/İsrailli yazardan güncel bir oyun: MASKELİLER

“Sen silahı kendi kardeşlerine çevirmekle kendi ölüm kararını imzalıyorsun zaten.”

Verda HABİF
8 Aralık 2010 Çarşamba

İ.B.B. Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenen ‘Maskeliler’ adlı oyunun yazarı Ilan Hatsor bir röportajında diyor ki, “Kardeşler arası çatışmalar, tüm ulusların en eski çatışmalarındandır.” İsrailli yazar ilk İntifada döneminde geçen oyununu bu antik çatışma üzerine kuruyor. Filistinli üç kardeş olan Davut, Naim ve Halit’in hesaplaşmaları üzerinden halklar ve ideolojiler arası çelişkileri ortaya koyuyor.

Gerçekten de kardeşlerin birbiriyle çatışması, Antik Yunan’dan beri tiyatro eserlerine konu olmuştur. 2500 yıl önce yazılmış Aiskylos’un ‘Thebai’ye Karşı Yediler’ adlı oyunu Thebai topraklarının yönetimini ele geçirmek için iki kardeşin birbirlerini öldürmelerini konu alır. Bugün aynı tema hâlâ 2500 yıl önce olduğu kadar geçerli; dünya tarihi, aynı toprakların çocuklarının birbirleriyle savaşmalarıyla yazılıyor. 

Maskelerin Ardındaki Tragedya

İzleme fırsatını yeni bulabildiğim Maskeliler aslında 2008 Kasım’ından beri Şehir Tiyatroları’nın repertuarında yer almakta. Oyunun yazarı Ilan Hatsor, 1964 Hayfa doğumlu. Öğrenimini Tel Aviv Üniversitesi’nde ‘oyun yazarlığı’ ve ‘yönetmenlik’ bölümlerinde gören Hatsor’un 1990 yılında yazdığı ‘Maskeliler’, yazarın ilk oyunu. Bugüne kadar 100’ü aşkın ülkede sahnelenen Maskeliler ilk defa Tel Aviv Kameri Tiyatrosu tarafından sahneye konmuş, geniş ilgi görmüş ve İsrail Uluslararası Tiyatro Enstitüsü tarafından verilen Meskin Ödülü’nü kazanmış. Ülkemizde de İ.B.B. Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenen oyun, 2008 yılından beri aralarında Afife Jale Tiyatro Ödülleri, Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülleri, Sadri Alışık Ödülleri ve Tiyatro Tiyatro Dergisi Ödülleri’nin de yer aldığı birçok ödül aldı.

Oyunun tüm dünyada bu kadar ilgi uyandırmasının nedeni kuşkusuz yazıldığı dönemin siyasi koşullarıyla ilişkili olarak ele aldığı konu ve bakış açısı. İlk İntifada sırasında yazılan oyun, üç kardeş arasındaki ilkesel farklılıklar aracılığıyla Filistin halkı içindeki cepheleşmeyi ele alırken daha genel anlamda savaşın sebep olduğu kişisel tragedyaları anlatıyor. Yazarın İsrailli olması oyunun yorumuna dair birçok tartışmaya yol açmış. Bazı görüşlere göre oyun bir İsrailli’nin gözünden Filistin tarafını ele alıyor ve “Filistin’in azabını bir İsrailli yazardan duyuyoruz”.

Diğer yandan ise, bu bakış açısının bir maske olduğuna ve aslında oyunun “İsrailsiz bir Filistin düşünülemeyeceğine” dair bir alt metninin olduğuna dair eleştiriler var. Bana kalırsa, her iki akış açısı da metnin nesnelliğini ve ele aldığı meselenin evrenselliğini saptırıyor. Olay örgüsünün kardeşler arasında geçen bir hesaplaşma üzerine kurulmasının tam da bu nedenle dikkate değer olduğunu düşünüyorum. Yazarın sözlerinden de anlaşılacağı gibi bu bir insanlık sorunudur.

Aynı hikâyenin farklı dönemlerde farklı coğrafyalarda gerçekleşmesine tanık olduk ve olmaktayız. Maskeliler, içinde yaşadığımız dünyada insanlığın, şiddetin kıskacındaki durumunu sorguluyor. 

Gerçekliğin Maskesi

“Bir baktık ki, hem dosta hem düşmana sessizlik çökmüştü. Her iki yanda da yalnızca anneler ağlıyordu.”

Oyunun broşürünün arka kapağındaki Bertolt Brecht’e ait bu sözler, yönetmen Taner Barlas’ın metne yaklaşımını ele veriyor. Barlas, oyunu olabildiğince sade bir şekilde nesnelliğini ortaya çıkaracak şekilde sahnelemiş. Üç kardeş arasında tartışılan meseleler belirli tarihsel olaylara değiniyor ancak gerek metinin sağladığı olanaklar, gerekse Barlas’ın sahnelemesi bu olaylar içinde yer alan kişilerin davranışlarının insani neden ve sonuçlarını ön plan çıkartıyor. Bir saat süren oyun süresince gerginlik, reji tarafından iyi hesaplanmış bir şekilde sürekli en üst noktada tutuluyor. Oyunculukların dozu ise yerinde. Yorumun nesnelliği ve rejinin ölçülülüğü gerçekçi bir sahneleme biçiminde yerini bulmuş.

Bir kasap dükkânının soğutma odasında geçen oyun için Duygu Sağıroğlu’nun yaptığı sahne tasarımı da genel olarak oyunun gerektirdiği atmosferi karşılayacak nitelikte. Bıçaklar, doğrama tezgâhı, tavana asılı çengeller, kanlı duvarlar ve kafesler… Ancak bir detay var ki, gerçekçi sahneleme biçimiyle ilişkili olarak ilkesel bir seçimin ipuçlarını veriyor. Sahneye yerleştirilmiş kafeslerde gerçek, kanlı canlı tavuklar ve horozlar yer alıyor. Sahnede kesilmeyi bekleyen canlı tavukların ve horozların bulunması simgesel olarak gönderme yaptıkları durum kadar, sahneden geçen gerçeklik hissini arttırmak için yapılmış bir seçim olsa gerek. Ne yazık ki, tersine, ölçülü bir şekilde kurgulanmış bir gerçekliğe dayalı sahneleme biçimi içinde yabancılaştırıcı etki yaratıyorlar. Atmosferi destekleyici bir unsur olarak sahnede yer almalarına karşın dikkati dramatik olay örgüsünden uzaklaştırıyorlar. Metnin ve sahnelenme biçiminin gereklerini yerine getiren bu sahnede yapılan küçük bir seçim, gereksiz ve hatta sahneye zarar veren bir öğe haline geliyor.  

Bu noktada belki de masum bir seçimden yola çıkarak sahnenin gerçeklikle ilişkisine dair bir kaç soruyu ortaya atmadan edemiyorum: Günümüz tiyatrosunda gerçekçiliğin sınırları nerede başlıyor ve nerede bitiyor? Gerçekçilik, gerçekliğin yeniden kurgulanması ise, gerçekliğin kendisi sahnede ne ölçüde ve nasıl yer almalıdır, neye hizmet etmelidir?