Bir kaç hafta önce yeni bir yıla girdi dünya insanı... Düşünen insan 31 Aralık günü yine mizan çıkararak, bilanço yaparak, kendini mümkün olduğunca tarafsız değerlendirmeye çalıştı. Kendi açısından bir daha baktı başından geçenlere...
Önce geride kalmış günlerdeki kötü anıların gerçekten geride kalmış olmasını diledi, sonra geçmişte kalan tüm olumsuzlukları unutmanın ve yaşamında yeni bir sayfa açmanın peşine düştü... Kendi için daha iyi bir zamana açılmak istedi...
‘Yeni’ kendi için ‘daha iyi’nin çağrışımını yapıyordu çünkü.
Ben de bu yeni yıla girerken önümdeki zamana kendi perspektifimden bakmak için sıvadım kollarımı önce. Herkes gibi hayatımda yeni bir sayfa açma fırsatıyla ‘ben’ odaklı iç hesaplaşmalarımı yaptım ve geçen yılın olumsuzluklarını kendi açımdan ‘ben’, ‘bana’, ‘beni’, ‘bende’, ‘benden’ sözcüklerini merkez alan düşüncelerimi sıraladım.
‘Ben mutlu muyum?’
‘Bana neden yalan söyledi?’
‘Beni üzdün.’
‘Aradığı hangi özellik yoktu bende?’
‘Benden neyi sakladı?’
Dalmış, düşüncelerim içinde boğulurken yanımdaki arkadaşımın telefonda birine ‘Hep kendini düşünüyorsun’ demesiyle irkildim...
Ben sadece kendimi, egomu düşünerek bir hesaplaşma içine girmiştim. Oysa birkaç ay öncesinden beri ilgi duymaya başladığım Buda felsefesinin beni en etkileyen ve gerçekliğinin farkına vardığımda beni çok sarsan temeli ‘dertlerimizin temelinde egomuz şiddetli arzularımız ve bağımlılıklarımız yatar’ değil miydi?
Dertlerimizin temelinde egomuz şiddetli arzularımız ve bağımlılıklarımız yatar...
Başta bana çok saçma görünen bu fikir bugün yaşamımı yönlendirmemde bir hayli önemli bir rol oynuyor.
İnsanın egosu ve sahip oldukları gerçekten mutluluğa değil, tam aksine mutsuzluğa sebep oluyor çünkü...
Cep telefonunuzu kaybetseniz üzülürsünüz. Halbuki bir cep telefonunuz olmasaydı, onu kaybetmeniz de söz konusu olmayacaktı ve üzülmeyecektiniz. Sahip olma, beraberinde sahip olmanın dertlerini de getiriyor çünkü...
“Okuldaki arkadaşım bana küfür etti.” Üzülüyorsunuz. Tümceden ‘bana’ sözcüğünü kaldırın, yok edin egonuzu. “Okuldaki arkadaşım küfür etti.” Üzüntü duygusu ‘bana’ sözcüğüyle birlikte yok oldu, değil mi? Tümcelerinizden ve düşüncelerinizden ‘ben’ ve birinci tekil zamirin beş halini kaldırın, beraberinde kaygı ve üzüntüleriniz de yok olacak...
Kolay mı bunu yapmak? Hiç değil... Çok ama çok çalışmak gerekiyor.
Ünlü bir deyiş: “Eğer zihin kurulmamış haldeyse, yani kendi halindeyse, mutlu ve neşe doludur; tıpkı bardakta duran su gibi, dokunulmadığı zamanlarda doğasından gelen şekilde şeffaf ve durudur,” der.
Yaşamlarımızdaki şiddetli ve sıkıntılı koşuşturmacayla, saldırganlık derecesinde rekabetle, hırsla, bir şeylere sahip olma isteğiyle yani gereksiz zihin meşguliyetleriyle beynimizi öylesine kurmuşuz ki bu kavramlardan ve duygulardan sıyrılmak zorlu bir süreç haline gelmiş bizim için.
Farkında değiliz ki ancak tüm bunlardan arınmaya çalışırsak ‘ben’den kurtulabiliriz ; ‘ben’ ile ‘sen’i, ‘biz’ ile ‘onlar’ı, ‘içerideki’ ile ‘dışarıdaki’ni ayıran bir çizgi olmadığının farkına varabilir ve mutluluğa ulaşabiliriz.
Elbette rekabetten, sahip olma isteğinden, ‘ben’ ve birinci tekil zamirin beş halinden, kısacası amaçlardan tamamen arınmam mümkün değil. Çoğumuz için bir amaç olmazsa çalışmak, düşünmek söz konusu değil çünkü.
Hırslarımdan, isteklerimden ve benliğimden tamamen sıyrılmak çoğumuz gibi benim için de mümkün olmadı. Fakat Buda felsefesi, tüm benliğimi değilse de biraz değiştirdi düşüncelerimi.
Ben, ‘ben’in önemini yitirdiği bir dünyayı hayal edebildim sadece.
Bu dünyayı hayal ettiğimden beri ona olabildiğince yakınlaşmak için sınırlarımı zorladım ve zorlamaya devam edeceğim. İnanıyorum ki ancak ‘ben’den sıyrılıp ‘biz’e odaklandığımda mutluluğa ulaşabileceğim yeni yılda ve sonraki yıllarda...
Roslyn Saftekin