin-edirne-anlar.html

Moshe Kamhi Yaşam Radyo’da İstanbul’un Konukları Programına Katıldı

http://israilblogu.com/2011/02/03/baskonsolosumuz-moshe-kamhi-yasam-radyoda-istanbulun-konuklari-programina-katildi/

Holokost Özel

HOLOKOST BİZİM NESLİMİZİN, İNSAN EVLADININ GADDARLIĞI NERELERE KADAR VARDIRABİLECEĞİNİ GÖZLERİYLE GÖREREK ÖĞRENDİĞİ OLAYDIR

27 Ocak (1945) Sovyet askerlerinin Holokost’un simgesi Auschwitz ölüm kampına girerek, henüz öldürülmemiş Yahudileri kurtardıkları tarih. Bundan 66 yıl önce.

Ben 16 yaşındaydım. Televizyon ne gezer. O kamplarda sağ kalmış insanların halini önce sinemalardaki dünya haberlerinde gördük. Bugün hiçbirinizin meçhulü değildir.

Kemik ve ceset yığınları. Gaz odaları. İnsan yakılan fırınlar. Evet de en dehşet verici görüntü, sağ kalan bir deri bir kemik insanların haliydi. 60 yıl sonra sinagogdaki sergide o fotoğrafları tekrar görünce, aynı hayret ve dehşet hissini gene duydum. Holokost bizim neslimizin, insan evladının gaddarlığı nerelere kadar vardırabileceğini gözleriyle görerek öğrendiği olaydır.

Ben de çok şey okudum sonradan bu konuda. Çocuklarım Zeynep ve Serdar için, Nazilerin Yahudi katliâmı uzmanları desem abartmış olmam. Ama benim için de Süzet kızımın anlattıkları, dehşet veren, gerçekten ibret alınması gereken acı gerçeklerdi.

Hakkı Devrim

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1038600&Yazar=HAKKI&Date=01.02.2011&CategoryID=132

ŞÜPHE YOK Kİ, NAZİLERİN MUSEVİLERE REVA GÖRDÜĞÜ MUAMELE, SOYKIRIM BUNLARIN EN ÖNDE GELENİDİR

Ötekinin yarasını görmezden gelen, tarihi kendi acıları ve hakları üzerine temellendiren ideolojik dalgalar...

Bu dalgalar tarihin kana bulanmasının ana nedenleri olmuştur...

Bir "topluluk"la o topluluğun "herhangi bir üyesi"ni, ya da o "üye"yle "topluluğun yönetim yapısını" veya o "yönetim yapısı"yla "kimlik olarak topluluğu" özdeş kılan, "aynı" eden ilan eden, "aynı" gören bakış açısı bugün hâlâ pek çok karanlık halin ana sorumlusudur...

Bu tabloda nerede duruyorsunuz, bu soru önemlidir...

Zira kimliğinizi kökünüz değil, durduğunuz yer belirler...

Anti-semitizm ile İslamofobi'nin yumurta ikizi olması gibi...

Nitekim bugün tüm Müslümanları terörist gören bakış ile tüm Musevileri cani gören tutum arasında yakın akrabalık vardır. Öylesine yakındır ki, bu akrabalık, Musevilerin ya da Müslümanların kendi aralarındaki akrabalıktan çok daha kuvvetlidir.

Ancak bundan farklı ve kuvvetli bir akrabalık daha var...

Cemaat-kavim, fayda, kuvvet yerine insandan, ilkeden, haktan yola çıkan kişiler Böyle düşünen insanlar, Museviler, Hrıstiyanlar, Müslümanlar, Türkler, Ermeniler, Araplar, İsrailliler, Amerikalılar arasındaki akrabalılıktır bu...

Bu iki farklı akrabalık aslında iki ayrı yola işaret eder.

İki ayrı yol iki ayrı tarih demektir, iki ayrı ve kavgalı tarih... İnsanın tarihi ve gücün tarihi...

İnsanın tarihi ışıklıdır, köklüdür, kalıcı, hâkim olandır...

Tarihte bu açıdan kimi kritik anlar vardır...

Şüphe yok ki, Nazilerin Musevilere reva gördüğü muamele, soykırım bunların en önde gelenidir.

Ali Bayramoğlu

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25932&y=AliBayramoglu

DAHA DOĞRUSU ÇOLUK, ÇOCUK, YAŞLI, KADIN 6 MİLYON İNSAN, YAHUDİ OLDUKLARI İÇİN ÖLDÜRÜLDÜLER...

Yahudileri yeryüzünden kazımak, ana hedef buydu...

