/Tiyatroda ‘YENİ’ nedir?

“... ona (bir tabloya) bakarken, bir an bile ortada renkler, tuval, fırçalar bulunduğunu unutmayız, ama aynı anda yüksek ve aydınlık bir yaşam duygusu hissederiz. Ve hatta şu genellikle doğrudur: Tablo kendini ne kadar tablo olarak ortaya koyarsa, ondan kaynaklanan yaşam duygusu da o denli güçlenir Meyerhold

Verda HABİF
13 Nisan 2011 Çarşamba

Sanatta yeni biçimler eserlerin alımlayıcılarıyla kurdukları yeni ilişki kodlarıyla gelir. Bunu sadece seyirciyi fiziksel anlamda sanatsal sürece dahil etmek olarak almak ise çok sınırlı bir yaklaşım olur. 20. yüzyılın sonlarından itibaren popüler gidişat bu yönde olsa da...

Gerçekçi bir tabloya ve soyut bir tabloya bakarken bizde uyanan etki ve gerçeklik hissi nasıl farklıysa biçimsel yeniliğin dinamikleri de eserin alımlayıcısıyla kurduğu ilişkide yarattığı bu tür bir değişimde yatar. Alımlayıcının yaratının tamamlayıcısı olması için illa fiziksel olarak yaratım sürecine dahil olması gerekmez. Daha derin bir bakış geliştirecek olursak asıl meselenin, alımlayıcısını ‘an’a ortak eden eserin ona bakanın bakışını ne kadar aktif kıldığıyla ilgili olduğunu görürüz. Bu da eserin kendi temel malzemelerine özgü estetiği ile yeni bir dil yaratmasıyla mümkün olur. Böyle bir dil ancak kendi gerçekliği ile var olur. Hatta sanat eserleri alıştığımız türden gerçeğe yaklaşmaya ve onu taklit etmeye çalışmaktansa, kendi gerçekliklerini yarattıkça bizde uyandırdıkları yaşam duygusu artacaktır. 

Değişimin dinamiklerinin tiyatro sahnesinde nasıl bir görünüm kazandığının özellikle bugünlerde tartışılması gerekiyor. Tiyatroda ‘yeni’ nedir? Güncel konuların ele alınması mı? Tarih boyunca güncel konular her çağda tiyatronun meselesi olmuştur. Dolayısıyla, bu tanım yeterli olmayacaktır. Üstelik dünya üzerinde kaç çeşit tema olabilir ki insan yaşamına dair ele alınabilecek? Aynı meseleler Antik Yunan’dan beri dönüp dolaşıp karşımıza gelmektedir. Örneğin, Antik Yunan tiyatro oyunlarının konularına baktığımızda bugünlerde sıkça konu edilen ve bir çeşit yenilik söylemi içinde kendine yer bulan ensest ilişkiler ve şiddet gibi yoğun ve çarpıcı öğelere zaten rastlarız. Hatta, oyunların dönüm noktalarını bu gibi ‘trajik hatalar’ oluşturur. Ancak o dönemde bunlar bugünün aksine asla sahne üzerinde gösterilmezdi. Tabi ki, bunun nedenlerini sadece o günün dünyasında böyle şeylerin kabul edilemez olduğu gibi sınırlı bir düşünce biçimine oturtamayız. Bu konvansiyon aynı zamanda biçimsel bir estetiğe karşılık gelmekteydi. Epiğin estetiğine.

KÜLTÜREL DÖNEMEÇ

‘Yeni’nin ifade biçimlerini de ancak sahneye ait plastik dil oluşturabilir. Biçimin dinamiklerini ise zamanın ruhuyla eş güdümlü olarak sahne ile seyirci arasında kurulan ilişki kodları belirler. Günümüzde yaşanan ‘kültürel dönemeç’ (Fredric Jameson) insan ilişkilerinden politikaya her alanda kendini gösterirken tiyatroda da yeni ifade biçimlerine ihtiyaç duyulmaması olanaksızdır. Neredeyse 20. yüzyılın başında etkilerini göstermeye başlamış olan bu değişimin dönüştüğü sanatsal ihtiyacın adı da yüzyıl ortasında konmuştu. Örneğin, Antonin Artaud, 1960’larda tiyatroda yaşanması gereken değişimin şiddet yüklü fiziksel aksiyon aracılığıyla izleyicinin sinir sistemine etki ederek direncini kırmayı ve duygusal olarak daha açık olmasını sağlayacak bir yöntem üzerine inşa edilmesi gerektiğini savunmuştu. Böylece, seyircinin ve oyuncunun eş zamanlı olarak en derin duyguları deneyimlemelerinin ve bu deneyimden beraberce arınmış ve değişmiş olarak çıkmalarının sahnedeki dilsel karşılığını arıyordu. Onun savunduğu dil, sahne üzerinde kullanılabilecek bütün ifade araçlarını kapsayan ‘tiyatronun dili’ydi.

TEATRAL DİL

Bugün ise, ‘seyirciyi harekete geçirmek’, ‘seyirciyi rahatsız etmek’ gibi cümle kalıpları doğrudan birer biçime dönüştürülmüş durumdadır. Bu durum sahneye ait ‘teatral dil’in yeniden tanımlanmasındansa ortadan kaldırılmasına yol açmaktadır. Teatral dilin yerini sözcüklerin himayesinde yazarın düşüncelerinin temsili üzerinden izleyicisiyle ilişki kuran metnin dili almıştır. Böyle bir tiyatro yaratıcı olamaz, ancak yaratıcı olduğu yanılsamasını yaratır. Aynı zamanda da seyirciyi pasif bir durumda bırakır. Bu tiyatro kapsamında şimdiye dek bulunmuş bütün görsel biçimler dahi, logos (sözcüklere dayalı dil) merkezli bir dizgenin çevresinde kalmış, ona hizmet etmek, eşlik etmek ya da onu ‘illüstre etmek’ten öteye gidememiştir. Hâlbuki tiyatro şimdiki zamanda yaşayan bir sanattır. Yaşamak için, kendisini, metinden, saf konuşmadan, edebiyattan farkını ortaya koyarak gerçekleştirebilmelidir. Ancak, metinden ve ‘yazar-tanrı’dan özgürleşen tiyatro yaratıcı özünü bulabilir. Böyle bir tiyatro, bir şeyin tekrarı, taklidi ya da klasik anlamda temsili olamaz. Tıpkı Artaud’nun dediği gibi metnin hakimiyeti sona ermeli, yerine saf teatral dil gelmelidir. Yeniliğin anahtarı işte bu dilde saklıdır.