Bu hafta ağımıza takılanlar

Öncelikle Ortadoğu politikasına Batı'nın yaptığı her müdahaleyi İsrail endeksli yorumlamayı kabul etmiyorum. Bu, pek çok Batılının arzusu olsa bile Türk-Müslüman aydın kitlesinin zihnî dünyasında bu kadar İsrail merkezliliği ya bir demonizasyon ya da bir aşağılık kompleksi olarak görürüm. Her taşın altında bir Yahudi yok kardeşim! Kerim Balcı

İzak BARON Diğer
1 Aralık 2010 Çarşamba

 

Güncel

TÜRKİYELİ MUSEVİLERİN İSRAİL’E İYİ GELECEĞİ BELLİ DE, İSRAİL’İN ONLARA NASIL GELECEĞİ, İŞTE O ÇOK BELİRSİZ.

Askeri vesayetin kaldırılması yönünde son yıllarda atılan önemli adımlara rağmen, Türkiye’de yapılanların ülkeyi İsrail’de halen geçerliliğini koruyan belirli demokratik standartların seviyesine yükseltmekten uzak kaldığı görülüyor. Gene de, Türkiye ve İsrail demokrasileri arasındaki farkın giderek kapandığı ve bir bakıma, birincisinin yükselen ikicisinin ise alçalan yıldızlar olduğu söylenebilir.

Görünürdeki ilerleyişini sürdürmesine karşın, Türk demokrasisinin Musevi vatandaşları dahil azınlık cemaatlerine hâlâ yeterice güven veremediği anlaşılıyor. Nitekim Türkiye-İsrail gerginliğinin de ilave etkisiyle, son zamanlarda artan sayıda Türkiye Musevisinin ülkeden göçmek için yollar aradığını, hazırlıklar yaptığını duyuyoruz. Eğer bu eğilim yaygınlaşırsa, rüştünü ispatlamaya çalışan Türk demokrasisi üzerine koyu bir gölge düşecektir.

Ama bu gelişmenin Türkiye Musevilerinin hayrına olacağı da şüpheli. Çoğu, kısmen başka çareleri olmadığından, kısmen de gönüllerinde yatan hicret diyarı olduğu için, İsrail’e gidecektir. Fakat İsrail’e hicret etmeyi arzulayan yalnız onlar değil. Dünyanın her köşesinden türlü Yahudi toplulukları bu ülkeye göç etmeye devam ediyor. Ülkeyi artan oranda terkedenler de bulunmasına rağmen, onların yerini fazlasıyla dolduran bu toplulukların büyük kısmı, Türkiye’deki dindaşlarından çok farklı görgü ve geleneklere sahip. Genellikle de daha dindar ve fanatikler. İsrail’deki demokratik kültürün aşınmasında, bu grupların sayısının artmasının rolü az değil. Geçenlerde eski Başkan Bill Clinton, İsrail’e göç eden Rusya Yahudilerinin barış sürecine engel oluşturduğunu beyan etme gafletinde bulunduğu zaman topa tutuldu ama bu tespitinde herhalde yabana atılmayacak bir gerçek payı var. Bu durumda, Türkiye’den İsrail’e göçen vatandaşlarımızın, o ülkenin siyasal ve kültürel sürecinde dengeleyici ve olumlu bir etki yaratması beklenebilir. Türkiyeli Musevilerin İsrail’e iyi geleceği belli de, İsrail’in onlara nasıl geleceği, işte o çok belirsiz.

Adnan Ekşigil

http://www.acikgazete.com/yazarlar/adnan-eksigil/2010/11/22/gideon-levy-yi-dinlerken.htm?aid=38369

İLK HEDEF MUSEVİLER...

Gelelim kritik lafın özüne...

Kasım ayındayız. 12 Kasım tarihi Varlık Vergisi uygulamasının başladığı tarihtir...

Musevi düşmanlığının Avrupa'yı kapladığı, Türkiye'yi etkisi altına aldığı yıllar...

Ekmek karneyle, karaborsa ayyuka çıkmış durumda.

