8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Schneidertempel Sanat Merkezi’nde bir sergi açan Vivi, aslında hiç bir şeyin aslı gibi olmadığının altını çiziyor ve asıl’ın varlığını sorguluyor.
‘Aslı Gibi Değil’ Sergisi nasıl doğdu?
Geçtiğimiz yıllardan beri aklımı çelen bu kopya için başlamış olduğum bir seri vardı. Geçen yılki sergimin içinde bir kısmına da yer vermiştim.
NEDEN kopya?
Çünkü hayatın kendisi de bir kopya… Anları, fikirleri ve benzer hayatları tekrar ve tekrar üretip yaşamıyor muyuz? Bizler de orijinallerimizin kopyalarıyız. Hangimiz tekrarlarda ve kopyalarda yaşamıyoruz ki? Çocuklarımız bile bizi kopyalayarak büyümüyorlar mı? Farklıymış gibi ama bilerek ve bilmeyerek kopyalanmış hayatlar… Bu sergimde irdelediğim Kopya (la Yapıştır)(COPY-PASTE) konusunu üç açıdan ele almaya çalıştım. İlk olarak sevdiğim ünlü portreleri kopyalarken, onları bir başka sanatçı kopyalıyor olsaydı nasıl yapardı diye sordum. Bunların hepsini sergilemek için de yine bizi biz olmaktan çıkaran ve gerek resimleri, gerek ‘status’leri gerekse de çeşitli ‘paylaş’maları ‘copy-paste’lemeyi artık alışkanlık düzeyinde yaptığımız sosyal ağ sitelerinin bazı profil görüntülerini seçtim. Yani gerçek anlamda Copy-Paste’ledim diyebiliriz.
Son olarak da büyük boy tuvallerde çalışmayı seçtiğim serimde -ki bu seri çok önceleri çıkmıştı- her biri diğerinden farklı tekniklerle çalışan hayranı olduğum sanatçıların popüler portrelerini, sevdiğim karikatürcülerin popüler tiplemeleriyle buluşturdum ve onlar üzerinden hikâyeler anlatmaya çalıştım.
Karikatür sanatçıları için özel bir sanat galerisi olan Schneidertempel da, bu karikatürlü çalışmalarımın doğmasında bana ilham verdi.
NEREYE taşıdığınız önemli?
“Hiçbir şey özgün değildir. Sizi esinlendiren veya ilhamınızı ateşleyen her yerden çalabilirsiniz. Eski filmleri, yeni filmleri, müziği, kitapları, resimleri, fotoğrafları, şiirleri, rüyaları, gelişigüzel sohbetleri, mimariyi, köprüleri, sokak tabelalarını, ağaçları, bulutları, akan suları, ışığı, gölgeleri pervasızca yalayıp yutun. Çalacaklarınızı sadece, doğrudan ruhunuza dokunanlardan seçin. Eğer bunu yaparsanız, ancak o zaman eseriniz (hırsızlığınız) özgün olacaktır. Özgünlük paha biçilmezdir; yaratıcılık ise yoktur. Ve hırsızlığınızı da örtmeye çalışmayın. Hatta isterseniz ilan bile edebilirsiniz. Her şekilde, Jean-Luc Godard’ın sözlerini hep hatırlayın: “Nereden aldığınız değil, aldıklarınızı nereye taşıdığınız önemli.” JİM JARMUSCH
Bu yazı sergimin çıkış yazısı oldu. Davetiyemde ve afişlerde aynen copy-paste’ledim. Orijinal halini (İngilizcesini) kullanmayı tercih ettim, anlamayan da merak edip gelsin istedim. Nereye, hatta nasıl taşıdığımız önemli çünkü… O kopyayı taşırken içine kattığımız anlam değer katıyor…Tıpkı bir başkasının kitabını dostunuza hediye ederken üzerine yazdığınız minik sıcacık bir not gibi İşte o sunma şekli sizi özgün kılıyor.
‘Yaratıcılık yoktur’ kısmı ise oldukça esrarengiz. Beni biraz aşan bir tartışma ama her şeyin ama her şeyin ‘en başından’ zaten yaratıldığını ve bir şekilde var olduğunu biliyoruz. Sanatçının tek görevi belki de sadece o var olanları birleştirip ortaya çıkartmak.
‘Hırsızlığınızı örtmeyin’ Hırsızlığımı gizlemeyenlerdenim… Çocuklarım hariç her şeyi ama her şeyi bir yerlerden çaldığımı itiraf ediyorum. Eşimi ailesinden, karakterimi babamdan, düzeni de düzensizliğimi de annemden. Resimlerimi ise referans aldıklarımdan ki bunlar bazen bir fotoğraf, bazen bir anı, bazen o kişinin kendisi veya hayallerim ve rüyalarım olabiliyor. Bu sergidekilerin kaynakları ise altlarında yazıyor.
NİÇİN yanlarına veya altlarına referans aldıklarının resimlerini koymadınız?
Çünkü kendimi onlarla yarıştırmak istemiyorum. Öyle bir şey yaptığınızda direkt karşılaştırma giriyor devreye. Taklidin ne kadar başarılı olduğu gibi... “Hem orijinalinin hem kendi orijinalimin de aurasına zarar veriyormuşum” diyor Walter Benjamin. Yapmak istediğim asıllarını yaşatan ama kendi gibi olan kopyalar üretmiş olmak.
