Gecenin galibi İngiliz sinemasından gelme “Zoraki Kral” oldu. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Aktör, En İyi Özgün Senaryo ödülleriyle bu film (“Başlangıç” ile birlikte) en çok sayıda Oscar ödülü kazanan film oldu. En çok hak edilen ve tartışılmayan tek ödül Natalie Portman’ın En İyi Aktris ödülüydü.
“Siyah Kuğu” ile sinema tarihinin en iyi perforanslarından birini sergileyen Portman, bu başarısı ile genç kuşağın en önemli aktrisleri arasına girdi. Filmin Yahudi asıllı yönetmeni Darren Aronofsky, 10 dalda adaylığı olan Coen Kardeşler’in “İz Peşinde”si gibi törenden eli boş ayrıldı. İsrailli Karen Goodman “Strangers No More” ile “En İyi Kısa Metrajlı Belgesel” Oscar’ını kazandı
83.Oscar Ödülleri sahiplerini buldu. Gecenin galibi İngiliz sinemasından gelme “Zoraki Kral / The King’s Speech” oldu. En İyi Film, En İyi Yönetmen (Tom Hooper), En İyi Özgün Senaryo (David Seider), En İyi Aktör (Colin Firth) ödülleriyle (“Başlangıç / Inception” ile birlikte) en çok sayıda Oscar ödülü kazanan “Zoraki Kral” başarılı bir dönem filmi. Oscar ödülleri gecesinin en çok hak edilen ve tartışılmayan tek ödülü Natalie Portman’ın aldığı En İyi Aktris ödülüydü. “Siyah Kuğu / Black Swan” ile sinema tahinin en iyi performanslarından birini sergileyen Natalie Portman’ın bu olağanüstü başarısı bir Oscar heykelciliğiyle taçlandırıldı. Sürekli kendini geliştirerek, çocuk yaşta başlattığı kariyerinin zirvesi sayılan manik depresif ve şizofren balerin kompozisyonuyla, Natalie Portman genç kuşağın en önemli aktrisleri arasına girdi. Bu gayretli, kırılgan, saf, masum, çocuk yüzlü oyuncu kendisini ruhen ve bedenen oldukça yıpratan bir rolde herkesi büyüledi. Natalie Portman bizleri, benmerkezci annesinin baskısı altında yetişmiş Nina ile şizofreniye giden karanlık ve gizemli bir yolculuğa götürüyor. Dehayla delilik arasındaki bu yolculuğu, gerçekle rüya arasında gidip gelen bir melodramın kalıpları içinde izledik. “Siyah Kuğu”nun Yahudi asıllı genç yönetmeni Darren Aronofsy kariyerinin bu en başarılı filminde aday gösterildiği En İyi Yöntmen Ödülü’nü kazanamadı. Tıpkı Coen Kardeşler gibi Aronofsky de “Zoraki Kral” fırtınasına yenik düştü. Bu fırtınanın diğer kurbanı “Sosyal Ağ / Social Network” ile David Fincher idi. KEKEME KRAL “Kraliçe / The Queen”den dört yıl sonra, İngiliz Kraliyet ailesini insani yönleriyle beyaz perdeye taşımayı sürdüren “Zoraki Kral / The King’s Speech”, 2. Dünya Savaşı sırasında, ülkesi çok zor bir sınavdan geçerken, kendi sesini bulmaya çalışan bir kralın mücadelesini anlatıyor. İngiliz yakın tarihinin az bilinen ilginç bir dönemini, 1939’da York Dükü Prens Albert’in VI. George adıyla tahta geçiş öyküsü, hem üstün nitelikli bir tarihi dram, hem de güçlü bir kişisel dram. Tahta geçiş aşamasında kekemeliğe karşı korkunç bir mücadele veren VI. George’un, konuşma sorununu çözmeye çalışan Avustralyalı terapistiyle kurduğu dostluk, insancıl bir tarihsel dram kalıpları içinde işlenmiş. İngiliz sinemasının yüz akı sayılabilecek bu başarılı filmin iki mimarı var: Başarılı tarihsel televizyon dramalarıyla tanınan 38 yaşındaki yönetmen Tom Hooper ve tarih meraklısı Amerikalı senaryo yazarı David Seidler. Küçükken kekeme olan, çocukluğunda gerçek Kral VI. George’un ağzından bu hikayeyi dinleyen David Seider, ince detaylarla örülmüş, karakterleri son derece derin çizilmiş mükemmel bir senaryo yazmış. Yönetmen Tom Hooper kendisine altın tabakla sunulmuş ikramın hakkını vererek, atmosfer yaratmadaki hüneriyle bu metni görselleştirmede, tipik