İsrail’de yaşamını sürdüren, İstanbul doğumlu Zelda Ovadya 25 Mayıs tarihinde Tel- Aviv’de Cervantes Enstitüsü’nde “El Rolo de la Mujer Sefaradi en el Seno de la Famiya” adlı bir konferans sundu. Konuk olarak katıldığım bu gecede yapılan aktarımı siz okuyucularımız için ladino dilinden Türkçe’ye çevirmeyi borç bildim
“Oğlum; babanın öğütlerini dinle ve annenin Tora’sını bırakma”
Mişle / Atasözleri 1:8
Tüm dünya tarafından bilgeliği bilinen Kral Şelomo’nun bu cümlesinde Yahudi annesinin binlerce yıl önce dahi aile içindeki rolünün değeri anlatılmaktaydı. Her ne kadar bir kız çocuğunun doğumu,bir oğlun doğumu kadar sevinç ve heyecan yaratmasa da kızlar aslında toplumun en özellikli unsurlarından biridir. Yeni doğan bu kız çocuk, büyüdüğü zaman, genç kız olacak, içinde yuvasını kuracak, zaman inde dünyaya yeni çocuklar getirecektir. İşte bu anne oğullarını ve kızlarını sevgiyle eğitecek onlara Tora’yı öğretecek, toplumu kendi yetiştirdiği meyvelerle ödüllendirecektir. Bu biçimde yetiştirilen çocuklar da kendi evlatlarını aynı biçimde büyüteceklerdir. Sefarad kadını, yüzyıllar boyunca kocasının gölgesinde yaşadı. Sokağa çok az çıkar, ancak cenaze, bayram, düğün ve pazar alışverişi için evden ayrılırdı. Hayatının büyük bir bölümünü evinin içinde, çocuklarının başında geçirirdi. Onun biricik ödevi evde her şeyi mükemmelen yürütmek ve çocuklarının üzerine titreyen bir anne olmaktı. Bu yüzdendir ki, Sefarad kadını büyümeye başlar başlamaz, evlendiği güne kadar evini en iyi şekilde yönetmesine yardımcı olacak biçimde “hamarat” bir kadın olarak yetiştirilirdi. Kadın, evde temizlik yapmak, yemek pişirmek, hamur yoğurmak, çamaşır ve ütünün yanı sıra kocası için mükemmel ve güler yüzlü bir hanım olup ona en iyi hizmeti vermeli, ona saygıyla davranmalı ve çocuklarını çok iyi eğitmeliydi. Bu roller aile ocağının tütmesi için gerekli olan yegâne şeylerdi. O devirlerde kızlar için eğitim çok yetersiz, hatta tamamen gereksizdi denilebilir. Genç kızın ev işleri haricinde dikiş nakış bilmesi, iyi yemek pişirmesi onun mükemmel olduğunun ve gelecekte mükemmel bir ev kadını olacağının göstergesiydi. Sefarad kızlarının hayatı yüzyıllarca aynı biçimde seyrederken, 19. yüzyılın ikinci yarısında Alliance İsraelite Universelle Okullarının açılmasıyla, önlerine yeni bir eğitim yolu açılıverdi. Daha sonra 20. yüzyılın ilk yarısına doğru okula giden kızlar gitgide çoğaldı. Yabancı okullara devam ettiler. Fransız, Amerikan, İngiliz ve İtalyan okullarını bitiren kızlar çok iyi eğitim aldıklarından bazıları çalışma hayatına girdiler yabancı şirketlerde önemli mevkilere geldiler. 1950’ler ve 60’larda İstanbul’da eğer bir Sefarad kadını işe girip, çalışmaya başlarsa Yahudi toplumu hemen aralarında fısıldamaya başlar bunun normal olmadığını söyler, kocasının evini geçindiremediğini, başarısız olduğunu düşünürlerdi. Kimse bu kadının, aldığı eğitimi değerlendirip, ekonomik açıdan daha özgür olmayı tercih ettiğini düşünmek bile istemezdi. Fakat şurası da bir gerçektir ki, Sefarad kadını, yüzyıllar boyunca evde olmakla, çocuklarını Sefarad gelenek ve göreneklerine göre büyütüp, böylece bu kutsal görev nesiller boyunca değerinden hiçbir şey yitirmeden anadan kıza yeni kuşaklara aktarılmıştır. Annelerimiz bizlere güzelim ninnilerini ve şarkılarını söylerken, aslında içlerindeki sıkıntıları da dökerler. Bu onlara biraz da psikolog görevi görürdü. Şarkıların çoğu dertlerini sıkıntılarını anlatan şeyleri içerirdi. Örneğin kocalarının kendilerini aldatmasını, sevmemesini hazmademeyen kadın çareyi dertli şarkılar söylemekte bulurdu. Bazen şarkılarda çocuğunun geleceğiyle ilgili umutlar olurdu. “ A la eskola te iras, alef bet t’ambezeraz/ dela eskola saliras…” (okula gideceksin, alef- bet öğreneceksin/okulu bitireceksin) bu kadınlar