‘KAVŞAK’ta kesişen kaderler

Henüz ilk uzun metrajlı filminde yeteneğini sergileyen Selim Demirdelen, İstanbul’da hayatları kesişen bir avuç insanın iç içe örülmüş kederli öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı bir felaketin travmasını atlatmaya çalışan bir muhasebecinin ve etrafındaki küçük insanların hayata tutunma savaşını izliyoruz.

Viktor APALAÇİ
13 Ekim 2010 Çarşamba

Filmin “Paramparça Aşklar, Köpekler” başyapıtından ödünç alınan finalinde, aklımıza takılan tüm soruların cevabını buluyoruz

Tam on yıl önce, Meksikalı yazar Guillermo Arriaga ile yönetmen Alejandro Gonzales Innaritu işbirliğinden doğan “Paramparça Aşklar, Köpekler / Amores Perros” modern sinema konseptinde bir çığır açtı. Birbirlerini tanımayan değişik grupta insanların yollarının kesiştiğini anlatan öykücükler, paralel olarak anlatılıyor, ilginç tesadüfler bu insanların kaderlerini değiştiriyordu.

Birbirlerine göbekten bağlı iç içe örülmüş öykücüklerden oluşan yapı, Senarist Arriaga-Yönetmen Inarritu tarafından, bıkkınlık getirene kadar sürdü, sonradan ikilinin yolları ayrıldı. Ancak moda olan bu türden, içlerinde Paul Haggis’in de bulunduğu sinemacılar, çok başarılı örnekler sundular.

Henüz ilk uzun metrajlı filminde yeteneğini sergileyen Selim Demirdelen, “Kavşak”ta İstanbul’da hayatları kesişen bir avuç insanın iç içe örülmüş kederli öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı bir felaketin travmasını atlatmaya çalışan bir muhasebecinin ve etrafındaki küçük insanların hayata tutunma savaşını özenli bir sinema diliyle anlatan film, kendini baştan sona ilgiyle izlettiriyor.

“Kavşak”ın senaryosunu yazan, yöneten ve müzik partisyonunu hazırlayan Selim Demirdelen, olgun sinemasıyla, gelecek vaat ediyor.

Gerçekçi, samimi ve inandırıcı bir senaryo, dengeli bir gerilim atmosferi sağlayan bir mizansen, özenli görüntüler, dinamik bir kurgu ve mükemmel bir oyuncu kadrosu “Kavşak”ı iyi bir film yapıyor.

HAK EDİLMİŞ ÖDÜLLER

Çevremizde yaşayan, ketumiyetleri yüzünden özeline giremediğimiz insanlara haksızlık edip kolaylıkla ‘asosyal’ etiketi yapıştırırız. Film, bu durumun geçmişte yaşanan bir felaketten kaynaklanabileceğini gösteriyor.

Yaşı geçkin, sessiz, sakin, çalışkan, şirket muhasebecisi Güven ideal bir aile reisidir. İşten çıkar çıkmaz evine koşan, ailesini patronuna dahi tanıştırmayan Güven’in asosyalliği, şirkete yeni gelen Arzu’nun dikkatini çeker. Güven’in kimseyle paylaşmadığı özel hayatı dışarıya yansıttığı gibi midir?

“Kavşak”, Güven’in açıklarını yakalayan Arzu’nun ısrarlı takipçiliğiyle, aklımıza gelen sorulara cevap arıyor. Film, büyük kent cangılından seçilmiş, başarıyla çizilmiş ilginç insan portreleri resmi geçidiyle, titiz karakter analizleri yapıyor.

Alkolik, sorumsuz, işsiz kocasından ayrılma kararı aldıktan sonra, yanına aldığı kızını geçindirmek için çalışmaya başlayan Ayşe…

Güven’in ev sahibi yaşlı Samiye Hanım ile işkence yaptığı için polislikten atılmış, karısıyla kızına şiddet uygulayan maganda oğlu Kemal…

Hastanede yatan kızkardeşinin ameliyatı için şirketin parasını zimmetine geçerin, Güven’den aldığı eski avansları ödemeyen, şirket çalışanı Haydar…

Film, karanlık ve kasvetli gerilimli bir dram atmosferi eşliğinde kahramanlarının öykülerini paralel bir kurguyla anlatır. Finalde, “Paramparça Aşklar, Köpekler” başyapıtından ödünç alınmış bir formül ile karakterlerin yazgılarının kesiştiğine tanık oluruz.

Demirdelen’in besteleriyle, Bülent Ortaçgil’in şarkılarıyla Altın Koza’da En İyi Müzik Ödülü, nefis kompozisyonuyla Sezin Akbaşoğulları’nın En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Umut Kurt’un Umut Veren Oyuncu Ödülü, En İyi Yönetmen Ödülü, hep hak edilmiş ödüller.

Hayat Paylaşılınca Güzeldir

Paris doğumlu İzlandalı yönetmen Dagur Kari, İstanbul Film Festivali’nden tanıdığımız “Buzdan Hayaller” ve “Tutunamayanlar” filmlerinden sonra, New York’ta çektiği “İyi Yürek / The Good Heart”ta ‘kaybeden’leri anlatmayı sürdürüyor.

Her yönetmenin kariyeri boyunca hep aynı filmi çektiği savını doğrulayan yorumuyla, Dagur Kari, aynı sorunları, benzer karakterlele “İyi Yürek”te işliyor. New York’un izbe bir kenar mahallesinde bar işleten kalp hastası ıssız adam, huysuz ihtiyar Jacques ile intihara meyilli evsiz genç Lucas’ın bir hastanede kesişen yolları, bu iki ‘kaybeden’in hayatlarını değiştirir.

Beşinci kalp krizinden hastaneye düşmüş, hayattan umudunu keşmiş, karamsar ve sinik Jacques, bileklerini kestiği için hastaneye kaldırılmış, temiz kalpli, saf, yersiz-yurtsuz sokak faresi Lucas’a kanı ısınır.

Himayesine aldığı, yatacak yer verdiği genç adama barmenliği öğreten Jacques, birbirlerine tamamen zıt karakterde iki insanın dost olabileceğini görür. Bar müdavimlerinin de sevgisini kazanan Lucas, kendisine sığınan, işinden kovulmuş hostes April’in gelişiyle patronuyla bozuşur.

Filmin senaryosunu yazan Kari, taş kalpli yaşlı ile altın kalpli genci, barınak arayan genç kızı ve bar müdavimlerinden oluşan yan karakterleri, gerçekçi, inandırıcı, etkileyici portreler olarak sunuyor. Hayattan kopmuş iki baş kahramanın birbirlerine destek olduktan sonra, hayatın paylaşılınca güzelleştiğini görmelerini ustalıkla vurgulamış.

Duygu yüklü bir hüzün atmosferi içinde anlatılan bu son derece sade film incelikli bir mizah arayışının ürünü. İyiliğin erdeminden bahsederken de iyimser mesajlar veriyor. Ancak beklenmedik şok finaliyle izleyiciyi hüzünlendiriyor. Dijital kamerayla çekilmiş görüntüler rahatsız ediyor, ancak oyunculuklar birinci sınıf. İngiliz büyük usta Brian Cox müthiş bir kompozisyon çizerken, “Kan Dökülecek”in genç papazı olarak hatırladığımız Paul Dano, Cox’un yanında ezilmiyor. Filmin tek kadın karakterini canlandıran genç Fransız oyuncu-yönetmen İsild Le Besco, kariyerinin ilk İngilizce filminde oynuyor.