Tanrı’yı bütün varlığımıza rağmen ya da varımızı yoğumuzu O’nun uğruna feda edecek kadar ya da paramızı pulumuzu, ihtiyaç sahiplerine O’nun uygun gördüğü şekilde dağıtacak kadar seveceğiz
Kutsal Olan, kendisini nasıl sevmemiz gerektiğini açık seçik ifade etmiştir. Sabah tefilasında, akşamları arvit sırasında, geceleri yatmadan hemen önce tekrarladığımız ve Şema duasının üçüncü cümlesini oluşturan sözcüklerin belirttiği gibi, Tanrımız A..nay’ı “bütün kalbimiz, bütün ruhumuz ve bütün varlığımızla” seveceğiz.
Peki bütün varlığımızla derken, kastedilen nedir biliyor muyuz? Akla ilk gelen, mevcudiyetimiz olsa da, aslında amaçlanmakta olan paramız, pulumuz, malımız ve mülkümüzdür. Bütün varlığımıza rağmen; ya da varımızı yoğumuzu O’nun uğruna feda edecek kadar; ya da paramızı pulumuzu, ihtiyaç sahiplerine O’nun uygun gördüğü şekilde dağıtacak kadar seveceğiz.
Anlamamız gereken şudur: Malımız, mülkümüz ve paramız, bize ait değildir; Tanrı’nın emanetidir. Bir sınama aracıdır (dileyenler, bu konuda İyov Kitabı’nı okuyabilir). Emanete hıyanet edip etmeyeceğimizi ve varlığımızı, Tanrı’nın istediği gibi kullanıp kullanmadığımızı görmek için, geçici olarak verilmiştir.
Şimdi, Tanrı ile ilişkimizin başka bir boyutuna eğilelim. Talmud âlimlerine göre insanoğlunun Yaratan’ı ile ilişkisini beş şekilde ele almak mümkündür. Bunların birincisi, ebeveyn-evlât ilişkisidir. Tanrı, İsimleri’nin de ifade ettiği şekilde, hem otoriter bir baba, hem de şefkat dolu, sevecen bir annedir. Gramer açısından dişil (feminen) olan A..nay ismi merhameti; eril (masculin) olan Elokim ismi ise sert adaleti temsil eder. Bu yüzden Tanrı, evlâtlarını yola getirmek için sevgiyi disiplinle harmanlayan bir ebeveyne benzetilir.
İyi de, Tanrı bize anne ve babamızı sevmemizi değil, onlara hürmet etmemizi, saygı göstermemizi emretmiştir. Oysa Kendisini sevmemizi emreder. Üstelik, kişi küçükken en güzel ve en güçlü olarak gördüğü anne ve babasının zayıf yönlerini zamanla fark eder, çeşitli isyan evrelerinden geçer ve en sonunda onları oldukları gibi kabullenir, hatta koruyucu rolü üstlenir. Dahası Tanrı, Bereşit Kitabı’nın 2:24 dizesinde şöyle emreder: “Bir erkek, babasını ve annesini bırakıp eşiyle birleşmelidir...”
Bilgelerimizin önerdiği ikinci şekil, kral ve tebaa ilişkisidir. Kutsal Olan kralımızdır, bizler de O’nun itaatkâr ve sadık tebaalarıyız. Hiçbir şey yokken, O vardı. Her şey sona erdikten sonra da O, varlığını sürdürecek. Varoluşu, yoktan var etti ve varolan her şeyin Kralı ilân edildi. A..nay sonsuza dek kral olarak hüküm sürecek.
Tanrı’nın, evrenin kralı olduğu tartışılacak bir husus değildir. O’nun bu özelliği Kipur günü boyunca tekrarlanır ancak demokrasinin geçerli olduğu bu devirde, kişiye gündelik yaşamda kral fikrini benimsetmek zordur.
Üçüncü ilişki şekli, öğretmen-öğrenci ilişkisidir. Kutsal Olan her yerdedir, her şeye gücü yeter ve her şeyi bilir. Yaptıklarımızın ve düşündüklerimizin hiçbiri O’nun için sır değildir. Kalbimize sevgiyi, beynimize aklı yerleştirir ve sezgiyi verir. Her türlü bilginin kaynağıdır. Ancak hayatta ne öğretmenler gördüm ki, aslında yoktular...
Gelelim dördüncü ilişkiye; sevgili ilişkisi. Tanrı, kişinin sevgilisidir. Asla kırmak istemeyeceği, kendisine sırt çevirmesine dayanamayacağı, uğruna canını bile vereceği, güçlü Sevgili. O zaman Tanrı’nın öfkesi de anlam kazanır, kişinin yüreğinin derinliklerinde O’na karşı duyduğu ince korku da. Tanrı’dan korkacak ne varmış diyenler, günah işlediklerini düşündüklerinde kapıldıkları dehşeti bir hatırlasın. Viduy okuyanlar (pişmanlık duası) kalplerinin bulunduğu yeri boşuna yumruklamaz. Evet, Tanrı affedicidir, merhametlidir, sevecen bir anne gibidir, evlâtlarına kızsa bile, pişman olarak geri döndüklerinde onları bağışlar. Ama sevgiliyi kızdırmak, affetse bile bir iz kalacağını bilmektir. Onun gönlündeki yeri koruyamama ihtimalidir. Sabıkalı olmaktır. Kirlenmektir. Ancak ne der Yeşaya (44:22)? “Günahlarını bulut gibi dağıtacak, kabahatlerini buhar gibi yok edeceğim. Bana geri dön, seni kurtaracağım.” Sevgiliden bu sözleri duymayı kim istemez?
Ya beşinci ilişki türü? Aslında söz konusu olan bir ilişki değil, bir bütünleşme. İlahi ilhamla kaleme alındığı düşünülen Dereh Aşem (Tanrı’nın Yolu) kitabının yazarı Rabi Moşe Hayim Luzzato’ya (namı diğer RaMHaL) göre inananların nihai amacı, Yaratan’larına giderek yaklaşmak ve O’na yapışmaktır (devekut). Sûfi tabiri ile “En el Hakk”. “Ben Tanrı’dan ayrı değilim. Tanrı benim içimde. Ya da ben Tanrı’nın içindeyim”. Böyle bir bütünleşmeyi, bu dünyada umut etmek mümkün mü? Bunu yürekten dileyenlerin ve Tanrı’nın yolundan gidenlerin, hedeflerine ulaşması dileği ile...