“FACEBOOK yüzünden” diye bir alt başlığınız var; “Aslı Gibi Değildir / Facebook yüzünden”…
Sergilerimin çoğu hep biri yüzünden olur. Bu sergim de kısmen facebook yüzünden.
Bu seriye başlamış ve bir türlü çıkaramamış olan ben yıllardır yoğun bir beyin tembelliği içindeyim. Klasik anlamda daha az okur, daha az gezer oldum. Modern anlamda ise sadece okur, sadece gezer oldum. Çoktandır internette okumaktan başka bir işim yoktu; ‘surf yapmak’ da gezmek oluyor işte. Dünya yıllardır elimin altındaydı…
İşte o günlerimin bir başka varyasyonu olan bugünkü sosyal ağlar arasından en popüleri, yaygını facebook olduğu için, onun şöhretinden yararlanayım dedim. O bir fenomen! 3 yılı aşkın bir süredir facebook ve you-tube bağımlısıyım.
İlişkiler Facebook misali; tanışma anında ‘beğen’; güzel günlerde ‘paylaş’; ‘ayrılığa doğru’ yorum yap; ayrılırken ‘beğenmekten vazgeç’ olmuş. İnternet dolu hayatımızda ‘hangisi gerçek’i - ‘aslolan’ hayatları da sorgulamak istedim. Oradaki anlatılanlar gösterilenler mi, buradakiler mi?
Son iki yıldır 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde sergi açıyorsunuz? Neden kadın ve niye kadınlar günü?
Öncelikle kadın olduğum için ve özellikle bazı kadınlara sinir olduğum için… Ya çok güzel oldukları için, ya çok boş oldukları için, ya çok konuştukları için, hatta bazılarına beni sevdikleri için sinir olabilirim!
Ayrıca 8 Mart bir etkinlik yapmak için bahane edilebilecek güzel bir tarih. Artı bahanesi olmasını da seviyorum. Bana kol kanat gerecek galerim oldukça hep açacağım bu tarihte.
Çalışmalarınızda farklı teknikler göze çarpıyor. NELERİ kullanmayı tercih ediyorsunuz?
Sergide çok sevdiğim bir sanatçı arkadaşım; “Sen neredesin? Seni hiç birinde göremiyorum” yorumunda bulundu. “Hepsindeyim işte, ara bul beni” dedim.
Özgün olanlardan, aynı gün içinde çıkan şu iki resmim beni bile şaşırtıyor. Konsantrasyon eksikliğimi ve karakter çeşitliliğimi ve iç karışıklığımı anlatıyor. Sevdiğim ve seçtiğim sanatçılara da bakacak olursak, birbirine benzeyenler hem var hem yok. Ben Modigliani’nin fırça vuruşlarını, Matisse’in özgürlüğünü, Schiele’nin fütursuz ifadelerini, Nielly’nin palet darbelerini, Picasso’nun zekâsını, Kirschner’in renklerini, Rizzi’nin neşesini, Lichtenstein’ın mükemmeliyetçiliğini, Warhol’ün çeşitliliğini seçtim ve yaptım. Benzerleriyle birlikte (benzer başka kopyalarla birlikte) tarihe geçeceklerine de eminim. Benimkiler Türk-Amerikan-Alman-Fransız-vs. ortak yapımı oldu.
Schneidertempel’da sergi açmak sizi zorladı mı?
Schneidertempel’da bir sergi açmamın özel keyfini ve heyecanını kelimelerle anlatmam mümkün değil. Açılışın fotoğraflarına baktıkça daha da çok beğeniyorum sergimi ve şanslıyım diyorum. Işıklandırma harika, sergi öncesi ve sonrası servis, ilgi, yardımlaşma, haberleşme, medya bilgilendirmesi mükemmel. Bu kusursuz iletişimimizdeki büyük paylardan ikisi de, her sergimde yanımda bitiveren meleklerden görevi bu yıl devralanların. Atölye ortaklarım, iletişim tasarımcıları iki kişilik dev ekip Graffias olmasa idi, ben hala atölyede bir o yana bir bu yana koşturuyor olurdum.
Önümüzdeki sergi/ proje ve hayalleriniz?
Öyle çok ki… Bu sergi ile birlikte çıkan onca projenin arasından seçmem gerek!
Ama bir sonraki sergim için ilk hedefim uzun zamandır üzerinde çalışıyor olduğum bir proje: Yaşlılar ve çocuklar ile ortak bir çalışma. Büyük bir çoğunluğu IZEV gençlerine ait olan bu sergi proje için yer arayışı içindeyim. Kim bilir belki sponsor bir firma bulurum ve böylesi özgün çalışmaları hem sergileyeceğimiz hem satacağımız bir yer tashih edilir bize/bana bu süreçte.
Yeni yüzler, yeni benler, yeni kopyalar, yeni portreler her daim olacaktır fırçalarımla darılmadığım sürece…
Sergiyi 27 Mart’a kadar izleyebilirsiniz.