Nuia MANA
Amerikan Elle dergisi editörü Aralık ayındaki köşesinde Washington, D.C.’nin kadınlarının ne kadar moda özürlü olduğunu anlatmış ve yine aynı sayıda on Washington’lu stil sahibi kadının portresini dergide yayınlamış.
Türkiye’de yaşıyorum ama her zaman Amerikan ve İspanyol Elle dergilerini okurum. Bu dergileri okuyarak Amerika’da ve İspanya’da yaşadığım dönemlerimi hatırlar, oraların kadın dünyasında neler oluyor bitiyor takip ederim. Hangi kitaplar okunuyor, neler tartışılıyor, hangi modalar rüzgâr estiriyor… Bilmek hoş oluyor. Kopmamışım gibi geliyor.
Örneğin bundan bir kaç ay evvel İspanyol Elle dergisi türbanı tartışmış. Okurların fikirlerini, derginin yazarlarının pozitif ve negatif bakış açılarını okumak oldukça ilginç bir deneyimdi benim için.
Bu ayki Amerikan Elle’i okurken, Washington’da geçirdiğim senelerimi hatırladım... Herkesin bayık siyah ceket takımlarla dolaştığı şehirde türkuaz yahut cart mor ceket takımlarımı ponponlu topuklularla giydiğim o günler… “Kariyer diye öldüremem ruhumu,” dediğim o günler.
İyi ki de öldürmemişim kendimi. Ciddiye alınmak için birçok kadının kadınlığından vazgeçtiği bir şehir Washington. Keza birçok başkent yahut büyük şehir öyle. Siyasette yahut büyük şirketlerde ciddiye alınmak için asık suratlı, frijit, mesafeli ve koyu renkler giyinen ‘hanım’ olunmalı. Hani ‘hanım’ deyince kadından kadınlığını çıkarırsınız ya sanki! Kadınlık ayıp ya!
Bir de iyi kadın-kötü kadın şekilleri var. İyi kadın olmak, kadın olmamak aslında. Cinselliğinden koparılmış ve bununla beraber feminen içgüdülerinden uzaklaştırılmış bayık ‘hanımlar’ olmaktır iyi kadın olmak. Buyurun buradan yakın.
Şimdilerde aynı dar mantığı yoga dünyasında görüyorum. Sanki ruhsal olmak için beyazlar giyinmeli, saçları boyatmamalı yahut ‘abartı’ takılar takmamalı. Şekilcilik almış başını her yere sızmış. Ne acı…
Bir kadının alması gereken tek şekil kendi kadınlığının şeklidir. Onu kadınlığından uzaklaştıran her şeyi elinin tersiyle itmeli, gerekirse savaşmalı ya da uzaklara kaçmalıdır. Kendi kadınlığını nasıl ifade etmek istiyorsa öyle edebilmelidir. Kadınlığını yasayamayan kadın hayatı hiç yaşamamıştır.
Amerika’da feminist hareket mensupları baslarda ‘meme turbanı’ olan sutyenleri yaktı meydanlarda. Önce erkeklere karşı olan bastırılmış öfkelerini kustular. Onlar bunu hepimiz adına yaptılar. Sonrasında ikinci ve üçüncü akım feminizm hareketleri öfkeden arınmış, eşitlikçi bakış açıları getirmeye çalıştılar.
Bugün Elle dergisinin ‘dünyanın başkentindeki’ durumu anlattığı gibi, kaç akım feminist hareket geçse de üzerimizden çoğumuz hala kadınlığı yaşamaktan korkuyoruz. Türkiye ise bu konuda oldukça gerilerde. İstanbul’u bir köpeğin burnuysa soluyabilseydim eğer, eminim havada yoğun, kışkırtılmış testosteron kokusu alırdım.
Bu yazıyı hepinize Clarissa Pinkola Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabını tavsiye ederek bitireceğim. Kadınlık en derininde ne demek bilmek isterseniz, kitabı okurken içinizde uyanacaklardan korkmayacaksanız, mutlaka okuyun derim.