Kızgınlık hepimizin sıklıkla yaşadığı, sağlıklı, enerji dolu, renkli bir duygudur. Siz nelere, kimlere kızarsınız? Peki, kimlere kızamazsınız?
Haksızlığa uğradığımızda, bizi dinlemedikleri zaman, saygısız davranışa maruz kaldığımızda, kendimizden çok fazla ödün verdiğimizde, aşırı fedakârlıklarda bulunduğumuzda, istismar edildiğimizde, yakın ilişkilerimizde hep kürek çeken kişi durumundaysak, hakarete uğradığımızda, küçümsendiğimiz zaman, değer verilmediğimizde, önemsenmediğimizde, alay edildiğinde, korktuğumuzda-kaygılandığımızda, hayal kırıklığına uğradığımızda, bir ihtiyacımız karşılanmadığında ve benzer birçok durumda kızgınlık hissederiz. Uygun kişiye, uygun olan bir dille ifade edebildiğimizde rahatlarız. Siz nelere, kimlere kızarsınız? Peki, kimlere kızamazsınız?
Çocuğu eve geç kalınca kapıda onu kızgınlıkla karşılayan annesi, aslında yoğun bir kaygı yaşamaktadır. Yani buradaki en temel duygu kaygıdır; çocuğunun başına bir şey gelip gelmediğini merak etmiştir. Ya da otoritesinin önemsenmediğini düşündüğü için kızıyor olabilir. Çocuğu, belirli bir saatte eve dönmesini söylediği halde, sık sık buna uymuyorsa, anne kendi sözünün önemsenmediğini, değer verilmediğini, hiçe sayıldığını hisseder. Kızgınlık ise o anda ortaya çıkan tepkidir.
Kızgınlık anında verilen tepki, sözel ve sözel olmayan ifadelerden oluşur. Suçlama, dolaylı ifadeler, imalar, saldırganlık, bağırma, küfürler, hiç konuşmama, surat asma, kaş çatma, dişleri sıkma, yüzün kızarması, kalp atışlarının hızlanması, bir şeyler fırlatma, şiddet kullanma, mekan değiştirme, ‘sen zaten hep…’ diye başlayan genellemeler, küsme, pasif-agresif direnişler; daha uzun vadede ise intikam planları yapma, kin gütme, kara listeye alma, selamı sabahı kesme, baş ağrısı, mide bulantısı, kramplar, iştahsızlık, uykuların kaçması bunlardan bazıları. İfade edilmeyen, bastırılan, biriktirilenkızgınlıkların psikosomatik rahatsızlıklara (migren, gastrit, tansyon gibi), motivasyon kaybına, ilişkilerin bozulmasına, depresyona, dikkat dağınıklığına, hatta kansere kadar giden hastalıklara yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Kızgınlığı bir buz dağına benzetebiliriz. Buz dağının görünen sivri kısmında kızgınlık tepkileri ortaya çıkar. Hâlbuki buz dağının altında yatan duygular farklıdır. Eşimize bizim için çok önemli bir konuyu anlatıyorsak ve o dinlemiyorsa kızarız. Kızgınlığın altında yatan temel duygu burada önemsenmemek, değer verilmemek veya hayal kırıklığı olabilir. Çoğu zaman altta yatan bu duygunun farkında olmadığımız için veya kızgınlığımızı kontrol edemediğimiz için, ağzımızdan şu sözcükler dökülür: “Zaten ne zaman beni dinledin ki? Ben de seni dinlemicem! Beni çok kızdırıyorsun!” (gözünüzün önüne çatılmış kaşlar, yükselen bir ses tonu, kızaran bir surat geliyor mu?) Bu cümlede buzdağının altında yatan, kızgınlığımıza eşlik eden duygularımızla ilgili hiçbir ifade yok. Üstüne üstelik bizi kızdırma gücünü eşimize atfetmiş durumdayız. Yani kızgınlığımızın sorumluluğunu ona yüklemiş bulunuyoruz. Bu da yetmezmiş gibi, ‘Zaten ne zaman…’ şeklinde bir genelleme yapıp, suçlamada bulunuyoruz. Buyurun size bir iletişim çatışması! Eşiniz sizce ne yapacak bu durumda? Büyük ihtimalle savunmaya geçecek (hiç de değil, ben seni hep dinlerim, ama bu anlattıklarından hiçbir şey anlamıyorum, ilgimi çekmiyor ki, zaten işten yorgun geldim, kafam dolu….) ya da bu dediklerinizi de önemsemeyerek, TV seyretmeye devam edecek. Sizin kızgınlık termometrenizde de hatırı sayılır bir yükselme olacak. Kötü haber şu: tansiyonunuzu düşürme sorumluluğu da sizde… Tıpkı kızgınlık duygusunun size ait olduğu, başkasının sizi ‘kızdırma’ gücüne sahip olmadığı, kızgınlığınızı ifade etme (ne şekilde?) -etmeme kararının da sizin olduğu gibi. Unutmayalım ki ifade edilmeyen duyguların faturasını uzun vadede bedenimiz ödemektedir… Hem de ağır bir şekilde.
