“Hiç bir şey düşünemiyorum: ne yitirdiklerimi, ne yitireceklerimi, ne de geleceğin benim için neler gizlediğini düşünemiyorum. Yürüdüğüm sokakları, yanımdan geçen insanları görmüyorum, yalnızca bu hayattan bıktığımı hissediyorum. Bize yapılan hakaretlerin içimi yakıp kavurduğunu hissediyorum.
Yitshok Rudashevski / Vilna Gettosu/yaş 14 “Soykırım Çocukları” adlı kitaptan
Canım Guy’cığım, dün evine geri döndün. Yumuşacık ipek yanaklarının kokusunu içime çekerek seni defalarca öptüm. İpek sarı buklelerini okşadım. İnci gibi dişlerinle bana ağız dolusu gülümsedin, yüzüme cici yaptın ve el sallayarak annenin kucağında evine gitmek üzere, babanla ve amcanla birlikte uçağa bindin. Tanrı hepimize birlikte geçireceğimiz nice pesahlar armağan etsin. Umudum bu!
Diğer yandan Guy, senin bu mutlu gidişini, bu tatlı ayrılığımızı izlerken, Tanrı’ya şükretmemiz gerektiğini ayrımsadım. Çünkü bunlar mutlu ve umutlu ayrılıklardı. Oysa Holokost döneminde yaşayanların ne umudu, ne de geri dönüşü vardı.
Guy David henüz o kadar küçüksün ki, sadece 17 aylıksın. Ama elim ve aklım yettikçe sana bildiklerimi aktarmak istiyorum. Bu hafta sana 2. Dünya Savaşı esnasında Alman Naziler tarafından hunharca yok edilen altı milyon Yahudinin anısına, Holokost’tan bahsetmek istiyorum.
Bu konuyu ileride etraflıca öğreneceğini çok iyi biliyorum. Sana bu konuyu akademik olarak bir mektupla anlatacak değilim tabiî ki. Ben sadece bu konu hakkındaki bazı duygularımı paylaşmak istiyorum. Yukarıda, anı defterimden birkaç satırını paylaştığım Yitshok adlı çocuk gibi, o dönemde yaklaşık iki milyon Yahudi çocuk yok edildi. Neden biliyor musun? Sadece Yahudi olarak doğdukları için. Onların yanı sıra dört milyonu aşkın aileleri de onlarla birlikte katledildiler. Altı milyon kişinin 1939-1945 yılları arasında sistemle ve azimle yok edildiklerini sana anlatmak gerek diye düşünüyorum. Onlar aşağılandılar, dövüldüler, aç bırakıldılar, işkence gördüler. Kimileri kurşun yağmuru ile kimileri ise yüzlercesi bir arada gaz odalarında zehirlenerek öldürüldüler. Sonra fırınlara atıldılar yakılan bedenlerinin dumanları durmaksızın günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca, duman ve kül halinde bacalardan uçup yakındaki tarlalara, bahçelere, kasabalara yayıldılar. Auschwitz denilen ölüm fabrikasının fırın bacalarından fışkıran gri renkli küller, bazen kuvvetli esen poyrazlarla beraber, tüm şehrin üzerine çöktü. İnsanlar ciğerlerine onların küllerini de çektiler.
Guy’cığım senin altı milyon dindaşlarının bazıları ölürken, bazılarının yağından sabunlar imal edildi. Bazılarının güzel beden derileri Nazilerin kitaplarına cilt kapağı oldu. Cesetlerinin ağızlarından altın dişleri çekildi eritilerek nazi servetine dahil edildi.
Sekiz yıl önce Auschwitz-Birkenau kampına yaptığım ziyarette tanık olduklarımı ve o sırada neler hissettiğimi sana hangi sözcüklerle anlatacağımı kestiremiyorum.
Müze haline getirilen ölüm kampında dev camekânlar içinde her yaştan binlerce insanın ayakkabıları, hatta patikleri, tonlarca saç, güzel kızların dibinden kesilmiş saç örgüleri, binlerce gözlük, bavullar, yok edilen bebeklerin emzikleri, biberonları, patikleri, önlükleri… Minik, ponponlu yün yelekler, hırkalar…
Krematoryum’un ürkütücü fırınları, ekmekçi küreğine benzer iri fırın kürekleri… Odalar hala ölüm ve yanık et kokusunu içinde barındırıyor.
Birde bu cehennemden kurtulabilenlerin daha sonra anlattıkları, insanı dehşet içinde bırakan anıları, anıları, anıları…
Canım torunum o dönemde yaşanan bu vahşetin adı Holokost. Bu özel bir isim. Ne geçmişte nede gelecekte böylesi bir cinayet çılgınlığı hiç yaşanmadı ve yaşanmayacakta. Zaten yaşanmaması gerekir o zaman insanların artık insan gibi davranacaklarına inanabilirim. Holokost kötülüğün dehasıydı!
