Ekim ayına geldik; oyunseverler bilirler İstanbul’da Ekim demek, yeni oyun sezonu demektir. 1 Ekim itibariyle Devlet Tiyatroları ve İ.B.B.Şehir Tiyatroları yeni sezon programlarını açıkladılar; birçok özel tiyatro da oyunlarını sahnelemeye başladılar. Diğer bir deyişle, yazın tek tük oyun izleyebildiğimiz İstanbul’da şimdi ‘oyun zamanı’...
Bu tiyatro sezonunu kimlerin hangi oyunlarla açtığına göz atacağız. Ancak önce geçtiğimiz sezonu nasıl kapattık?
17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali
Geçtiğimiz tiyatro sezonunu 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ile kapattık. Yurtdışından dokuz tiyatro ve dans topluluğu ile Türkiye’den seyirciyle ilk kez buluşan 30’a yakın oyun, dans, performans ve özel gösterilerin yer aldığı festival, baharla yazın buluştuğu ayları dolu dolu programıyla ‘şenlik’lendirdi. Birçok oyunun ve sanatçının yanısıra Sidi Larbi Cherkaoui’nin ‘Sutra’sı, Tadashi Suzuki’nin ‘Elektra’sı, Rene Pollesch’in ‘Cinetitta Aperta’sı ve John Malkovich geçti İstanbul’dan. Bir de Andreas Kriegenburg’un ‘Dava’sı vardı, o bambaşkaydı. Şimdiye kadar takip etme fırsatı bulduğum her tiyatro festivalinde beğendiğim, izlemekten büyük keyif aldığım birçok oyunun yanında beni kışkırtan, tiyatro anlayışımın sınırlarını genişleten en az bir oyun olmuştur. Bu oyunlar sadece görüntüleri ve sesleriyle zihnime kazınmakla kalmadılar, bana tiyatroyu yeniden öğrettiler. Sadece birkaç yıl geriye gidecek olursak Theodoros Terzopoulos’un ‘Persler’i, Tadashi Suzuki’nin ‘Ivanov’u, Piccolo Teatro’nun ‘Arlecchino: İki Efendinin Uşağı’ adlı oyunu gibi... Bu sene ise seyrettiğim oyunlar arasında beni senelerce etkilemeye devam edeceğini düşündüğüm oyun, genç yönetmen Andreas Kriegenburg’un Franz Kafka’nın ‘Dava’sı üzerine yorumuydu. Üç saat süren oyunda arka sıralarda oturduğum için üst yazıları okumakta güçlük çekmeme rağmen ‘Dava’daki kavramlara dair anlamları sahnede yaratılan aksiyon ve sahne elemanları arasındaki ilişkide buldum. Oyuncunun oyuncuyla ilişkisinde, oyuncunun rolle ilişkisinde, oyuncunun sahne tasarımıyla ilişkisinde, sahnelemenin metinle ilişkisinde seçilen biçimlerin sahneye getirdiği yaşamsallık ve estetik bütünlük ‘Dava’nın ta kendisiydi. Ve en önemlisi uzun zamandır çağdaş olmak adına gerçekliği sanatın kendisi haline getirme, oyuncunun varlığını sıradan insana indirgeme eğilimlerinin bütün dünyada gösteri sanatları anlayışını çevrelediği bir ortamda sahnede zekice kurulmuş bir yapaylığa, bu yapaylığın kendi dilini inşa etmesine ve oyuncu maharetine yeniden tanık olabilmek kışkırtıcı bir umut verdi. ‘Dava’ ilk bakışta, yavaş yavaş izleyiciye doğru eğilen ve oyuncuların üzerinde dengelerini korumaya çalıştıkları yuvarlak bir mekanizmadan oluşan sahne tasarımıyla dikkat çekiyordu. İlginç ve çarpıcı fikirleri herkes üretebilir. Ancak her tasarım varlığı ve biçimi