Kızalım da, nasıl? Kızgınlık yönetimi aslında içsel bir yolculuğu gerektiriyor. Bizi nelerin, kimlerin, hangi tavırların kızdırdığını fark etmemiz gerekiyor öncelikle. Ailelerimizde yetişirken izlediğimiz, model aldığımız ‘kızgınlığı ifade etme’ tarzlarını da bir hatırlamakta yarar var. Anne-babamız birbirlerine veya biz çocuklara, arkadaşlarına… kızınca ne yaparlardı? Biz hangisine daha çok benziyoruz? Kızgınlık evimizde ifade edilmeyen, bastırılan bir duygu muydu? Kızanlar birbirlerine küserler miydi? Peki, şimdi evimizdeki (mevcut ailemizdeki) durum nedir? Geçmişten getirdiklerimiz bugünkü tavrımızı etkiler ancak eğer bu tarz işimize yaramıyorsa, değiştirebiliriz. Yeter ki farkında olalım. Tabii bu noktada hem kızan kişinin, hem de kızılan kişinin (anne- babamız) bizdeki etkileri söz konusu.
Farkına varmamız gereken sadece model aldığımız kızgınlık tarzları değil elbette. Kızgınlığımıza sahip çıkmamız ve bu duygunun sorumluluğunu almak için, kızdığımızı kabul etmemiz gerekir. Kızarken bedenimiz bize ne gibi sinyaller veriyor? Kafamızdan geçen düşünceler neler? Kızgınlığımıza eşlik eden (altta yatan) diğer duygularımız neler? Bu üç soruyu antrenman soruları gibi kendimize sorarsak, farkındalığımızın arttığını görürüz. Şimdi bu yazıyı okurken, “ben bu soruları kendime sorup, cevaplarını bulana kadar, kızgınlığım geçer… Şöyle bir ağız tadıyla kızamayacak mıyım?” dediğinizi duyar gibiyim. Hani derler ya, “çok kızdığında önce şöyle derin bir nefes al, 10’a kadar say, sonra söyleyeceğini söyle” diye. İşte bu üç soru bize nefes alma ve kızgınlığımızı daha iyi yönetme zamanını kazandıracak. Vereceğimiz sözel tepkide o anda hangi davranışa kızdığımızı, neler hissettiğimizi (kaygı, hayal kırıklığı, yetersizlik, değersizlik…) ve bunun bize neye mal olduğunu (motivasyon kaybı, iletişim kurma isteksizliği, zamanın boşa gitmesi, emeğin boşa gitmesi…) söylememiz önemli. Suçlayarak, yargılayarak, genelleyerek, bağırıp çağırarak veya dolaylı, imalı şekilde kızarsak, karşımızdaki kişi ya savunmaya geçecek, ya saldıracak, ya da tam olarak neye kızdığımızı anlamayacak.
“İşte sen her zaman böyle ilgisizsin, sana hiçbir şey anlatılmaz ki… Sinirlerimi tepeme çıkarıyorsun!”
“Benim için önemli bir şeyden bahsediyorum. Sen dinlemediğin zaman önemsenmediğimi hissediyorum ve devam etmek istemiyorum.”
“Ne güzel dinliyorsun beni… Tv’den gözlerini ayırmadan!”
Bu üç kızgınlık ifadesi sizde ne gibi etkiler uyandırıyor? Bunları duyunca ne yapardınız?
Önemli olan kızgınlığımızı tanımak ve iyi yönetebilmek; kızmamak veya ifadeetmemek değil. Her birimiz kızgınlığımızı kendi tarzımızda ifade edeceğiz elbette; kitabi, mükemmel cümlelerle değil, doğal ifadelerle. Duygularımızın sorumluluğunu alarak, karşımızdakini suçlama cümleleriyle değil, kendimizi anlatan cümlelerle. Tabii buna uygun bir beden diliyle (ses tonu, göz teması, duruş, …). Eğer karşımızdaki kişi bu ifadeden etkilenmişse ve o da kendini anlatmak istiyorsa, fırsat verelim, dinleyelim. Bu yol her zaman sorunları, çatışmaları çözmeyebilir. Ama bize düşen ve kontrol edebileceğimiz kısmı kızgınlığımızı sağlıklı ve güvenli bir şekilde ifade etmek. Karşı tarafın tepkisini kontrol edemeyiz. Her şeye rağmen kızdığımız davranış devam ediyorsa belki ilişkimizi gözden geçirebiliriz. Biriktirilmiş, bastırılmış kızgınlıklara rastlayabiliriz, ya da hedefini şaşırmış kızgınlıklara, bitirilmemiş işlere… Ama şu soruyu kendimize sormaktan bıkmayalım: ‘Ne oluyor dakızıyorum?’
Miryam ANJEL