Bölgede yaşanan ‘Arap Baharı’ ile Ortadoğu büyük bir değişimin içinde. Halk isyanları teker teker totaliter rejimlere baş kaldırırken, İsrail ile Filistinliler arasında yapılacak olası bir barış anlaşmasının da kaderi bu yeni dinamiklerden etkileniyor
Bölgede yaşanan ‘Arap Baharı’ ile Ortadoğu büyük bir değişimin içinde. Halk isyanları teker teker totaliter rejimlere baş kaldırırken, İsrail ile Filistinliler arasında yapılacak olası bir barış anlaşmasının da kaderi bu yeni dinamiklerden etkileniyor
Bu senenin başında başlayan ve halen süren Ortadoğu’daki değişim rüzgarı artık Türkiye’de pek ilgi çeken bir konu olmaktan uzaklaşmış olsa da, bölgenin geleceği açısından son derece büyük bir önem arz etmektedir. Özellikle, İsrail ile Filistinliler arasındaki barış görüşmelerinin geleceği, hatta barışın olup olmamasında Ortadoğu’da oluşacak yeni dinamiklerin önemli bir rol oynayacağı kesindir. Batı dünyasının zaman zaman göstermelik de olsa İsrail ile Filistinlileri barıştırmaya çalışması ve nihai ve kalıcı bir barış sağlama çabaları bugüne kadar tamamen başarısız olmuştur. Bu bağlamda İsrail ve veya Filistinlileri suçlamak bir yere kadar doğrudur. Acaba bu iki toplum Orta Doğu’da değil de Orta Avrupa’da yaşıyor olsalardı bu uzlaşmazlık durumu ne kadar devam etmiş olabilirdi? Bu uzlaşmazlığın çok uzun sürmeyeceği, Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra oluşan tablodan da bellidir. Hatırlanacağı üzere Yugoslavya dağıldıktan sonra Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalılar savaşmış ancak NATO müdahalesiyle üç ayrı ülke oluşturulmuştu. Ortadoğu’da özlenen barışın gelmemesinde tarafların isteksizliği veya beceriksizliği kadar bölgenin imkan sağlamaması da önemli rol oynamaktadır. Ancak Ortadoğu değişmektedir. Değişen büyük ihtimal sınırlar veya yer değiştiren insanlar olmayacaktır. Değişen öncelikle zihniyet olacaktır. Bölgeye genel olarak bakıldığında, diktatöryel veya feodal yapıdaki birçok devletin varlığı göze çarpar. 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla oluşan boşluğun halen doldurulmadığı göze çarpıyor. Masa başında cetvelle çizilerek yaratılan ülkelerin, halklarının bağımsızlıktan çok uzak olduğu muhakkaktır. Kaldı ki bu halklar özgürlük, demokrasi ve kişisel haklar gibi kavramları yeni yeni öğreniyorlar. MISIR Ülke bazında inceleyecek olursak, Mısır’da Mübarek rejimi yıkıldı. Mısır’da Mübarek’in selefi Enver Sedat rejimi İsrail ile barış yapmış olmasına rağmen, İsrail ile Filistinliler arasında hiçbir şekilde bir barış yapılması için önayak olmamıştır. Mübarek rejimi, kendi yandaşlarını zenginleştirmiş ancak bölgenin zenginleşmesi için pek de adım atmamıştır. Şu anda yeni gelen yönetim İran’la diplomatik ilişki kurmaktan fazlasını yapmadı. Yapıcı da olsa, yıkıcı da olsa, bu gelişme bölge için bir adımdır. En önemli gelir kaynakları ihracat ve turizm olan Mısır’ın yeni yönetiminin yapacağı en akılcı adım ülkede yaşayan insanların refah düzeyini arttırmak olmalıdır. Bunun için de önemli ölçüde yatırıma ihtiyacı var. Hiçbir doğal kaynağı olmayan Mısır’ın, İran’la dayanışmaya girerek ayakta kalması pek mümkün değil. Mısır’ın batı dünyasından kopması ise pek de olası görünmüyor. LİBYA Libya’ya bakıldığında, Kaddafi ne kadar dirense de, yakın zamanda devrilecektir. Kaddafi, İsrail karşıtı söylemleriyle kitlelere uzun zamandır sempatik göründü. Zaten Ortadoğu’da bir lider için en çabuk prim yapan ve göreceli olarak en ucuz ve basit olan söylem, İsrail karşıtı söylemlerdir. Ancak Kaddafi yönetimi devrildikten sonra yerine gelecek, Batı’ya dönük ve muhtemelen halkı harcamaya yöneltecek yeni lider sınıfının pek de İsrail karşıtı söylemlerden nemalanmaya çalışacağı düşünülemez. 