Guy, ben sekiz yıl önce Polonya’ya gidip Auschwitz Ölüm Kampı’nı ziyaret edip döndükten beş gün sonra kendi öz babamı kaybettim. O gördüklerimden tam beş gün sonra babamı kaybettiğim an, Tanrı’ya şükrettiğime inanabilir misin? Çünkü babam gittiğinde seksen yedi yaşındaydı, annem çocukları ve torunlarıyla birlikte mutlu, huzurlu, saygın ve sevgi dolu bir hayat yaşadıktan sonra, huzur içinde Tanrı’sına kavuşmuştu. Oysa onun yaşıtları, henüz yirmili yaşlarının ortalarındayken Nazilerin çizmeleri altında hayata türlü çilelerle veda etmişler gençliklerini yaşayamamışlardı. Çoğu; anne veya baba olmanın mutluluğunu bile tadamadan, bacalardan duman halinde gökyüzüne karışmışlardı. Bu kaos içinde, onların çağdaşı olan babam güzel yaşlanmış ve güzel yitip gitmişti bence. Ağlarken ölçülü ağladım, yasımı kendimi bu duyguyla teselli ederek tuttum ve babamın yokluğuna katlanmak daha kolay oldu. Zaten büyük deden Hayim gönlümde capcanlı…
Bu Holokost döneminde yaşananların öyküleri anlatmakla bitmez. Bu konuda yüzlerce kitap yazıldı, yüzlerce film ve belgesel çekildi. Yüzlerce tanık dinlendi, yüzlerce kurbanla röportaj yapıldı.
Nazilerden yığınla katil infaz edildi, hapise mahkûm edildi veya görmezden gelindi...!
Tüm bu olanların sonucunda Tanrı’nın bir armağanı olarak Yahudilerin ‘Ana Vatan’ı yeniden kuruldu. O savaştan bitap düşüp hayatta kalabilenler ve yeni bir yaşam umuduyla oraya gidenler, elele verip, hayata yeniden tutunabilme savaşı verdiler. Yeniden varolmaya ve hayata devam etmeye gayret ettiler.
Şimdi Guy David sen, ben, tüm soydaşlarımız ve tüm insanlık el ele verip bu olanların birdaha asla olmaması için elimizden gelen bütün gayreti göstereceğiz. Asla unutmayacağız ve her yıl Pesah Agadası’nı nasıl yeniden anlatıp, nesilden nesile aktarıp, anıları canlı tutabiliyorsak; aynen bu şekilde, Holokostu da nesilden nesile çocuklarımıza aktaracağız. Sevgili Güneş oğlum ‘Holokost’u asla unutma… Ebediyen Hatırla… Geleceğe taşı…
Seni çok seven babaannen Sara 26 Nisan 2011
Torunuma Holokost Şiirleri
BU DA BİR İNSAN MIDIR?
Güven içinde yaşarsınız
Ilık evlerinizde,
Bulursunuz, akşam döndüğünüzde,
Sıcak aş ve dost yüzler:
Düşünün bu da bir insan mıdır?
Çamurlarda çalışır
Barış nedir bilmez
Savaşır bir dilim ekmek için
Kal de kalır, öl de ölür.
Düşünün bu da bir kadın mıdır?
Ne saçı var, ne de adı...
Hiçbir şey anımsayacak gücü yok,
Gözleri bomboş ve kucağı buz kesmiş
Bir kış kurbağası gibi.
İyice kafa yorun bu konuda:
Size söylüyorum bu sözleri.
Çıkarmayın onları kalbinizden
Yuvanızda, sokakta,
Yatarken, kalkarken;
Yineleyin onları çocuklarınıza,
Yoksa yıkılsın eviniz başınıza,
Hastalıklar sakat bıraksın,
Dilerim çocuklarınız bakmaz bir daha yüzünüze.
Primo LEVİ
Çeviren: Tuğrul Asi BALKARSAĞKALAN
Uzunca bir süre yoldaşlarının yüzüne baktı
Öfkeden mosmor kesildi ilkin donuk ışıkta,
Boz bulanık çimento tozları,
Sis dumanı bulutu içinde,
Huzursuz uykularındaki ölümle içi sızladı.
Gece vakti, düşlerinde ağır yükün
Altında çeneleri oynadı.
Var olmayan bir şalgamı çiğneyerek.
“ Çekil geri, bir başına bırakma karış içlerine,
Git. Hiç birini yoksun bırakmadım ben,
Ellerinden almadım ekmeklerini.
Hiç biri ölmedi ben görevli iken. Hiç biri.
Dumanınızda yitip gittiler.
Yaşıyor ve nefes alıyorsam, yemek yiyor
Su içiyorsam, uyuyor ve giyiniyorsam,
Bu benim hatam değil.”
Primo LEVİ
Çeviren: Tuğrul Asi BALKAR