Naziler Yahudileri kitlesel olarak daha çabuk ve daha çok nasıl öldürebileceklerinin hesaplarını yaptılar, buna uygun teknikler aradılar.

1942 sonbaharından itibaren uygulamaya geçtiler...

Üç yıllık sürede katlettikleri insan sayısı, 6.000.000'du.

6 milyon Yahudi...

Daha doğrusu çoluk, çocuk, yaşlı, kadın 6 milyon insan, Yahudi oldukları için öldürüldüler...

Bu olay, bundan sadece 65 yıl önce gerçekleşti...

Bu tür insanlık suçları artık tarihe gömüldü ama onları besleyen zihniyetler yaşıyor...

Ali Bayramoğlu

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25934&y=AliBayramoglu

BİR GRUBA MİHMANDARLIK YAPARKEN "BASTIĞINIZ HER TAŞTA BİR İNSAN ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR..." DİYEREK DONDURUCU SOĞUKTA DAHA DA BUZ KESMEMİZE NEDEN OLUYOR...

O kamptan sağ çıkmış mahkumlardan birisi, Ginette, her yerinden hava giren, ısıtması olmayan kadın koğuşunda taşların üzerinde nasıl uyumaya çalıştıklarını anlatıyor... En alta yatanların ancak üç beş gün hayatta kalabildiklerini hatırlayarak...

Rafeal, diğer eski bir sürgün, İzmirli...

Bir gruba mihmandarlık yaparken "Bastığınız her taşta bir insan öldürülmüştür..." diyerek dondurucu soğukta daha da buz kesmemize neden oluyor...

Ve kampın ortasından geçen tren rayları...

Bir tanık, sürgünlerin 2 kilometre ötede trenlerden indirildiğini, daha sonra kamplara nakledildiklerini, bir süre iş gücü olarak kullanıldıktan sonra gaz odalarına gönderildiklerini söylüyor. Tren rayları savaşın sonuna doğru yapılmış, Macaristan'ı geç işgal eden Naziler, Macar Yahudilerini, 450.000 kişiyi kamplarda yer olmadığı için, hemen imha etmek için treni kamp ortasına kadar taşımış, trenden inenleri hemen gaz odalarına göndermişler...

Ali Bayramoğlu

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25952&y=AliBayramoglu

VE TAHTALARI PİSLİKTEN KARARMIŞ O RANZALARDA BALIK İSTİFİ YATAN İSKELETLERİN SİMSİYAH ÇUKURDAN BAKAN GÖZLERİ...

Ne diye geldim Auschwitz’e bu Allah’ın kışında, her taraf buz kesmişken?..

Düşünmek için belki de...

İnsanları birbirlerinden böylesine nefret ettiren ne ola ki?..

Neden insanlar birbirlerini kesiyor, dilleri, dinleri, kökleri, renkleri farklı diye?..

Milliyetçilik mi?..

Benim milliyetçiliğim senin milliyetçiliğinden daha iyidir, daha üstündür duygusu mu?..

Belki de.

Ben sevmiyorum bu milliyetçiliğin her çeşidini...

Kendisi Buchenwald ölüm kampından kurtulmuş olan İsrail’in eski Eşkenaz Hahambaşısı Lau, bembeyaz uzun sakalını titreterek neredeyse tüm dillerde soruyor, belki daha doğru deyişle yakarıyor:

“Ben sana ne yaptım ki?..”

Sevimsiz, kırmızı tuğlalı barakalardan birine giriyorum kendi başıma.

Sessizlik, küçücük pencereden sızan solgun kış ışığı ve her tarafından buz gibi rüzgâr üfüren bir baraka.

Basık tavanlı, kâbus gibi.

Tahta ranzalar...

Ve tahtaları pislikten kararmış o ranzalarda balık istifi yatan iskeletlerin simsiyah çukurdan bakan gözleri...

Nedir o?

Bir ranzanın üstünde bir sap kırmızı gül, kurumuş...

Neden geldim ben buraya?..

Sabahın köründe Paris’ten Krakow’a iki saat uçak, sonra da bir saat otobüs, o kadar.

İnsanlığın yüz karası bir kamptasın.

Niçin buradayım?

Ders çıkarmak için mi?

Çocuk ayakkabıları... Bebe patikleri... Çocuk giysileri... Kadın saçları, Nazi Almanya’sında tekstil hammaddesi olarak toplanmış, çuvallanmış...

Gözümün önünde çocuklar, gözümün önünde bebeler, gözümün önünde anneler, binlerce, on binlerce, yüz binlerce...

Bakamıyorum.

İşte bak orada. Filmlerden, belgesellerden ezbere bildiğin yer, Auschwitz’in girişi:

Arbeit macht frei!