6.5 milyon nüfuslu bu ülkenin önümüzdeki beş yıl içerisinde alışveriş merkezleri, kredi kartları ve bilumum envai çeşit pahalı ve marka ürünle tanışacağının öngörüldüğünü söylemek ise yanlış olmaz. SURİYE İsrail karşıtı olan ve İsrail’e belki de en büyük sıkıntıyı yaşatan ülke Suriye’dir. İsrail Suriye ile barış yapmayı sayısız kere denemiş ancak bunu bir türlü başaramamıştır. Esad’lar, babadan oğula İsrail ile anlaşma yapmayarak rejimlerini sürdürmeyi tercih etmişlerdir. Ancak günümüzde Baas Partisi ve Beşar Esad rejimi çok ciddi tehlike altındadır. Esad, gösterileri ve muhalefeti geçici bir süre için susturmayı başarsa da kısa süre içerisinde tabandan gelenlerin ayakları altında kalacağı kesindir. Suriye gerek yönetim şekli, gerekse halkın seviyesi açısından diğer ülkelerden farklıdır. Demokratik bir yönetime kavuşturulacak bir Suriye’nin İsrail ile barış yapması son derece olasıdır. SUUDİ ARABİSTAN Suudi Arabistan ve diğer bölgedeki krallıklar da tehdit altındadır. Suudi Arabistan Kralı, halkın refahını arttırarak bir noktaya kadar rejimini koruyabilecek. Kral artık daha fazla paylaşmak ve halkına daha fazla dağıtmak zorunda. Aksi takdirde rejim elden gidecektir. Suudi Arabistan’ın İsrail ile Filistinliler arasında barış arabuluculuğu ile ilgili herhangi bir yapıcı rol oynadığı söylenemez. Sürece duyarsız kalmak her zaman için Suudi Arabistan’ın genel politikası oldu. Bu ülkedeki halkın uyanması ve az da olsa barış sürecine destek vermeleri bölgeyi değiştirecektir. ÜRDÜN Herhangi bir tehdit altında olmamasına karşın Ürdün diğer ülkelerden farklı değerlendirilmelidir. Herhangi bir doğal kaynağa sahip olmayan Ürdün’ün İsrail ile çatışan politikalar izlemesi İsrail’e en ağır etkiyi yapacaktır. Ürdün’de yaşayan Filistinlilerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Tüm bölgede İsrail’e en fazla zararı dokunacak rejim değişikliği Ürdün’de yaşanması olası rejim değişikliğidir. İRAN İran, gerek tarihsel olarak, gerekse de yönetimsel olarak diğer Ortadoğu ülkelerinden ayrışmaktadır. Halk son derece muhalif olsa da, ülkede hüküm süren rejim bir o kadar kuvvetlidir. Ayrıca bu ülke yüzyıllardır bağımsızlığını koruyabilmiştir. İran, bölgedeki değişimden nasibini ne kadar çabuk alırsa, tüm dünya ülkeleri için o kadar iyi olacaktır. DEMOKRASİ ARAYIŞINDAKİ HALKLAR Sonuç olarak, Ortadoğu’daki rejim değişiklikleri köktenci veya radikal ayaklanmalara bağlı değildir. Elbette bu tip akımlar, fırsattan yararlanarak kendi rejimlerini empoze etmeye çalışacaklardır. Ancak demokrasi arayışındaki olan ve isyan etmeyi başarmış halklar er veya geç olası totaliter rejimleri de yıkarak yerine Batılı normlara yakın normlarda yaşamayı hedefleyen yönetimleri tercih edeceklerdir. Toplumsal merkeziyetçilikten bireysel merkezciliğe kaydıkça sebepsiz ve ufak ayrıntılara dayandırılmış çatışmalar yerini çözüm arayışlarına itecektir. 60’lı 70’li yıllarda olduğu gibi yeni gelen rejimlerin İsrail’e karşı topyekun bir savaşa girmesini beklemek hayalciliktir. Kaldı ki isyan edenler daha iyi hayat koşulları peşinde koşarken bir savaşın getireceği yıkıma pek de sıcak bakmayacaklardır. Ana soruna geri dönersek, Ortadoğu’daki değişim tamamlanmadan İsrail ile Filistinliler arasında bir barışı beklemek de olası değildir.