Değerli İvo Molinas,
Şalom’daki 29 Eylül tarihli ‘Quo Vadis Avrupa?’ yazınızı ilgiyle okudum. Bir katkıda bulunmama izin verin lütfen...
Avrupa’da ırkçılığın ve neo-faşizmin yükselmesini açıklamak için genelde ileri sürülen argümanlar, yerli Avrupalılarla göçmenlerin ya da onların soyundan gelenlerin karşıtlığı olarak sunuluyor. Bu sebeplerden sadece biri... Belki de diğer en önemli sebep, dünyada Soğuk Savaşı’ın ve reelkomünizmin tasfiyesiyle birlikte faşizme karşı duracak bir sosyalist cephenin dağılmasıdır.
Ayrıca şu olguyu Türkiye’de bile hepimiz gözlemliyoruz: Modernleşme ve aydınlanmanın tezgâhından geçmiş, belli bir eğitim ve refah seviyesine ulaşmış zümre ve gruplarda kadınların doğum oranı, çocuk sahibi olma yaşı ve ailedeki çocuk sayısı epeyce düşüktür. Bu nedenle ‘yerli’ Avrupalıların nüfusu sabit kalırken hatta azalırken çoğunluğu Müslüman olan göçmenlerin sayısı arttıkça artıyor. Avrupa’da kiliseler kapanıyor, camilerin ve İslami kültür merkezleri pıtrak gibi çoğalıyormuş... Tabi bu ‘yerli’lerde bir gücenme, tepki ve öfkeye yol açıyor. Düşünün ki, çocukluğunda ailesiyle gittiği kilisesinin camiye çevrildiğini gören bir ‘yerli’nin duygularını...
Ayrıca, yerli Avrupalıların zamanı geldiğinde ‘düğmeye basacağı’ yolundaki görüşünüze katılamıyorum. Avrupa hayatiyetini ve doğurganlığını kaybetmiş, maziye ait bir uygarlıktır. Nasıl ki 19.yy’da dünyayı sömürgeleştirmişse, şimdi sömürgeleştirdiği bu ülkelerden gelen göç dalgası bir nevi intikam almaktadır. Çünkü bu ‘Doğulular’ her nasılsa doğurmaya ve hayatiyetlerini sürdürmeye devam ediyor.
Tıpkı, Türkiye’de Kürtlerin, İsrail’de Filistinlilerin yaptığı gibi... Sanırım, yazılarınızda zaman zaman bahsettiğiniz Schopenhauer felsefesi bunu iyice açıklıyor.
Selamlarımı sunar esenlikler dilerim...
EVREN İŞBİLEN
Araştırmacı-yazar, ODTÜ Uluslararası İlişkiler doktora öğrencisi