O irkiltici yer.

O irkiltici slogan, Nazilere ait...

Hemen altında, o orkestranın siyah beyaz fotoğrafı... Gaz odalarına uygun adım gitsinler diye kamp sakinlerinden oluşturulan orkestra devamlı marş çalarmış...

Hasan Cemal

http://www.milliyet.com.tr/neden-geldim-auschwitz-e-olum-kampina-/hasan-cemal/siyaset/yazardetay/03.02.2011/1347582/default.htm

KURTLAR VADİSİ’NİN SON ÜRÜNÜ İLE MAVİ MARMARA SALDIRISININ BİRBİRİNDEN FARKLI OLMADIĞINI SÖYLEYEBİLMEK İÇİN

Auschwitz ve Shoah birbirlerinden ayrılmaz iki korkunç imge. Shoah’nın bilinmesi ve hatırlanması İsrail hükümetinin barbarlığını aşan insanì bir sorumluluk. Auschwitz’i ziyaret etmek insanın insana neler reva görebileceğini hatırda tutmak için hayatì. Hatırlamak ise sabìlerin ve bütün masumların hatırası önünde düşünmek kadar bugünkü tehlikeli gidişata dur diyebilmek için hayatì. Kötülükten ancak kötülük ürediğini unutmamak ve beşeriyete olan inanç ve umudun boş lâflar olmadığını kanıtlayabilmek için... Kurtlar Vadisi’nin son ürünü ile Mavi Marmara saldırısının birbirinden farklı olmadığını söyleyebilmek için.

Cengiz Aktar

http://haber.gazetevatan.com/Haber/356857/1/Gundem

AUSCHWİTZ'TE KÜLLERİ DE DAHİL OLMAK ÜZERE YAHUDİLERDEN KALAN HER ŞEYİ DEĞERLENDİRMEYE ÇALIŞIYORDU NAZİLER

Önceki gün Auschwitz kampında dolaştığım müzede, cam bölmede karşımda duran saç yığını, bu gaz odalarına sokulmadan önce traş edilen Yahudilerin saçlarıydı.

Müzede hemen yandaki odada vitrinde sert dokulu sarı renkte kalın bir kumaş gösteriliyor, üzerinde örgülü sarı saçlar var. Duvarda asılı bilgi notunda “Yapılan inceleme sonunda kumaşın insan saçından yapıldığı tespit edilmiştir” deniliyor.

Auschwitz'te külleri de dahil olmak üzere Yahudilerden kalan her şeyi değerlendirmeye çalışıyordu Naziler. Zehirlenip yakılan Yahudilerin saçları Alman tekstil endüstrisine hammadde olarak gidiyordu. Kilosu 50 fenikti.

Auschwitz'deki müzenin diğer bölümlerinde Yahudilerden kalan başka eşyalar da sergileniyor. Bir bölümde çoğu yuvarlak metal çerçeveli olmak üzere binlerce gözlük, bir başka bölmede tıraş fırçaları, başka bir koridorda ise devasa bir ayakakkabı yığını, bir başkasında her birinin üzerinde isimlerin yazılı olduğu bavullar... Ve küçük çocuk giysilerinin, taşbebeklerin olduğu ayrı bir camekan.

1940-45 yılları arasında trenlerle bu kampa getirilen 1 milyon 300 bin insandan 1 milyon 100 bini buradaki krematoryumlarda yakıldı. Bunlar arasında yüzde 90'ı Yahudi'ydi. Diğer kurbanlar Rus ve Polonyalı direnişçiler, savaş tutsakları ve Çingenelerdi.

İkinci Dünya Savaşı'nda hayatını kaybeden 6 milyon Yahudinin en kalabalık grubu burada, Auschwitz'de katledildi.

Sedat Ergin

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16924362&yazarid=308&tarih=2011-02-03

GENÇ NESİLLERİ DEMOKRASİNİN VE İNSAN HAKLARININ DEĞERİNİ BİLMELERİ İÇİN EĞİTMELİ

“Holokost ve soykırımı yalnızca tarihi gerçekler olarak öğrenmemiz yeterli değil, bunu aynı zamanda çocuklarımızı ırkçılığın, antisemitizmin, İslam düşmanlığının ve diğer insan hoşgörüsüzlüğünün tehlikeleri üzerinde eğitmek için de bilmeliyiz. Genç nesilleri demokrasinin ve insan haklarının değerini bilmeleri için eğitmeli, onları nefret, hoşgörüsüzlük ve etnik çatışmaları reddetmeleri yönünde teşvik etmeliyiz ki, Auschwitz ve Srebrenica bir daha tekrarlanmasın...”