Ve fatura gayri Müslimlere çıkıyor. Keyfe göre tek tek kişilere bakılıp bir vergi salınıyor. İlk hedef Museviler...

Vergi miktarları ödenmeyecek kadar yüksek, malı mülk satmak gerekiyor. Ve o mal mülk bedava niyetine satılıyor. Mal ve servet el değiştiriyor. Türkleşiyor.

Vergilerini ödemeyenler ise soluğu Aşkale'de çalışma kampında alıyorlar...

Unutmak için önce hatırlamak gerek...

Yüzleşme olgunlaşmanın, demokratikleşmenin işaretidir...

İtiraf ise taşıyıcısı...

Ali Bayramoğlu

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25000&y=AliBayramoglu

TÜRKİYE, ABD BASKISI İLE HENÜZ 9 SİVİLİN ŞEHADETİ KONUSUNDA HİÇBİR ADIM ATMAYAN İSRAİL’İ KORUMAK İÇİN NATO FORMÜLASYONU İLE FÜZE RADAR KONUŞLANDIRMA PROJESİNİ KABUL ETMEK ZORUNDA KALMIŞTIR

Türkiye, gerçekte NATO ile pek ilgisi olmayan, aslında İsrail’i İran füzelerinden korumaya yönelik, İran’ı hedef alan bir kararı kabul etti. Batı, Türkiye’yi alkışladı. ‘Eksen kaymamış’ dedi ve pohpohladı. Türkiye, şartlarının kabul edilmesinden yani ülke adları (İran ve İsrail) zikredilememesinden memnundu. Türkiye’de sadece radar sistemi kurulacak olmasından memnundu ama bunlar bir gerçeği değiştirmiyordu. Türkiye, sonuçta İran füzelerine karşı İsrail’i koruma projesine kendi çıkarının ne olduğunu tartışmadan “evet” demiş ve eski bağımlı politikalarını tekrarlamıştı. Batı karşısında tekrar boynunu bükmüş, kamuoyuna kendi çıkarının ne olduğunu açıklayamamış, yeni görünümlü politikasından geri adım atmıştı.

Davutoğlu’nun “İran bizi anlıyor” açıklaması ise ‘Evet mecbur kaldık böyle bir karar aldık ama İran zaten bizim batıya bağımlı bir ülke olduğumuzu biliyor ve anlayışla karşılıyor’ demekten farksız bir çaresizlik açıklaması idi.

Bu yazıya tepki veren çok olur zira basın konuyu çok farklı ele aldı, kamuoyunu şartladı. Yandaş medya iktidarı eleştiremedi, karşıt medya ABD ve İsrail’i kızdırmamak için tam olarak gerçeği yazamadı. Gerçek bu. Türkiye, ABD baskısı ile henüz 9 sivilin şehadeti konusunda hiçbir adım atmayan İsrail’i korumak için Nato formülasyonu ile füze radar konuşlandırma projesini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu ise Türkiye’nin son birkaç yıldır uygulamaya çalıştığı değişim-dönüşüm politikalarının iflası anlamına gelmektedir. Konunun önemi burada.

Bülent Kuşoğlu

http://www.turktime.com/yazar/Dun-Israil-i-Kinayanlar-Samimi-misiniz/11153

VE DOLAYISIYLA ASIL ONLARIN BİZLERE BU KONULARDA ‘VAN MİNÜT’ DİYE SESLENMELERİ, BİZİM DE SABIRLA İSRAİLLİ DOSTLARDAN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLARI İÇİN YENİ ŞEYLER ÖĞRENMEKTEN GOCUNMAMAMIZ GEREKİYOR

Kendi başbakanlarına bu satış nedeniyle “Senden ancak genelev patronu olur” diye seslenecek kadar hiddetlendirmiş de. Bir bayram tatili nedeniyle liderler arasında zaman zaman ağır sözler söylenme alışkanlıklarının da en aza indiği dört günlük bir mütareke süresinden sonra ilk yazıyı kaleme alırken, gayri ihtiyari, 43 yıllık başyazarlık sürecini gazetesindeki bir yazı nedeniyle bırakmak zorunda kalan Oktay Ekşi için on beş gün önce koparttığımız fırtınayı anımsamamazlık edemedim. Demek ki, uzak komşumuzun eleştiri, ağır eleştiri konularında kendi politikacılarından beklentileri bizlere göre çok farklı. Onlar hoşgörü, medyanın büyüteçleri altında ortaya çıkan çirkinlikleri karşısında, aynalara kızmayı düşünmek yerine, o aynalar karşısında adam gibi görüntü vermenin herkes için çok daha yararlı olacağına inanmış kişiler.