ninnilerde ayrı duygu yüklü romanslar, aşk şarkıları söylerlerdi. Anneler aşkı, aldatan ve aldatılan kadınları, savaşan sevgilileri dertli aşıkları, maceraları anlatan şarkılar söylediler. Ninelerimizin anlattıkları öyküleri ağzımız açık dinlerdik. Öyküyü öyle güzel yerlerde keserlerdi ki sonunu öğrenmek için ertesi akşamı iple çekerdik. İşte tüm bu kadınlar bizlere Ladino dilinde öyküleri neredeyse her konuyla ilgili söylenmiş atasözlerini, uygulamalı olarak yemek pişirme sanatını, Sefarad Mutfağı’nın en güzel yemeklerini pişirmeyi, Sefarad Mutfağı’nın kaşerut gerekliliklerini, sütlü ve etli yiyeceklerin hazırlanmasını, bayram günlerinin ev hayatına ve sofrasına uyarlanmasını öğrettiler. Bu bilgiler ve folklorik bilgiler, hiçbir kitapla, kasetle, CD ve DVD ile değil, sadece kuşaktan kuşağa sözel olarak anlatılarak aktarıldı. Yemek konusuna değinmişken, İnternet aracılığı ile bir Arjantinli Sefarad kadını ile yaptığımız bir röportajı anlatmak istiyorum; “ Sefarad bir kadının mutfağından” adlı röportajda şöyle bir ifade geçmektedir. “düşünecek olursak bir kadının kendini kanıtladığı en önemli alan kendi mutfağıdır. Kadın ustaca pişirdiği özgün Sefarad yemekleriyle kocasının saygısını ve sevgisini kazanmaya çalışırdı. Çünkü bir Türk atasözüne göre ‘erkeğin kalbine giden yol, midesinden geçer.’ (el kamino ke va al korasan pasa por el estomago) Sefarad kadının yeri başka bir konuda daha doldurulamaz. 15. ve 16. yüzyılda İspanya’da, Portekiz’de ve Latin Amerika’da engizisyon döneminde, din değiştirmek zorunda kalan Yahudiler, anneler sayesinde gizlice Yahudi dinini sürdürdüler. İspanya’dan kovulma(expulsion) olduğunda, bazı Yahudiler Portekiz sınırından geçerek, dinlerini rahatça sürdürebilmek umuduyla oraya yerleşmişlerdir. Ama akıbetleri değişmedi, Portekiz’de de diri diri yakılmamak için mecburen Hıristiyan dinine geçtiler. O dönemde yaşanan bir mecburen din değiştirme dönemlerine Sefarad kadınlarının rolü çok büyük oldu. Onlar gizlice Yahudiliğin tüm dini kurallarını ve geleneklerini sürdürerek ailelerine Yahudiliklerini unutturmadılar. Ellerinde bulunan tüm dini objeler ve kitaplar yakıldığından, gelenekleri ve dini kuralları sözel olarak korudular ve devam ettirdi. Sinagoglar kapatıldı, dini objeler ve Sefertoralar tümden yok edildiler, hatta cemaat liderleri bile yok edildiler. Onların ellerinde olan yönetim dahi kadınların eline geçti. Mutfakta kaşerutu sürdürürken, aynı zamanda brit-mila (sünnet) ve şehita (kaşer et kesimi) gibi görevleri de üstlendiler. Böylece Yahudi kimliklerini asla kaybettirmediler. Hayatlarını hiçe sayarak, çocuklarına akıllarında kalan duaları öğrettiler ve her gün tekrar ettirdiler. Tıbbi konularda da bildiklerini aktardılar, kızlarına doğumlarda ebelik yapmayı öğrettiler. Yıllar sonra Brezilya’da Yahudi kadınlarının defterlere yazdığı Tefila duaları bulundu. Daha sonra Amerika’ya yerleşen bu dönem Yahudilerden birinin torunu, küçüklüğünde her Cuma akşamı evlerinde söylenen Portekizce bir şarkıyı anımsar; “ Mete el mantel de lino, kon dos kandelas sovra la meza. İ no serres la ventana porke kero ver las estreyas, kuando kanti al Hashem” (masanın üzerine keten beyaz masa örtüyü ser, üzerine iki mumlu şamdanı koy. Pencereyi kapatma, çünkü Tanrı’yı çağırırken yıldızları görmek istiyorum) Görevlerine son derece bağlı bu kadınlar sayesinde Sefarad mirası günümüze değin ulaştı. Eskiden tüm aktarımlar tamamen sözel (oral) iken, günümüzde çağdaş teknoloji sayesinde her şey kitaplarla, röportajlarla, makalelerle kayıt altına alınmaktadır. Bunun içinde tarih, kültür folklorik müzik, müzikal oyunlar gibi zengin bir çeşitlik vardır. Bu belgelerin ve kayıtların tümü günümüzde enstitülerde ve üniversitelerin kütüphanelerinde herkesin hizmetine sunulmaktadır. devam edecek...