Sedat Ergin

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16936105&yazarid=308&tarih=2011-02-04

AUSCHWİTZ'DE GAZ ODALARININ YIKINTILARI VE ESİRLERİN ALIKONULDUĞU BARAKALARIN ARASINDAN GEÇERKEN “ÖTEKİ”NE YAPILAN O BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ TETİKLEYEN NEFRET DUYGUSUNUN, HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN ASLINDA BU GEZEGENDEKİ EN TEHLİKELİ NÜKLEER SİLAH OLDUĞUNU FARK EDİYOR İNSAN

Auschwitz'de ölüm makinesinin çarkını döndüren dürtü, Nazilerin Yahudilere duyduğu nefret, onların var olabilmelerine tahammül edememe duygusuydu.

Pisar'la birlikte aynı panelde konuşan Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi'nin Türk Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu yaptığı uyarılarla, Avrupa'da geçmişte yaşanan Holokost felaketini bugün aynı kıtada yükselen nefret ve hoşgörüsüzlük sorununa bağladı.

Çavuşoğlu, şöyle dedi: “Geçmişin dehşeti, Avrupa'ya tarihinin belki de en kuvvetli siyasi ilerlemesini getirdi ama karanlık cepheler gerçek anlamda hâlâ kaybolmuş değil. Farklı olana duyulan her türlü hoşgörüsüzlük, -bu antisemitizm, İslam düşmanlığı ya da yabancı düşmanlığı da olabilir- yeniden yükselişe geçmiş bulunuyor. İnsanlar arasında etnik, dini ve kültürel farklılıklar siyasi söylemde yapay bir şekilde kızıştırılıyor, maniple ediliyor. Bu söyleme geri dönen siyasetçiler ve partiler demokratik yollardan ulusal parlamentolara seçilebiliyorlar.”

Çavuşoğlu, “Eğer insan nefreti ve ‘Kuvvetli olan haklıdır' düşüncesi yeniden oyunun kurallarını belirlemeye başlarsa, hiç kimse emniyette olmayacaktır. Herkes her an kurban olabilir. O yüzden burada yaptığımız gibi hepimizin birleşmesi gerekiyor” diye noktaladı konuşmasını.

Bir dönem Avrupa'da Yahudilere duyulan nefretin bu kıtada bugün yöneldiği ana hedefi, Çavuşoğlu'nun Auschwitz'de söylediği gibi Müslümanlardır, yabancılardır, Türklerdir, özetle “öteki” olandır.

Ve “öteki olan”ın öznesi, her ülkede, her mekânda, her an değişebilir. Bir gün etnik ya da dinsel, diğer gün kültürel, bir başka gün ise cinsel aidiyetiniz olabilir sizi ötekileştiren ve nefreti üzerinize çeken...

Auschwitz'de gaz odalarının yıkıntıları ve esirlerin alıkonulduğu barakaların arasından geçerken “öteki”ne yapılan o büyük kötülüğü tetikleyen nefret duygusunun, hoşgörüsüzlüğün aslında bu gezegendeki en tehlikeli nükleer silah olduğunu fark ediyor insan.

Şimdi içimizdeki nefretle, hoşgörüsüz olan ikinci “ben”le mücadele etmeye

başlamanın zamanıdır...

Sedat Ergin

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16941688&yazarid=308&tarih=2011-02-05

YAHUDİ SOYKIRIMININ 66 SENE SONRA DA OLSA TÜRKİYE’DE NİHAYET ANILMIŞ OLMASI BAŞLI BAŞINA OLUMLU BİR GELİŞME

27 Ocak’ta Neve Şalom’da düzenlenen anma töreni, devletin Yahudi soykırımına ilişkin mesafeli tavrında bir değişiklik olmaya başladığının işareti olarak görülebilir. Başta İstanbul Valisi ve Dışişleri Bakanlığı temsilcisi olmak üzere devlet erkânının törene katılmış olması, ortada bir ‘politika değişikliği’ olduğunu ima ediyor. Keza, bugün Polonya topraklarında olan Auschwitz toplama kampında düzenlenen anma törenlerine Türkiye hükümetinin ilk kez temsilci göndermiş olması, Neve Şalom’daki anmanın Yahudi cemaatinin aldığı bir kararın sonucu olmaktan ziyade, yeni bir devlet politikasının meyvesi olduğunu düşündürüyor. Böylesi bir resmi tutum değişikliğinin ardında ne tür dış politika endişeleri olabileceği bir yana, Yahudi soykırımının 66 sene sonra da olsa Türkiye’de nihayet anılmış olması başlı başına olumlu bir gelişme.

Dilek Kurban

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1039023&Date=05.02.2011&CategoryID=98