Ve dolayısıyla asıl onların bizlere bu konularda ‘van minüt’ diye seslenmeleri, bizim de sabırla İsrailli dostlardan basın özgürlüğünün sınırları için yeni şeyler öğrenmekten gocunmamamız gerekiyor.

Orhan Birgit

http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php/turkiye-siyaset/1077066-su-kucumsedigimiz-israil-orhan-birgit.html

ÇÜNKÜ ORTADOĞU’YU SEVEBİLİRİM, ONDAN NEFRET DE EDEBİLİRİM, DEĞİŞTİREMEYECEĞİM BİR ŞEY VARSA BURASI BENİM EVİM

Şu an polisiye bir roman üzerinde çalışıyorum. Adı da “Parçanın parçası” olacak. Roman üç kişi üzerine kurulu, Hristiyan bir Filistinli, Müslüman bir köktendinci ve İsrailli bir Yahudi. Bu üç kişi bir bankadan soygun yapmak için biraraya geliyor. Amaçları ise çaldıkları para ile Ortadoğu’dan kaçmak. Yani yine bir Ortadoğu öyküsü anlatıyorum. Çünkü Ortadoğu’yu sevebilirim, ondan nefret de edebilirim, değiştiremeyeceğim bir şey varsa burası benim evim…

Ortadoğu’da barıştan söz etmek bana bazen komik geliyor. Bence herkes sadece İsrail değil Ortadoğu’daki herkes çözümü biliyor. Örneğin herkes işgalin bitmesi gerektiğini, topraklarımızda iki ülke ve iki ulus olması gerektiğini ve Kudüs’ün her iki ulusunda İsraillilerin ve Filistinlilerin başkenti olması gerektiğini biliyor. Problem bilmekte değil, çözüm yerine ayrıntılara takılmakta. Ayrıca çok ciddi bir güven sorunu yaşıyoruz. Karşımızdakine güvenmediğimiz için kendimize sürekli neden ödün vereyim ki diye soruyoruz. Bir anlaşma yapmayı düşünmeden önce birbirimize güvenmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Etgar Keret

http://www.ntvmsnbc.com/id/25153167/

TÜRKİYE’NİN, İSRAİL’İ YOK EDİLMESİ GEREKEN BİR ÜLKE OLARAK GÖREN İRAN İLE YAKINLAŞMASI VE MAVİ MARMARA OLAYI, YAHUDİ LOBİSİNİN ANKARA’YI ‘İSTENMEYEN ÜLKE’ OLARAK NİTELEMESİNE YETİYOR

Yahudi lobisi Türkiye’ye resmen dişlerini gösteriyor. Washington onların arka bahçesi. Kongre’de, medyada, üniversitelerde, sivil toplum örgütlerinde hangi kapıyı açsam, şimdiye kadar Türkiye’yi kollayıp koruyan lobinin temsilcileriyle karşılaştım. Ateş püskürüyorlar. Açıkça güç gösterisi yapıyorlar. Amerika başta olmak üzere, batı dünyasını nasıl etkileyeceklerini gösteriyorlar. Henüz ipi kesmiyorlar, ancak “Eğer daha ileri giderseniz, ipinizi de keseriz” mesajı veriyorlar.

Türk-ABD ilişkilerini merak edenler bir noktayı iyi bilmeliler. ABD için İsrail bir yana, dünya bir yanadır.

Türk- ABD ilişkileri, Türk-İsrail ilişkilerinden geçer. Eğer İsrail ile kavga ederseniz, ABD ile kavga ettiğiniz sonucu çıkarılır.

