Günümüzün az çocuklu ebeveynlerinin eğitimine verdiği aşırı önem etkisiyle, anne-babanın çocuğun eğitimine ve eğitim kurumuyla ilişkisine müdahaleleri arttı
Anne-babaların geçmişte öğrenci, bugün yetişkin olarak (eğer kendileri bir görevle bu kurumda bulunmuyorlarsa) veli sıfatıyla eğitim ve eğitim kurumuyla yolları kesişir. Bir zamanlar öğrenci olarak içinde oldukları bu oluşumlarla yetişkin olarak ikinci karşılaşmalarında çok farklı duygu ve düşünceleri olur. Eğitim hayatı öğrenci iken talepleri, kuralları, sınırları, sorumlulukları ve diğer birçok özelliğiyle küçük insanı az ya da çok zorlamıştır. Bugün ise sanki kendi yaşamış olduğu sıkıntıları unutmuşçasına ve adeta kendisinde tamamlanmamış olan idealleri de çocuğuna miras olarak vererek hırslı ve talepkar bir anne-babaya dönüşmüş olabilir. Şüphesiz bu durum bütün anne babalar için geçerli değildir ya da aynı şekilde geçerli değildir. Bu nedenle belirli bir ebeveyn grubundan ziyade bir eğilimi ele almak istiyorum.
Kişi kendi arzusunu taşıyan olduğunda kendini yetiştirenlerden farklılaşmış ayrı bir birey olabilir. Nihayetinde tüm ebeveynler çocuklarının kendine yeterli, neredeyse her açıdan güçlü bir birey olmasını hayal ederler. Ruhsal açıdan güçlü bir bireyden bahsedebilmek için ilk sırada sayabileceğimiz ölçüt, ebeveynlerinden ayrışarak ne ölçüde bağımsız bir birey olduğudur.
Bu durumla eğitim arasında da bir ilişkiden söz edebiliriz. Günümüz Türkiye’sinde eğitim basamaklarının bitiminde yer alan sınavların da kışkırtıcı etkisiyle ve ayrıca günümüzün az çocuklu ebeveynlerinin çocuğunun eğitimine verdiği aşırı önem ve idealizasyonun katkısıyla; anne- babanın çocuğun eğitimi ve eğitim kurumuyla ilişkisine müdahaleleri artmıştır.
Oysaki okul sadece öğrettikleri ile değil, dolaylı bir etkisiyle de çocuğun gelişimine önemli bir katkıda bulunur. Bu katkı biraz evvel söylediğim durumun gelişimine dair olandır. Okul, çocuğu içinde bulunduğu aile kurumundan- evden uzaklaştırarak asıl olarak kendisinin bir ilişki geliştireceği yeni bir kuruma ve mekâna geçiş yaptırandır. Böylece çocuk anne-baba dışında başka yetişkinlerden ve hatta akranlarından da öğrenebileceğini ve yeni ilişkilere sahip olabileceğini görür. Bunu deneyimlemek, özellikle ergenlik dönemine ulaşıldığında çocuğa anne ve babasından destek, öğrenme, sevme- sevilme ve hatta nefret nesnesi olarak belli oranlarda vazgeçerek, yerine başkalarına da yatırım yapabileceği güvencesini verir. Farklılaşmış bir birey olmanın yolu açılır.
Eğer anne-babalar çocuklarının eğitim hayatına ve onun eğitim kurumuna, gelecek endişesi ile değişik kademelerde gereğinden fazla müdahale edecek olurlarsa çocukları bu ilişkilerin getireceği ruhsal kazanımı edinemeyebilir.
Anne-babanın çocuğun eğitim kurumuna müdahalesinde son yıllarda giderek artan bir eğilim bu konuda belirgin bir örnek oluşturmaktadır. Okula çocuğun öğretmeninin, sınıfının- arkadaşlarının değiştirilmesiyle ilgili yapılan talepler, son aşamada çocuğun okulunun değişik gerekçelerle değiştirilmesine kadar varabilmektedir. Ebeveynler çocuklarının kendileriyle her ne kadar hemfikir olduklarını söyleseler de, aslında böyle bir kararda çocuğun arzusu ve inisiyatifi hemen her zaman ebeveynlerinkilerin gölgesindedir. Çocuğa yeni gideceği okulda yeni sosyal bağlar kurmak ve adaptasyon göstermenin zorluğunu yaşamak düşer. Evet, yeni sosyal bağlar geliştirmek, zorluklarla mücadele etmek insanı büyütür ancak bunun bedeli öncekileri kaybetmek olmazsa iyi olur. Nesne sabitliğinin- sürekliliğinin getireceği kazanımlar en az yeni değişen şartlara uyum sağlama becerisi edinme kadar önemlidir. Üstelik bu beceri en iyi, şartların- çevrenin sık sık değiştirilmesi ile değil, artık iyice bilinen ve güvende hissedilen bir ortamdaki stabilite içinde edinilir.
Peki, anne-babaların çocuklarının okulunu ya da okulundaki bazı şeyleri değiştirmek arzusunun-eğiliminin kökeninde neler yatmaktadır? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, elbette ki velilerin, öğrencilerin eğitim ve eğitim kurumuna yönelik eleştirileri bu kurumların gelişimi için gereklidir. Eğitim kurumu bu eleştirileri öğretmenlerini ya da sistemini acilen değiştirerek değerlendirmemeli; meslek içi eğitimle ve eleştiri getirilen ya da kendilerinin tespit ettikleri konular üzerine sık sık ve yeterince birlikte düşünme ile ele alabilmelidir. Anne- babaların öğretmen, sınıf ya da okul değişimi talepleri aslında kendi çocuklarında (çocukluklarında) bir şeyleri değiştirme arzusu ile ilişkili olabilir. Çocuklarında arzu ettikleri değişimin olabilmesi ise çoğunlukla kendilerinin çocuklarına ve onların eğitim hayatına yaklaşımlarını değiştirmesiyle mümkün olabilir. İnsanın narsisistik yapılanması kendisinde olan meseleyi görmesine pek olanak vermez. Bunun olanaksızlığı ile orantılı olarak kişi diğerlerini eleştirir hatta bununla yetinmeyip değişimleri konusunda ısrarcı olabilir.
Sezai HALİFEOĞLU / Psikiyatr