YSK Hanımlar Kolu 10 Nisan Pazar günü 80 kişilik bir grupla günübirlik Edirne gezisi gerçekleştirdi. Rehberliğini İnci Türkoğlu, Charlie Shalom ve Fotoğrafçılık Kulübü öğretmeni Mehmet Özşimşek’in yaptığı grup sabah erken saatlerde buluşup keyifli bir yolculukla sabah erkenden Edirne’ye vardı.
Gezinin ilk durağı Mimar Sinan’ın muhteşem eseri Selimiye Camii idi. Rehberlerin verdiği bilgilere göre Mimar Sinan’ın 80 yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” dediği anıtsal yapı Osmanlı-Türk sanatının ve dünya mimarlık tarihinin başyapıtlarındandır. 1569-1575’te Sultan II. Selim’in emriyle yaptırılmıştır. Çok uzaklardan dört minaresi ile göze çarpan yapı, kurulduğu yerin seçimiyle, Mimar Sinan’ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu da göstermektedir. Cami, mimari özelliklerinin erişilmezliği yanında taş, mermer, çini, ahşap sedef gibi süsleme özellikleriyle de son derece önemlidir. Mihrap ve minberi mermer işçiliğinin başyapıtlarındandır.
Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme devrinde çok hareketli bir alışveriş yeri olan tarihi bedestene gidildi. O zamanlar bu çarşıda o kadar değerli mücevherler satan dükkanlar bulunurmuş ki geceleri kapısında 60 bekçi beklermiş. Günümüzde de bedesten Edirne’nin canlı alışveriş merkezlerindendir.
Bedestenden geçtikten sonra sur içine girilerek eski Yahudi mahallelerine varıldı. Kaleiçi olarak adlandırılan bu semt eski surların kuşattığı dörtgen bir alandır. Edirne’nin fethi sırasında Kaleiçi tek yerleşim yeri idi. Burada Bizans halkı, Cenevizliler ve Yahudiler oturmaktaydı. Kale içindeki evler, yazlık, kışlık, açık ve kapalı bölümleriyle, bahçeli evkonak, türündendir. Bu yapılar, çoğunlukla bir veya iki katlıdır ve avluları vardır. Edirne evlerinin Türk Mimarisinde ayrı bir yeri vardır. Ancak ne yazık ki çoğu kaderlerine terk edilmiş durumdaydılar.
Kale içindeki en önemli durağımız bugün maalesef yıkık durumda olan Büyük Edirne Sinagogu idi. 1905 yılındaki büyük yangında Edirne’deki 13 sinagog yok olunca inşa edilen sinagog, Kal Kadoş Ha Gadol (Kutsal Büyük Havra) adıyla 1907 yılında ibadete açılmıştır. 1940’lı yıllardan sonra şehirdeki Yahudi cemaati azalınca kalan 100-150 kişilik Yahudi cemaati 1983 yılına kadar sinagogu kullanmıştır. Edirne’deki Yahudi cemaatinin İstanbul ve İsrail’e göç etmesi ile cemaatsiz kalan sinagog 1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiştir. 1997’de yoğun kar yağışı nedeni ile sinagogun çatısında biriken kar, üst örtünün çökmesine neden olmuştur. Bundan sonra Trakya Üniversitesi sinagogun onarımını üstlenerek kültürel amaçlı kullanacağını Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirmiştir.
Büyük Edirne Sinagogu, Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın ise üçüncü büyük sinagogu olma özelliğine sahiptir. Sinagog kompleksi üç ayrı yapıdan meydana gelir. İdare binası, sol tarafta cemaat azaldığında sinagog olarak kullanıldığı bilinen küçük müştemilat yapısı ve Büyük Sinagog binası. Yapının en büyük özelliklerinden biri de mükemmel akustiğidir. Girişin her iki yanında cepheyi taçlandıran yüksek merdiven kuleleri vardır. Giriş cephesi ve kuleler yıkımdan zarar görmemiş gibi sağlam görünmekteydi. Girişteki iki tablet halindeki “on emir” levhalarından yalnızca soldaki levha okunabilir durumdaydı.
Edirne Sinagogu’nu eski ihtişamı ile yeniden sağlam görmek dilekleriyle oradan ayrılan grup otobüslerine binerek 2. Beyazıt’ın yaptırdığı Tunca nehri kıyısındaki ödüllü külliye ve şifahaneyi görmek üzere yola koyuldu. Külliye içinde yer alan darüşşifa (hastane), 400 yıl boyunca önceleri her türlü hastaya; sonraları sadece ruh ve akıl hastalarına hizmet vermiş bir sağlık kuruluşuymuş. Geçmişte hastaların müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildikleri bu tarihi mekân, sağlık müzesi olarak düzenlenmiş. Ayrıca Külliyenin bir parçası olan tıp medresesi de müzenin 15. yüzyılda tıp eğitimini sergileyen bir bölümü olarak hizmete açılmış. Müzede, hekimliğin gelişmesi ve değişik sağlık hizmetleri hakkında geniş bilgiler içeren pavyonlar ilgiyle izledindi.
2.Beyazıt Külliyesi’nden sonra Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı meydandan geçerek bugün Trakya Üniversitesi Rektörlük binası olarak hizmet veren tarihi tren garı ve yine aynı mekânda bulunan, 1998’de ziyarete açılan Lozan Anıtı görüldü.
Günün sonunda Meriç kıyısındaki sevimli cafelerden birinde oturarak lezzetli ikramlar eşliğinde güzel havanın keyfini çıkartan grup tatlı bir yorgunlukla, neşe içinde İstanbul’a döndü.