Belki bazılarımızı şaşırtacak, belki tepkilendirecek, ancak beğenelim veya beğenmeyelim, gerçek budur. Ya bu gerçek kabul edilir ve ona göre politika izlenir.

İsrail ve bu ülkenin uzantısı sayılan Yahudi lobisi, özellikle Türkiye ile ilişkiler konusunda Washington’u kontrol ediyor, politikaları yönlendiriyor. Hemen her alanda hakim durumdalar. İsrail’e düşman bir ülke ile dost olan herkes de Yahudi lobisini karşısında buluyor.

Bu verilerden sonra, konumuza geçelim. Türkiye, kendine göre doğru bulduğu politikalar izliyor, ancak bu politikalar Washington-Tel Aviv ekseninde farklı görülüyor. Bu nedenle de, Türkiye, Washington’daki konumunu hızla kaybediyor.

Bu noktaya gelmesinde de, Yahudi lobisinin büyük etkisi var.

Türkiye’nin, İsrail’i yok edilmesi gereken bir ülke olarak gören İran ile yakınlaşması ve Mavi Marmara Gemisi olayı, Yahudi lobisinin Ankara’yı “istenmeyen ülke” olarak nitelemesine yetiyor.

Mehmet Ali Birand

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16371664.asp?mnID=16371664

ŞU SOYKIRIMI BİR AN ÖNCE TANIYIN, ARTIK YORULDUK

Mehmet Ali Birand birkaç gündür Washington’daki Yahudi lobisinin AK Parti’ye ve Türkiye’ye öfkesini yazıyor.

Yahudi lobisi Türkiye’yi cezalandırma kararındaymış.

Boru hattı projelerini engelleyeceklermiş, silah satışına izin vermeyeceklermiş, Ermeni Soykırımı yasa tasarısını destekleyeceklermiş, PKK’ya karşı işbirliği yapmayacaklarmış.

Cevap hazır:

1) Yahudi lobisi böyle azgın tehditlerde bulunursa, sadece Türkiye’de değil, tüm bölgede anti-semitizmi körükler.

2) Türkiye ve bölgede zaten yüksek olan Amerikan karşıtlığını daha da yükseltir.

3) Silah satışına izin vermeyerek saçma sapan silahlara gidecek paraların milli eğitim ve sağlık alanlarında kullanılmasına destek vermiş olur.

4) Amerika’nın PKK’ya karşı değil, PKK ile işbirliği yaptığı haberleri var. Burada durum değişmez.

5) Şu soykırımı bir an önce tanıyın, artık yorulduk.

Ergun Babahan

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ergun-babahan/katillerle-yandaslik-311780.htm

"HOLLYWOOD TAMAM, AMA MEDYA ÖYLE BÜTÜNÜYLE YAHUDİLERİN ELİNDE DEĞİL..."

Washington Post'un sahibi olduğu 'Slate' adlı internet dergisi, Jon Stewart'ın ve Rick Sanchez'in adlarının karıştığı tartışma sırasında, medya eleştirmeni Brian Palmer imzasıyla, "Amerikan medyası Yahudilerin elinde mi gerçekten?" sorusuna cevap aradı. Palmer'in vardığı sonuç tek cümleyle şu: "Hollywood tamam, ama medya öyle bütünüyle Yahudilerin elinde değil..."

Madem meraklandık Palmer'in araştırmasının ayrıntılarına da bakalım. Fox News, CNN, MSNBC, ABC News, CBS News ve NBC News gibi ana kanallardaki haber sorumlularının hiçbiri Yahudi değilmiş. "Sanchez'i kovan CNN'nin başındaki Ken Jautz da değil" diyor Palmer.

Gazetelerde durum biraz farklıymış, ama "O kadar da değil" diyor Palmer... New York'un nüfusunun yüzde 12'si Yahudi olduğu halde, orada çıkan gazetelerin Yahudiler tarafından kontrol edildiğini söylemenin zor olduğu kanaatinde Slate yazarı. "New York Times'ın sahibi Sulzberger Ailesi Yahudi, ama yayın yönetmeni Bill Keller değil" diyor...

