Soğuk Savaş döneminde Komünist Rus tehlikesine karşı Batı dünyasının kendini korumak için kurduğu NATO kalkanı, bugün özellikle dini terör tehdidine karşı mücadele ediyor. İşte bu bağlamda NATO’nun kıta sınırları dışına çıkarak İsrail ile stratejik işbirliği yapması gündeme geliyor. Bu fikri savunanlar, bir adım daha ileriye giderek, Ortadoğu’nun bu demokratik devletinin NATO’ya tam üye olması gerektiğini ileri sürüyorlar
Geçtiğimiz yıllarda, ABD’nin Avrupa ile ilişkilerinden sorumlu Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ronald Asmus, NATO’nun İsrail ile ilişkilerini hızlı bir şekilde iyileştirme sürecine girmesini, hatta İsrail’e tam üyelik verilmesini önerdi. “İsrail’in NATO ile böyle bir ilişki içinde girme isteği her geçen gün kendini daha fazla gösteriyor,” diyen Asmus bu konudaki önerisinin dayanağını ve tarihçesini o günlerde şöyle açıkladı: “Yaklaşık iki yıl önce, bir grup İsrailli benden İsrail-NATO diyalogunun geliştirilmesine yardımcı olmamı istedi. O zamanlarda bu fikir birçoklarına ‘uçuk’ geliyordu. Ben de İsrailli meslektaşlarıma ‘Hangi koşullar altında İsrail’i NATO üyesi olarak görebiliyorsunuz?’ diye sordum; önüme iki senaryo sundular. Birinci senaryoda; İsrail Filistinlilerle barış sürecinde final adımlara doğru ilerler ve NATO ile ileri düzey ilişkiler, İsrail halkını barış konusunda ikna etmek için kullanılabilecek noktalardan biri olur. İkinci senaryoda ise İran’ın baş edilemeyecek kadar güçlü bir nükleer güce sahip olduğu takdirde İsrail’in kendi güvenliği için Batı’dan ve NATO’dan yardım istemek zorunda kalır.”
Birkaç yıl öncesinin ‘uçuk’ fikri yakın zamanda ‘ilginç’ hatta ‘gündem’ oldu.
İsrail’in eski Dışişleri Bakanlarından Tzipi Livni, bakanlığı döneminde İsrail’in bu güvenlik teşkilatı ile olası ilişkisinden bahsederken şu sözleri kullandı: “NATO, Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde, Batı dünyasının özgürlük ve demokrasi gibi değerlerini korumak amacıyla kuruldu. İsrail de, demokratik olmayan bir bölgede, tamamıyla demokratik bir devlet olarak doğdu. Bu kapsamda, İsrail NATO’nun temsilcisi olduğu değerlerin Ortadoğu’daki koruyucusu oldu. İsrail ve NATO, demokrasi konusunda ortak oldukları gibi, ‘aşırılara’ karşı mücadelede de ortak amaçlara sahip oldular.
İsrail, NATO ile ileri düzeyde resmi bir ilişki kurma arayışındadır. Bu arayış, İsrail’in uluslararası kamuoyundaki diplomatik saygınlığını daha üst seviyelere getirmek amacında olan dış işleri politikasının bir parçasıdır.”
İsrail’in, bu güvenlik organizasyonu ile ilişkileri, yer aldığı bölge göz önünde bulundurulduğunda zaten ‘özel ve benzersizdir’. İsrail, özel bir konuma sahip Akdeniz Diyalogu Ülkeleri arasında, ‘Bireysel İşbirliği Programı’na katılan ilk devlet oldu. Bunun yanı sıra NATO’nun Karadeniz ve Eilat Körfezi’nde gerçekleştirdiği askeri tatbikatlarda da aktif olarak yer aldı.
Livni’nin bahsettiği ‘resmi ilişkilerin iyileştirilmesi’ ise İsrail’in, NATO’nun dostları hiyerarşisinde daha yukarılarda yer alması olarak açıklanabilir. İsrail’in hedefi 1994 yılında Sovyet Rusya’nın yıkılmasından sonra kurulan yirmi üç devletin oluşturduğu Barış Ortakları Grubu (Partnership for Peace) ya da daha da ileriye giderek, Ukrayna ve Gürcistan’ın sahip olduğu ‘Yoğun Diyalog’ statüsüne erişmiş devletlerden biri haline gelmek.
O günlerde İsrail’in NATO’ya tam üyeliğini görüşmek için vakit henüz ‘erken’di ama ya şimdi?
Ronald Asmus’un dile getirdiği görüşler arasında belirttiği ‘İran’ın artan nükleer tehdidi, İsrail’i NATO üyeliğine yaklaştırır’ görüşü artık gündemin ilk maddeleri arasında. Diğer taraftan göz ardı edilmemesi gereken başka bir nokta var. O da NATO’ya tam üyeliğin bir devletin, hem ülke içinde hem de sınırları dışındaki, askeri hareket özgürlüğünü kısıtlayacağı. Üyelerin hareket planında “Uluslararası, etnik ve/ya üçüncü şahıslar arasındaki herhangi bir anlaşmazlıkların çözümünde barışçıl yolların ve araçların kullanılması gerektiği” açıkça belirtilir. Ancak bu üyelik koşulu, İsrail’in Arap ve Filistinli komşuları ile olan ilişkilerini karmaşıklaştırmaktadır.
Bunun yanı sıra Avrupalı yetkililer, tam üyeliğin koşullarından biri olan ülkenin kesin sınırlarının belli olması gerektiğini hatırlatarak İsrail’in bu koşulu da yerine getiremediğini vurguluyorlar.
Tabii bu noktada savunulacak karşı görüş ise, amacı her zaman barış olan NATO’nun bu sınır belirsizliği ve onun doğurduğu anlaşmazlıkları çözme konusunda aktif rol oynaması gerekliliği. İsrail’in güvenliğini garanti altına alarak, gerektiği noktada ilave asker gücü ile Filistin polisine destek olması ve tarafların vereceği tavizler konusunda belirleyici ve arabulucu olarak Ortadoğu barışında etkin bir rol oynaması mümkün. Zaten bu yöndeki ilk adım, Şubat ayının başında gerçekleşen Herzliya Konferansı’nda atıldı. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, İsrail ile Filistin Özerk Yönetimi arasındaki mevcut ateşkes konumun korunması için asker gücü sağlayabileceğini ve bu konuda tarafların ihtiyacı olması durumunda yardımcı olabileceğini dile getirdi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da yanıt olarak NATO ile artan işbirliğine her zaman sıcak bakacaklarını belirtti.
Buna karşılık olarak İsrail’in NATO üyeliği, organizasyona güvenlik konusunda destek ve yardımcı olacaktır. NATO’nun öncelikli misyonu Avrupa’nın doğu sınırını Sovyet tehlikesinden korumak yerine, radikal dini terörden korumak haline geldiğinden, güneydoğu sınırında İsrail’in yer alması bu konuda organizasyona büyük destek sağlayacaktır.