Masanın başına geçmiştim. Tam yazmaya başlayacaktım ki, birden bire dalıp gittim. Hiç bir şey düşünmüyor; düşünemiyordum. Öylece kendi içime dönmüştüm. Dışarıda çiseleyen yağmur, pencere hafif aralık ve ılık esen rüzgâr… Aklımda ise koskoca bir boşluk, derin bir hiçlik. Oturup yazmaya başlayacaktım sadece, ne yazacağımı bilmeden.
Derken o boşluğa baktım. Ellerim kıpırdamaya, zihnim gönlümden cümleler almaya başladı. Arkadaşlar konumuz yokluk. Anlayacağınız yokluktan ‘yokluk’ doğurdum. ‘Kanlı canlı’ bir konumuz var artık, adı ‘yokluk’ olan. Bu konu, eski öğretilerin ve felsefenin başta gelenlerinden biridir. Eskiler “varlık yokluktur ve yokluk varlıktır” demişler. Arzu Çengil’in kaleme aldığı ve edindiği bilgileri çok zarif bir dil kullanarak derlediği “Kabballah – Yahudi Gizemi” isimli kitabında da bu konuyla ilgili çok faydalı bilgiler bulmanız mümkün. Konuya ilgisi olanlara şiddetle tavsiye etmekten geri kalmıyorum. Sadece varlık yokluk kavramları ile ilgili değil, Museviliğin içsel yönü ile ilgili öğretici bir kitap. Sayısız kaynakçadan derlenmiş bilgiler, yazarın gönlünden geçerek güzel bir kıvama gelmiş, hoş bir lezzet kazanmış ve yalın bir Türkçe ile Ayna Yayınevi tarafından yayına verilmiş. Bu kitaptan konuyla alakalı kısa bir pasajı paylaşıyorum;
Kabballah –Yahudi Gizemi, s. 24-25:
“Kabala’da aşkın Tanrı ‘ayn’ diye adlandırılır. İbranice’de ‘Ayn’ (en) sözcüğünün anlamı ‘hiçbir şey’ e.d. ‘yokluk’tur. Tanrı için kullanıldığında ise ‘varoluşun ötesinde’ anlamındadır. Ayn ne aşağıdadır, ne yukarıda, ne eylem halindedir, ne de durağan. Ayn’ın olduğu hiçbir yerdir. Ayn dünyanın bütün varlığından daha çok vardır.”
Görüldüğü üzere ‘yokluk’ dediğimiz bir olgu var. Biz buna ‘yokluğun varlığı’ da diyebiliriz. Peki, bu bilgileri hayata geçirmeye kalksak, acaba ne yapmamız gerekirdi?
Aslında ufak tefek denemeler de yapabiliriz belki. Mesela, bir süreliğine düşünmeyen ama uyanık olan bir bilincimiz olsun. O kadar dalalım ki boşluğa, yokluk halinde olduğumuzda da aslında nasıl var olmaya devam ettiğimize şahit olalım. Derken yokluğun tam ortasında saf, temiz bir arzu yaratalım. O tek ve kutsal olan arzu yavaş yavaş, kademe kademe yokluktan çıkagelsin âlemimize. Kademeleri, çakan bir şimşek gibi aştıkça dallanıp budaklansın, çeşitlensin, yönler ve isimler edinsin. Her şeyin ve hiçbir şeyin birliği için güzel saraylar inşa etsin.
Değişelim, dönüşelim, yaratalım.
Tanrılığa soyunalım demeyeceğim ama onun suretinde biraz tanrı (gibi) olalım.
Bunları konuşmak ve yazmak çok kolay, ama kendimize rağmen bunu bir kere olsun yapmak, en azından yapmaya kalkışmak ne kadar da zor gibi duruyor değil mi? Çinli bir filozof olan Lao Tzu “Başkalarına karşı zafer kazanan kuvvetlidir, kendine karşı zafer kazanan ise kudretlidir” demiştir.
Bu yazının beni aşan bir yazı olduğu hissine kapıldım nedense. Ben tüm bunların ne kadarını yapıyorum ondan da emin değilim. Ama insanın gönlünden bir kere geçiyor. Duygular, düşünceye, düşünce, kelimelere ve cümlelere, onlar da harflere dönüşerek, sayfalara dökülüyor. Böylece paylaşıyoruz, kafa yoruyoruz.
Haddimizi aşmamak, ama kendimizi aşmak ve zaferler kazanmak dileğiyle…