Wall Street Journal (WSJ) için yaygın bir söylentiymiş 'Yahudi etkisi'; o da yeni sahibi Rupert Murdoch'un etnik kökeniyle ilgili dedikodulardan kaynaklanıyormuş... Hakkındaki dedikoduyla alay etmiş Murdoch, ama gerçeği açıklamamış... Murdoch'un News Corp. şirketini aramış Palmer konuya açıklık kazandırmak için, telefonuna cevap alamamış. WSJ'nin Murdoch öncesi sahibi Bancroft Ailesi de, gazetenin şimdiki yayın yönetmeni de Yahudi değillermiş...

Ya Washington Post (WP)? Bu yazının çıktığı Slate WP destekli, bunu unutmayalım.

Şöyle diyor Palmer: "WP'yi 1933 yılında Yahudi asıllı Amerikalı işadamı Eugene Meyer satın aldı. 1946'da yönetimi Yahudi-olmayan damadı Philip Graham'a devretti ve o tarihten itibaren de gazete Yahudi-olmayan yöneticilerin elinde. Şimdiki yayın yönetmeni Marcus Brauchli de, onun altındaki 12 editör de Yahudi değil. "

Bir başka önemli gazete olan Los Angeles Times'ın uzun yıllar sahipliğini yapmış Chandler Ailesi Yahudi değilmiş; 2007'de gazeteyi satın alan Sam Zell Yahudi'ymiş, ama yayın yönetmeni Russ Stanton değilmiş...

'Amerikan medyası' denildiğinde akla gelen belli başlı televizyon kanalları ve gazetelerin durumu bu, Slate'ten Brian Palmer'a göre...

Taha Kıvanç

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=25056&y=TahaKivanc

TÜRKİYE VE İSRAİL ARASINDAKİ BU CEPHELEŞMENİN NE TÜRKİYE, NE İSRAİL, NE FİLİSTİN, NE DE İRAN DIŞINDA HİÇ BİR BÖLGE ÜLKESİNİN YARARINA OLMADIĞI GÖRÜLMÜYOR MU?

Dün İsrail’e Fransa’nın Ortadoğu’da en rahat at oynattığı kuzey komşusu Lübnan’dan bir kez daha katil dedikten sonra Türk hükümetinin İsrail’in NATO güvenlik imkânlarından yararlanması için onay vermesi mümkün mü?

Neden olmasın? Siyasette her şey mümkün.

Ancak Türkiye ile İsrail ilişkilerindeki kötüleşmenin durması ve tamir sürecinin de başlaması da demek olacak böyle bir gelişmenin asgari koşulu da Erdoğan ve hükümeti bakımından gayet açık: İsrail’in Mavi Marmara baskını nedeniyle Türkiye’den özür dilemesi ve tazminat vermesi.

Peki, bu mümkün mü? israil’deki kırılgan hükünmete ve keskinlik rekabetine bakılırsa çok zor görünüyor. Ama yanıt aynı; siyasette herşey mümkün. Önemli olan bir yolunu bulmak. Türkiye ve İsrail arasındaki bu cepheleşmenin ne Türkiye, ne İsrail, ne Filistin, ne de İran dışında hiç bir bölge ülkesinin yararına olmadığı görülmüyor mu?

Murat Yetkin

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1030131&Yazar=MURAT&Date=25.11.2010&CategoryID=98

HEM İSRAİL’E KAFA TUTUP HEM DE “ONU VE BATI ÜLKELERİNİ KORUMAK İÇİN KENDİ TOPRAKLARINI, VATANDAŞLARINI TEHLİKEYE ATMAK” NE DEMEK OLUYOR

Öncelikle NATO bu füze kalkanının “İran’a karşı” olduğunu açıkça bildirdiğine, biz de bunun Türkiye’ye yerleştirilmesine izin verdiğimize göre artık laf oyunlarının anlamı yoktur ama Ahmedinejad yutuyorsa ne ala... Ama öte yanda “komşularla sıfır sorun” politikası izlendiğinin söylendiği, özellikle İslam ülkelerine şirin görünme politikalarına yoğunlaşıldığı, bu bağlamda İsrail’le ilişkilerin iyice bozulduğu bir dönemde “İsrail’i İran’dan korumak için” kendi ülkemizin savaş alanı haline getirilmesi, en azından muhtemel bir savaşın başlangıç noktası yapılması çelişkinin ta kendisi değil mi? Hem İsrail’e kafa tutup hem de “onu ve Batı ülkelerini korumak için kendi topraklarını, vatandaşlarını tehlikeye atmak” ne demek oluyor.

