Bir yılı daha geride bırakıp 2011 yılına gelindiğinde pek çok araştırmacı yazar ve akademisyenin ilgisini çeken önemli bir konu Amerikan Foreign Policy Dergisi sayesinde tekrar gündeme geldi. Foreign Policy, geçen senenin ortalarında Ortadoğu’nun hakimi İran derken, artık bölgede İran ve Türkiye ikili gücünün sivrildiğini iddia ediyor
Bir yılı daha geride bırakıp 2011 yılına gelindiğinde pek çok araştırmacı yazar ve akademisyenin ilgisini çeken önemli bir konu Amerikan Foreign Policy Dergisi sayesinde tekrar gündeme geldi. Foreign Policy, geçen senenin ortalarında Ortadoğu’nun hakimi İran derken, artık bölgede İran ve Türkiye ikili gücünün sivrildiğini iddia ediyor
Yeni yılda, Ortadoğu’daki yeni iki gücün varlığı tam anlamıyla hissediliyor. Amerikan Foreign Policy Dergisi tarafından yapılan bir araştırma sonucuna göre, Ortadoğu’nun ağırlık merkezi Arap ülkelerinden, İran ve Türkiye’ye kaydı. Bu güç dengelerinin İran lehine değişimi Irak’taki Baas Partisi ve Afganistan’daki Taliban’ın saf dışı bırakılmasına bağlanıyor. Aynı zamanda Türkiye’deki değişimi 2002 yılından itibaren Ak Parti’nin iktidarda olması ve ABD’ye karşı ilk defa meydan okuyarak 2003 yılında Irak’ta bir kuzey cephesi açmasına izin vermemesi ile başladığını belirtiliyor. Bu günlerden sonra uluslararası platformda meydana gelen olaylar zinciri, Türkiye ve İran’ın Ortadoğu’nun yeni liderleri olduğunu açıkça sergiliyor. Türkiye ve İran’ın Ortadoğu’da yeni bir hâkimiyet başlattığını nasıl açıklayabiliriz? Mısır, Suriye ve Ürdün gibi Arap ülkelerinin bölgedeki iktidarı İran ve Türkiye’ye kaptırması bu coğrafyadaki güçler dengesini de altüst etmiş oldu. Bu ülkelerin Ortadoğu’daki hareket kabiliyetlerinin sınırlı seviyelerde olması ve yeni güçlerin daha etkin şekilde bölgede kendilerini göstermeye başlaması bölgenin eski liderlerinin tüm ilgi alanlarını İsrail-Filistin meselesine endekslemelerine bağlayabiliriz. Bu konuya ek olarak bu ülkelerdeki iç ve dış dinamikler de manevra kabiliyetlerini minimuma indirmelerine neden olmakta. Ortadoğu’nun yeni liderleri olarak gündeme gelen Türkiye ve İran’ın bu gücü pek çok farklı etkenle birlikte düşünülmeli. Türkiye’nin 1990’lı yıllarda İsrail ile yaşadığı özel dostluk bugün yerini buz dağlarına bıraktı. PKK’nın geçtiğimiz yıllarda pasifize edilmesi ve Türkiye - Ermenistan ilişkilerinin düzeltilme çalışmaları Türkiye’nin ABD ve dolayısıyla İsrail’e olan bağımlılığını ortadan kaldırmaya başladı. Türkiye - Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi ile soykırım iddialarının da bir nebze önüne geçildi. Böylece ABD’deki Yahudi lobisinin Türkiye için önemi azaldı. Uluslararası konjonktürde ise İsrail’e her yönden destek veren ABD’deki Bush yönetimi yerine her an İsrail politikalarına eleştirisel yaklaşabilen Obama hükümeti var. Türkiye bir yandan enerji, petrol, doğal gaz ve ticari alanlarda İran, Rusya, Çin ile yakınlaşma içinde olurken öbür taraftan bölgedeki diğer Arap ülkeleri ile birlikte batıdan uzaklaşıyor izlenimini veriyor. Türkiye’nin eksen kayması yaşadığı doğru mu? Türkiye’nin Ortadoğu’da değişen dengeler karşısında izlediği dış politika ABD’yi de zora sokuyor. ABD’nin değişim çerçevesinde yerinden oynayan taşlara karşı Ortadoğu siyasetini yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Aynı şekilde kapı komşuları ile ilişkileri iyileştirme amacı çerçevesinde politika yapan Türkiye’ye karşı İsrail, Türkiye’nin yeni dış politikasında yerini bulamıyor. Türkiye bir taraftan İsrail ile soğuk bir savaş yaşarken, diğer taraftan da bölgedeki arabuluculuk görevini tüm hızıyla devam ettiriyor. Buna bir örnek de yakın zamanda İran’ın nükleer zenginleştirmesini incelemek amacıyla İstanbul’da gerçekleşen nükleer toplantı gösterilebilir. Türkiye bu toplantıya ev sahipliği yaparak İran ve diğer dünya ülkeleri arasında bir köprü rolünü üstlenmiş oldu. Kuzey