itibariyle bir anlam taşır ve sanatçının asıl mahareti biçimin taşıdığı ifadelere nüfuz edebilmek, onun kendi kendine konuştuğu evrensel dili keşfedebilmek ve bu dilin grameri içinde kendi dilini yaratarak biçimin içinden konuşabilmektir. (Burada konuyu dağıtma pahasına Kandinsky’e değinmeden geçemeyeceğim: içsel zorunluluk ilkesi ya da biçimin içsel tınısı olarak söz eder Kandinsky biçimlerin özünde yatan ifadelerden. “Her biçimin içsel bir içeriği vardır. Biçim demek ki, içsel içeriğin dışavurumudur.” Sanatta Zihinsellik Üzerine). İşte ‘Dava’yla Kriegenburg’un yarattığı biçime nüfuz ettiğini, onun içsel tınısından heyecan verici bir müzik elde ettiğini ve fizik kanunları ile oyuncunun maruz kaldığı durum arasındaki çelişki aracılığıyla adalet kavramını sorgulayan bir tasarım sunduğunu söyleyebilirim. Tasarımı tamamlayan ve maharetleriyle anlamlandıranlar ise oyunculardı. Gerek içinde bulundukları düzenek tarafından maruz bırakıldıkları zorlayıcı fiziksel durumda sergiledikleri ustalık, gerekse rollerin bir oyuncudan diğerine aktarıldığı müthiş bir kesinlik gerektiren kurgunun içinde sergiledikleri şaşmaz zamanlama becerileri tıpkı bir trapezcinin bir ipten diğerine atlamasındaki mükemmelliği ve riski taşıyordu. Zihnimde hâlâ oyunun ikinci yarısından bir görüntü: Soğuk bir ışıkta dikey konumda kendi çevresinde dönmekte olan mekanizmanın üzerine yerleştirilmiş kazıklara tutunmaya çalışarak uzun süre koregrafik bir şekilde devinen oyuncular tek tek aynı ritimde üstünde bulundukları düzlemden kendilerini usulca yere çekiminin gücüne teslime ederek sahneyi terkediyorlar. Kafka’nın yaşamın absürdlüğüne mahkum ettiği Bay K, tüm sıradanlığı ve değişmezliğiyle dönmeye devam eden düzeneğin üzerinde bir kazığa sımsıkı sarılmış tek başına kalıyor...
Yeni Sezonda Neler Var?
İstanbul Devlet Tiyatroları’nın ekim programında önceki sezonlardan devam eden oyunların yanı sıra dört yeni oyun var. Tuncer Cücenoğlu’nun ‘Kadın Sığınağı’ adlı oyununu Serpil Tamur yönetiyor. Hırvat tiyatrosu yazarlarından Mate Matisic`in Bosna savaşının ardından kaleme aldığı bir oyun olan ‘Bedensiz Kadın’ Kazım Akşar yönetiminde sahneleniyor. İlginç olabilecek bir başka oyun ise Yeni Dalga Katalan Tiyatrosu’nun deneysel yazarlarından kabul edilen Carles Batlle’nin ‘Baştan Çıkarma’sı; Mehmet Birkiye yönetiyor. Son olarak Hakan Çimensever’den bir Shakespeare komedyası geliyor: ‘Beğendiğiniz Gibi’.
İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda, bu sezon dördü çeviri eser olan toplam on yeni oyun sahnede olacak. Ekim ayı programında bu yeni oyunlardan birkaçı yer alıyor: Orhan Asena’nın yazıp Engin Alkan’ın yönettiği ‘Alemdar’, Yiğit Sertdemir’in yazıp yönettiği ‘Surname 2010’, Heather Raffo’nun yazıp Arif Akkaya’nın yönettiği ‘Arzunun Onda Dokuzu’ ve Murathan Mungan’ın yazdığı, Ersin Umulu’nun yönettiği ‘Dört Kişilik Bahçe’.