Ruhat Mengi

http://haber.gazetevatan.com/Haber/342751/1/Gundem

HER TAŞIN ALTINDA BİR YAHUDİ YOK KARDEŞİM!

Ben bu görüşlerin tamamının eleştirilebilecek bir yönü olduğuna inanıyorum; bir kısmına da tümden karşıyım. Öncelikle Ortadoğu politikasına Batı'nın yaptığı her müdahaleyi İsrail endeksli yorumlamayı kabul etmiyorum. Bu, pek çok Batılının arzusu olsa bile Türk-Müslüman aydın kitlesinin zihnî dünyasında bu kadar İsrail merkezliliği ya bir demonizasyon ya da bir aşağılık kompleksi olarak görürüm. Her taşın altında bir Yahudi yok kardeşim!

Taraf'ın İslamî kesimden gördüğü yazarların -ben böyle bir kesimleştirmeye karşıyım; sanki Türkiye'de küçük gayr-i Müslim cemaatler dışında gayr-i İslamî bir kesim varmış gibi- İsrail düşmanlığı, İran tehdidini algılayamamalarına sebep oluyor. İran tehdidi, İran'ın kendisiyle alakalı değil sadece. İran'a yönelik bir müdahale ihtimalinin kendisi asıl tehdit. Bu müdahaleyi önleyecek her gayret de Türkiye'nin bölgede tesis etmeye çalıştığı sıfır sorunlu medeniyet havzasına hizmet edecektir.

Füze kalkanının bir parçası olan Türkiye, Hamas, Hizbullah veya İran'la konuşamazmış. Batı'nın bir parçası olmayan Türkiye, bu ülkelerle konuşabilse ne işe yarar? İsrail'le konuşamayan bir Türkiye Arapların işine yaramıyor; belki ancak Arap sokağının heyecanlarını coşturabiliyor. Avam tabiriyle gazını alıyor. NATO'nun bir parçası olmayan Türkiye, NATO'nun rahatsız olduğu bir İran'la neyi konuşacak? İran, bizi ancak kendisine benzersek konuşmaya değer bulacaksa ve ancak bu durumda sıfır sorun havzasının bir parçası olmayı kabullenecekse bunun adı eksen kaymasıdır. Eksenin Tahran olduğu bir bölgesel sorunsuzluk durumudur. Ama o zaman biz de kocaman bir sıfır oluruz.

Türkiye'nin gücü Doğu'da Batı'nın, Batı'da Doğu'nun sesi olabilmesinden, Kuzey'de Güney'in endişelerini konuşabilmesinden kaynaklanıyor. Ankara'dan hepten Doğululaşmasını bekleyenler, ya Türkiye'yi Batı'da da anlamsızlaştırmak isteyen ulusalcılar ya da ister solculuk, isterse İsrail karşıtlığından kaynaklansın felsefi bir temeli olmayan reaksiyoner sığ anti-emperyalistlerdir.

Kerim Balcı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1057100&title=farkli-dusunuyorum-cunku

“E SİZ DE O ZAMAN SES ÇIKARSAYDINIZ”

Yanında oturan yazar Mario Levi söze girdi: “Çok iyi anlıyorum Müslüman kardeşlerimin o incinme duygusunu. Bu ülkede bir azınlık olarak 70’lerden beri yaşadığım birçok şey bana o duyguyu layıkıyla yaşattı.”