Afrika’da devrim ateşinin yandığı ilk ülke olan Tunus’tan sonra Mısır’daki halk hareketi uluslararası platformda kırmızı sinyallerin yanmasına yol açtı. Bu sinyallerin domino etkisi yaratmasından endişelenen dünya kamuoyunun dikkatleri yeniden Türkiye’ye çevrildi. Ortadoğu’nun liderliğine oynayan Türkiye’nin böyle bir kriz anında uygulayacağı arabuluculuk taktikleri bölgenin yeniden dengeye ulaşmasında büyük rol oynayacak. Bu tarz politik manevralar sayesinde eğer başarılı olabilirse Türkiye’nin bölgedeki liderliği bir kere daha ispatlanmış olacak. WikiLeaks etkisi ve İran’ın yükselişi Ortadoğu’da bugün yaşanan krizin önemli bir sebebinin WikiLeaks’ten yayınlanan kriptolar olduğu söylenebilir. Kendi halkları ile büyük sıkıntıları olan Ortadoğu’nun despot ülkeleri yönetimlerinin foyaları kriptolar sayesinde deşifre edilince durumları daha da zorlaştı. Tunus’un başındaki Bin Ali’nin halkın ayaklanmasına dayanamayıp ülkeden kaçması, Sudan’da referandum sonrası halkın ikiye bölünme olasılığı, Mısır’daki halk isyanı, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın Ortadoğu krizine karşı ilgisizliği, İran’ın gücünü arttırması tezini doğruluyor. Ortadoğu’daki krizden en çok fırsat çıkaranlardan biri de İran. Dünyadaki en önemli ve büyük nükleer güçlerden biri olmaya aday İran, ABD’yi oldukça zor durumda bırakmakta. Lübnan krizi ise bardağı taşıran son damla oldu. Lübnan’da Hariri suikastını araştıranların Hizbullah’ı şüpheli duruma sokması Lübnan hükümetini düşürdü. Bu süreç İran’daki Hizbullah yanlısı fırsatçıların işine yaradı. Tüm uluslararası uyarılara rağmen nükleer gücünü tam hız arttıran İran, Ortadoğu’daki liderliğini de sağlam temellere oturtmayı başarıyor. Bu durum ekonomik, politik ve güvenlik açısından ABD, AB ve İsrail’in hiç işine gelmiyor. Suudi Arabistan ve petrolün politik gücü Amerikan İstihbarat Konseyi tarafından yayınlanan raporda belirtildiğine göre İran’ın limitsiz bir güç olarak bölgedeki liderliğini tek bir ülke dengeleyebilir. O da Suudi Arabistan. Uzun yıllardan beri bölge liderliğinde güç ekseni zayıflayan enerjisi nedeni ile Mısır’dan Suudi Arabistan’a kaydı. Krallık, batılı devletler için İran’a karşı ümit kaynağı olarak görülüyor. Ancak Suudi Arabistan, bu görevi üstlenmek için şartlarını da ortaya koyuyor. Suudi Arabistan birleşik bir Irak görmek istediğini ve İsrail-Filistin meselesinin barış yolunda ilerlemesi ve hatta sonuçlanması gerektiğini ön şart olarak belirtiyor. Diğer taraftan petrol de bölgesel liderliği belirleyici önemli bir güç. İran’ın 2011 başında OPEC Başkanı seçilmesi sonucunda ekonomik çıkarlarda yeni beklentiler doğuruyor. Buna rağmen dünyanın iki nükleer gücü olan Rusya ve Çin’in stratejik ortaklık başta olmak üzere enerji, bankacılık, ticaret ve güvenlik gibi alanlarda yaptığı anlaşmalar İran’a meydan okuyacak nitelikte. 2009 yılında inşasına başlanan Doğu Sibirya-Pasifik petrol boru hatlarının 2011 yılının sonunda bitmesi bekleniyor. Bu da İran boru hatlarına karşı bölgede rekabet ortamı yaratıp ülke ticaretine sınır koyma niteliğinde olabilir. Böylece İran’ın belirli oranda ekonomik gücü de zayıflatılmış olacaktır. ABD’nin zor kararı Ortadoğu’da değişen denklemler doğrultusunda ABD kendi çıkarlarını oturtacağı ince çizgiyi yeniden düşünmek ve belirlemek zorunda. ABD, yeni bir bölgesel güç olarak ortaya çıkan Türkiye ve bölgenin diğer önemli lideri konumundaki İran’ı da hesaplayarak yeni bir strateji üretmeyi denemeli. Bu aşamada ABD’nin müttefiki olarak Türkiye, hem İran’ı dengelemek hem de Ortadoğu’daki ABD etki alanlarının önemli bir kalesi olması açısından ABD için vazgeçilmez bir güç. Bu da gelecek günlerde Ortadoğu’nun tarihinde de büyük bir önemi olan Türkiye’nin belirleyici rolünü derinleştirebilir. ABD bu aşamada Türkiye’ye her şekilde ihtiyaç duyacağı ve Türkiye’den etkin bir rol bekleyeceği öngörülebilir.