Garajistanbul’da 15-16-17 Ekim’de İstanpoli projesinin son ayağında Rimini Protokoll adlı Alman topluluğun İstanbul için özel olarak tasarladığı ‘Dağacar Bey ve Çöpün Altın Tektoniği’ adlı gösterim izlenebilir. İşlerini takip ettiğim kadarıyla sahneyi sıradan ve gündelik olanın rastlantısallığına teslim etmeyi tercih eden topluluğun bu tercihi nasıl bir gerçeklik arayışına dayandırdığını görmek açısından ‘Dağacar Bey ve Çöpün Altın Tektoniği’ni izlemek farklı bir deneyim olabilir.
Sezonu en erken açanlardan DOT ise, ekim ayında, genç üyelerinden Rıza Kocaoğlu’nun yönettiği ‘Punk Rock’ ile geçtiğimiz Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan Murat Daltaban’ın yönettiği ‘Malafa’yı sunuyor. İlerleyen zamanlarda geçtiğimiz sezon sahneledikleri ‘Pornografi’ de DOT’un oyun programında tekrar yerini alacakmış.
Aksanat’ta Barış Toraz’ın yazıp Mehmet Ergen’in yönettiği ‘Ben Patronum’ adlı oyun izlenebilir. Talimhane Tiyatrosu’na gelince henüz programını açıklamadı. Ama aldığım birkaç ipucuna göre bu sezonun ilk yarısında Tiyatro HAL’in ‘A4’ adlı yeni bir oyununu ve Laboratuar’ın yeni bir performansını seyredebileceğiz Talimhane’de. Geçtiğimiz sezon oynayan ‘Yastık Adam’ı ise umuyoruz ilerleyen aylarda izleme fırsatı bulabileceğiz.
Oyun Atölyesi’nin bu sezon yeni oyunu Shakespeare’den ‘Macbeth’. Kemal Aydoğan sahneye taşıyor. Tiyatro Stüdyosu ise bu sene yirminci yılını Anton Çehov’un ‘Vanya Dayı’ adlı oyunuyla kutluyor. Ataol Behramoğlu’nun çevirisi, Ahmet Levendoğlu’nun yönetmenliğinde sahneleniyor. İkinci Vanya Dayı Tiyatro Pera’dan. Nesrin Kazankaya kendi çevirisiyle sahneye koyuyor oyunu. İlk kez 17. Uluslararası Tiyatro Festivali’nde seyirci karşısına çıkan ‘Vanya Dayı,’ ekim ayından itibaren Tiyatro Pera’da. İKSV Salon’da ay boyunca her Pazartesi, Krek Tiyatro Topluluğu’ndan Berkun Oya’nın yazıp yönettiği 15 dakikalık oyun ‘Bomba’ var. Yeni ve genç bir topluluk olan Tiyatro 0.2 ise Taksim’de bulunan İkinci Kat’ta her hafta ‘17.31’, ‘Bazı Sesler’ ve ‘Korku Tüneli’ adlı oyunları sahneliyor.
Bir başka ilginç proje de Tiyatro Boyalıkuş’un ünlü Norveçli yazar Ibsen’in ‘Nora: Bir Bebek Evi’ adlı oyununu Kürtçe sahnelediği ‘Nora/Nure’, ekim’de Kumbaracı 50’de. Ayrıca, yine aynı mekânda her cuma Çetin Sarıkartal’ın yönettiği ‘Hakika Gala’ adlı oyun izlenebilir. Kumbaracı 50’nin programında Altıdan Sonra Tiyatro Topluluğu’nun ise, ‘Öldün Duydun mu?’, O.B.E.B., Fail-i Müşterek, ‘444’ ve ‘Kapıların Dışında’ adlı oyunları yer alıyor.
İşte sezonun ilk ayları için tiyatro rehberiniz... Şimdi ‘oyun zamanı’ı...
Verda HABİF