Bunun üstüne Hilmi Yavuz, “E siz de o zaman ses çıkarsaydınız” demez mi. Yavuz, başka bir ülkenin şair-i azamı mı acaba? Buralarda Sünni, Türk ve erkek olmayanların başına gelenleri, çoğunlukla ses çıkarmanın mümkün olmadığını, bazı seslere zaten sağır olunduğunu ya bilmiyor ya da İslam âlemini ilgilendirmeyen şeyler ona dokunmuyor.

Ezgi Başaran

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1030107&Yazar=EZGİ

SUYUN ALTINDA, İSRAİL ÜZERİNDEN YAPILAN ORTADOĞU’DA SÖZ SAHİBİ OLMA REKABETİ VARDIR

‘One Minute’ çıkışıyla Ortadoğu’da bir anda ünlenen Başbakan Erdoğan, o günden bu yana İsrail’e karşı tavrını daha da sertleştirerek sürdürüyor.

Ahmedinejad da Erdoğan da aynı kitleyi hitap ediyor. Bu durum bize ‘2 kişi aynı ipte oynamaz’ sözünü anımsattı.

Her iki isimin de kısa aralıklarla Lübnan ziyareti ve buradan İsrail’e verdikleri sert mesajlar ciddi bir rekabetin göstergesidir.

Boş verin siz BM Güvenlik Konseyi’nin ambargo kararlarında ve NATO Zirvesi’ndeki Türkiye’nin İran’dan yana tavrını. Bu buzdağının görünen yüzüdür. Suyun altında, İsrail üzerinden yapılan Ortadoğu’da söz sahibi olma rekabeti vardır.

Size soru: ‘ABD, İsrail ve Batılı ülkeler böylesi bir rekabette sizce kimi destekler? Düşman ilan ettikleri ve bir kaşık suda boğmak istedikleri İran mı yoksa BOP uyarınca örnek ılımlı İslam ülkesi olarak gösterilen Türkiye’yi mi?

Kısacası role devam…

Gürbüz Evren

http://odatv.com/n.php?n=erdoganin-lubnan-ziyaretinin-altinda-ne-var-2611101200

URFALI VATANDAŞ İSE TÜM İSRAİL VATANDAŞLARINI MAHKÛM ETTİKTEN SONRA, EL ÇABUKLUĞU MARİFET, BİR DE TÜM YAHUDİLERİ SUÇLU İLAN EDİYOR: “YAHUDİ MALI ALMAYIN!” İSRAİL MALI DEĞİL, “YAHUDİ MALI”.

Dedem, Polonya’daki tüm ailesini, annesini, kızkardeşini, diğer akrabalarını ve altı milyon dindaşını toplama kamplarında kaybetmişti. Ömründe “Alman vatandaşları” hakkında herhangi bir laf ettiğini duymadım.

Urfalı vatandaş ise tüm İsrail vatandaşlarını mahkûm ettikten sonra, el çabukluğu marifet, bir de tüm Yahudileri suçlu ilan ediyor: “Yahudi malı almayın!” İsrail malı değil, “Yahudi malı”.

Geçenlerde aldığım bir mail geliverdi aklıma:

“Gururla söylüyorum, ben bir anitsemitistim. Tarihinizden gelen uygulamalı faşistliğinizden, katliamlarınızdan dolayı bilinçli bir antisemitistim. Senin insanlık düşmanı geçmişinle bal gibi uğraşırım. Ben Gurion denen mahlûkun Deyr Yasin kentinde 1948’de öldürdüğü 250 sivili unutmadık. 1976’da King David Oteli’ndeki kanlı baskındaki 91 kişinin ölümünü unutmadık. 1984’te İbrahim Camii’nde İzak Rabin 240 Müslüman’ı katletti. İki yıl önce Lübnan’da binlerce masum insanı katlettiniz. Gazze’de binlerce bebeği bombaladınız. İnsanlık siz Yahudilerden utanır oldu.”

“Katlettiniz.” Tüm Yahudiler ve ben!

Aynı mantıkla, ben de şu sonuca vardım: Tüm Urfalılar ırkçıdır.

