Merhaba Şalom,
‘B yüzü’ nün geçtiğimiz haftaki ilk cümlesi uzun zamandır duymaya hasret kaldığımız bir itiraf niteliğinde: “Artık çoğu şeye vaktimiz yetiyor”. Ancak bu saptamanın benim ve benim gibi hisseden bazıları için çogu zaman neden geçerli olmadığı düşüncesi de aynı anda belirmekte gecikmedi. Kendimize ayırabildiğimiz vaktin belli dönemler dışında çok kısıtlı olduğunu sürekli olarak hissediyor ve bu trendin ilerideki günlerde ezici bir şekilde artacağı inancını taşıyorum. Riva Şalhon’un da söylediği gibi yorgun argın işinden evine dönen kişi, telefon ve tabletler aracılığıyla sürekli bağlantı ya da iletişim halinde olduğundan, gerçekten de işini mi yapıyor yoksa dinlenir gibi gözüküp beynini doldurmaya ve yanındakilerden fiziksel olmasa da zihinsel olarak azar azar kopmaya devam mı ediyor ikilemiyle karşı karşıya...
Günümüz insanının içinde bulunduğu bu durumu bazı yazarlar ya da internet guruları iyimser bir bakış açısıyla değerlendirip inanılmaz süratle gelişen bilişim teknolojisinin insanları televizyon izlemekten daha faydalı ve hatta daha yapıcı aktivitelere yönelttiğini iddia ediyor. Ancak, sanal ortam bizi o denli geniş, alanı hiçbir çizgiyle belirlenmemiş ve içinde çok uzun zamanlı kayboluşların sıklıkla yaşandığı bir dünyayla karşı karşıya bırakıyor ki herhangi bir televizyon programı için izleyicisine benzer bir etki yaptığı söylemi gerçekten biraz uzak kalıyor. Daha da önemlisi, sanal ortamın sebep olduğu bu kayboluş maalesef özellikle genç nüfusun kolektif emek harcadığı ya da bilgi ve becerisini arttırıp paylaşmaya çalıştığı platformları oluşturmuyor çoğu zaman. Türkiye’deki “sosyal medya” kullanımına geçişin bilimsel verilere dayanmadan salt gözlemsel olarak henüz çok başında olduğunu kabul etmem bir yana, genç kitlelerin de ancak çok azının bu olguyu yararlı ve etkin bir şekilde nasıl kullanacaklarını bildiği kanaatindeyim. Durum böyle olunca da “Cognitive Surplus” yani “Bilişsel Fazlalık” fikri hem belli çoğunluklara çok uzak duran, hem de yakın durduğu kitlelerde dahi ancak sanal ortamların nasıl daha yapıcı ve yaratıcı kullanılması gerektiğini bilen ve bunu yerine getiren topluluklar arasında etkin ve kabul gören bir fikir olabilir.
Aksi takdirde Shirky’nin kitabında adını verdiği ve kuramsallaştırmaya çalıştığı fikir, yine yazar tarafından eleştirilen ve 18. yüzyıl başlarında özellikle İngiltere’de yaşanan ‘Gin Craze’ yani ‘Cin Çılgınlığı’na benzettiği pasif televizyon izleme alışkanlığından daha esir edici ve ‘gerçek’ sosyal paylaşımı sinsice yok edici bir sürece oldukça yakın düşer.
Saygılarımla,
Ori PAPO