İngiliz mizahını da kullanarak başarılı olmuş. Kritik bir dönemin aktörleri olarak, İngiliz Kraliyet ailesinin bireylerinin davranışları, klasik bir dram filmi formatında anlatılmış. Ancak bir eleştiri getirmek gerekirse, Prens Albert’in yasak aşkı Wallis Simpson için tahttan feragat eden ağabeyi Edward’ın ilişkisinin filmde inandırıcılıktan uzak olduğunu söyleyebiliriz. İki kez boşanmış Simpson ise filmde karikatür gibi duruyor. Düz bir anlatıma sahip film, kekeme Prens Albert’in korkularını, endişelerini saf ve insani bir bakış açısıyla perdeye aktarıyor. Gücünü ince ayrıtılardan alan film, çalkantılı bir dönemi anlatırken, mekan seçimindeki başarısı ile öne çıkıyor. BBC stüdyoları ile, konuşma terapistinin fakir bir semtteki köhne eviyle şatolarıyla filmin görkemli görselilğinde Danny Cohen’in imzası var. Filmde işlenen sayısız tema arasında, aile, sevgi, görev, korku, iletişim, dostluk, sorumluluk gibi temalar var. “Zoraki Kral”ın çok sevilmesinin baş sebebi mükemmel bir oyuncu kadrosuna sahip oluşu. Kariyerinin en parlak kompozisyonununda Colin Firth, konuşma zorluğu çeken Bertie’nin yalnızlığını, sıkıntısını canlandırırken, bir kral adayının insani yanlarını yansıtmada başarılı. Kekemeliği karikatürize etmeden konuşmasında, bakışları de vücut dilini kullanmasında Firth olağanüstü. Başarısız aktör, konuşma terapisinde güvene dayanan değişik yöntemler kullanan Lionel rolünde Avustralyalı aktör Geoffrey Rush her zamanki gibi çok iyi. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” cümlesini doğrulayan Elisabeth’i canlandıran Helena Bonham Carter, kocasına hep sevgiyle destek olan eş rolünde çok başarılı. Elisabeth 2002 yılında 101 yaşındayken ölen, herkese kendini sevdirmiş Ana Kraliçenin ta kendisi, IV. George da bugünkü kraliçenin babası. NATALİE PORTMAN SÜPER STAR Balenin estetik güzelliğini sergileyen, psikolojik-erotik bir gerilim filmi olan “Siyah Kuğu / Black Swan” Natalie Portman’ın olağanüstü performansıyla yılın en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Film, “Kuğu Gölü Balesi”ne hazırlanan bir toplulukta, saplantılı annesi, mükemmeliyetçi koreografı ve başrol için rakabet ettiği balerin arasında giderek psikolojisi bozulan bir baş balerinin öyküsü. 29 yaşındaki, Kudüs doğumlu Natalie Portman, dört yaşından 12’sine kadar aldığı bale derslerine bu film için 27 yaşında tekrar başladı, günde 5 saat bale çalıştı, 2 saat yüzdü, dans sahnelerinde dublör kullanmadı. Luc Besson’un unutulmaz “Leon”unda, 1994’te çocuk yaşta sinemaya başlayan, çocuk-kadın rolleriyle kariyerini geliştiren, Amos Gitai’nin “FreeZone”u, Mike Nichols’un “Closer / Daha Yaklaş”ıyla rüştünü ispatlayan Natalie Portman “Siyah Kuğu” ile statü atlıyor, genç kuşağın en saygın aktrisleri arasında yükseliyor. Bu filmin neredeyse her sahnesinde görünen Portman kraliçe kuğu rolünü kapmak için engel tanımayan, sahnede kendini ispat peşinde koşarken herkese düşman gözüyle bakan, annesi dahil herkesi kendi yerine göz dikmiş sayan bir balerini oynuyor. Vincent Cassel’in canlandırdığı yönetmenin yorumuyla, beyaz ve siyah kuğunun aynı balerinin oynaması istenince Nina (Natalie Portman) kendini işkence gibi bir fizksel disiplin altına sokar. Tek başına zirvede kalma hırsına kapılınca etrafındaki herkesi düşman görme paranoyasıyla, Nina’nın deliliğe giden yarışı, yönetmen Darren Aronofsky nefes kesen bir tempoda anlatıyor. Bedenini tükenme noktasına kadar kullanan Nina, en büyük düşünü ve sevdiklerini yitireceği korkusuyla sanrılar görmeye başlar, bedenini