Bu mantığa itirazı olan Urfalılardan bir ricam var. Bana yazıp küfür etmek kolay. Sıkıyorsa, itirazınızı afiş asan dükkâncıyla tartışın lütfen. Bütün bir halkı, bütün bir dini, bütün bir ırkı suçlamanın yanlışlığını anlatıverin, bi zahmet.

Roni Margulies

http://www.taraf.com.tr/roni-margulies/makale-tum-urfalilar-irkci-midir.htm

FAKAT DÜNYA, ARTIK İSRAİL’İN KURULDUĞU DÜNYA DEĞİL!..

İsrail, Kuzey ve Güney Kore, Küba, bugün dağılmış olan eski Yugoslavya gibi tipik bir Soğuk Savaş ürünü olan bir siyasi yapılanma!.. 2’nci Dünya Savaşı sonrasında doğu-batı dengelerinin tetiklediği bir coğrafyada bölge dışı güçlerin desteğiyle kuruldu, bugüne kadar da o dengeleri kullanarak yaşamayı sürdürdü.

Fakat, dünya, artık, İsrail’in kurulduğu dünya değil!..

Ortada ne Sovyetler Birliği var, ne nükleer dehşet dengeleri ne de küresel anlamda birbirleriyle her bölgesel savaşta hesaplaşan güçler...

Soğuk Savaş dünyasında Türkiye, Batı savunmasının kanat ülkesiydi... Günümüzde, bölgesel politikaların geliştirildiği bir merkeze dönüşüyor...

Soğuk Savaş dünyasında Ortadoğu, tıpkı bugünün Kore yarımadasında olduğu gibi “askeri güçlerin” önem kazandığı bir bölgeydi, günümüzde, “soft power” olarak adlandırdığımız kültürel-ekonomik ilişkilerin harmanlandığı bir bölge haline geldi...

Ardan Zentürk

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ardan-zenturk/kore-ve-israil-soguk-savas-311222.htm

TARİHİN SAYFALARINI KARIŞTIRDIĞIMDA KOLEKTİF BİR İNKÂR İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ YAHUDİ KARŞITLIĞININ ÜSTÜNDE SADECE İNCECİK BİR ÖRTÜ OLDUĞUNU GÖRDÜM

Cumhuriyetin ilanından 39 yıl sonra söylenen bu samimi sözler bile Ülkü Adatepe’nin bir Yahudi ile evlenmesi nedeniyle oluşan “Atatürk’ün mirasına ihanet” ettiği algısını kırmakta başarılı olamaz. Üstelik bütün bu tepkiler “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir toplum” hayali kuran Mustafa Kemal adına yapılır.

Atatürk’ün “Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, medeni Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?” sorusunu “Evet” diye yanıtlamak zorunda olduğum için utanç duyuyorum.

Bu satırları yazmaya başladığımda, “Mavi Marmara” süreci ile başlayan ve son olarak Erdoğan’ın Lübnan’daki konuşmalarından sonra tekrar alevleneceğini düşündüğüm antisemitizmi lanetlemek niyetindeydim. Gelin görün ki tarihin sayfalarını karıştırdığımda kolektif bir inkâr içinde bulunduğumuz Yahudi karşıtlığının üstünde sadece incecik bir örtü olduğunu gördüm. Umuyorum bu örtüyü kaldıranlara karşı yanıtımız 1962’deki gibi olmaz.

Onat Çetin

http://www.gercekgundem.com/?c=65033

Netten okuyun

Vicdanla Cüzdan Arasındaki Filistinli İşçiler – BİROL BİÇER

http://liberalses.com/yazar/birol-bicer/vicdanla-cuzdan-arasindaki-filistinli-isciler.aspx

İsrailliler ve Filistinliler için ortak ders kitabı

http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-674/_nr-509/i.html

Ukrayna’da Bir Yahudi kentinde

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/11/101126_fooc_ukraine.shtml

Yahudi İslamcılar – SALİM MERİÇ

http://odatv.com/n.php?n=yahudi-islamcilar-2811101200

De Kuıp'e sığınan bir Yahudi

http://vliegendenederlander.blogspot.com/2010/10/de-kuipe-siginan-bir-yahudi.html