saran paranoya gerçekle düşü ayırt etmesini engeller. Kariyerinin bu en başarılı filminde yönetmen Darren Aronofsky, etrafını hayali düşmanlara çeviren paranoyak balerinin öyküsünü bir korku filmi formatında ele almış. Senaryo hikâyeyi Nina’nın bakış açısıyla anlattıği için, izleyici neyin gerçek neyin hayal olduğunu kavramakta zorlanıyor. Zirveye ulaşma hırsıyla akıl sağlığını yitiren balerin kompozisyonunda Natalie Portman Nina’nın psikolojik zayıflıklarını, kırgınlıklarını, korkularını yansıtmada çok başarılı. Natalie Portman, kalabalıklar içinde kendini yalnız hisseden sanatçı kimliğini perdeye ustalıkla yansıtıyor. “BAŞLANGIÇ”A 4 OSCAR Altın Küre ödüllerinde En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini kazanan “Sosyal Ağ” Akademi üyelerinden aynı ilgiyi görmedi. Filmin en parlak başarısı olan senaryosuyla Aaron Sorkin En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar kazandı. En İyi Kurgu ve En İyi Özgün Film Müziği Oscar ödülleriyle “Sosyal Ağ”ın ödül sayısı üçle sınırlı kaldı. Gecenin ikinci ödül şampiyonu, Christophes Nolan’ın izleyicileri bir rüya aleminin labirentlerinde dolaştırdığı “Başlangıç / Inception” idi. İnsanların rüyalarına girip fikirlerini çalan bir hırsızın öyküsünü bilimkurgusal aksiyon türü kalıpları içinde anlatan bu psikolojik dramda, Nolan bizleri gerçekler alemiyle düşler arasında bir geziye götürmüştü. “En İyi Sinematografi” (Wallig Pfiester), “En İyi Ses Miksaji” (Laura Hirshberg), “İn İyi Ses Montajı” (Richard King) ve “En İyi Görsel Efekt” (Paul Franklin) Oscar’larıyla “Başlangıç” neredeyse teknik ödüllerin tümünü toplamış oldu. Oscar Ödülleri gecesinin bir diğer galibi, eski dünya şampiyonu baksör Micky Ward’ın inişli çıkışlı kariyerini beyaz perdeye aktaran, David O’Russell’in “Dövüşçü / The Fighter” adlı filmiydi. Sadece bir boks filmi olmayıp, boksörün ailesini ve yaşadığı çevreyi keskin bir gerçekçilik duygusuyla aktaran filmde, boksörün ağabeyini oynayan Christian Bale, ile annesini canlandıran Melissa Leo, En İyi Yardımcı Aktör ve Aktris ödüllerinin sahibi oldular. 20 kilo zayıflayarak iskelete dönüşen, kokain bağımlısı, boksör eskisi bir kaybeden kompozisyonuyla Christian Bale, “Zoraki Kral”ın Geoffrey Rush’ını nakavt etti. TEK POLİTİK MESAJ Tim Burton’un “Alis Harikalar Diyarında”sının iki teknik dalda, “İn İyi Sanat Tasarımı” ve “En İyi Kostüm Tasarımı” Oscar’larını kazanması kimseyi şaşırtmadı. Oscar gecesinin tek politik olayı “İç İşler / Inside Job” filminin “En İyi Belgesel Ödülü’ne layık görülmesiydi. Yönetmen Charles Ferguson, hala dünyayı kasıp kavurmakta olan 2008 ekonomik krizinin perde arkasındaki akıl almaz gerçekleri ilk defa gözler önüne serdiler. Amerikan hükümetinin çeşitli kurumlarına danışmanlık hizmeti veren Ferguson derinlemesine araştırmasıyla finans dünyasının önemli isimlerini, politikacılarını, gazetecilerini belgeseline taşıdı. Siyasetin yozlaşmasıyla sonuçlanan yıkıcı ilişkiler ağını açığa çıkaran Ferguson ödülünü alırken gecenin tek politik mesajını verdi. “Ekonomik krizin sorumluluklarından hiç biri hapse atılmadı.” Geçen hafta İF İSTANBUL festivalinde gösterilen belgesel Matt Damon tarafından seslendirilmişti. En İyi Yabancı Film dalında Danimarka filmi “Daha İyi Bir Dünya / İn A Better World” güçlü 4 rakibini geride bırakmayı başardı. İsrailli Karen Goodman “En İyi Kısa Metrajlı Belgesel” dalında “Strangers No More” filmiyle ülkesine bu daldaki ikinci Oscar’ı kazandı. Aynı başarıya Ari Sandler “Wast Bank Story” ile evvelce ulaşmıştı.