/sıfırnoktaiki’nin korku tüneli

sıfırnakotaiki’ye bu kadar erken dönmeyi düşünmüyordum. Ancak 2010’da sahnelenişinden beri küçük çapta bir tiyatro olayına dönüşmüş olan The Pitchfork Disney / Korku Tüneli nisan, mayıs ve haziran ayları boyunca yeniden ve son kez oynanıyor.

Erdoğan MİTRANİ
4 Mayıs 2011 Çarşamba

Bu yazının amacı, mevsimin bu son ‘olmazsa olmaz’ını görmemiş olanları bilgilendirmek ve tekrar görmek isteyecekleri de biraz heveslendirmek. 

Aralık 1964 doğumlu Philip Ridley çok yönlü bir sanatçı. Eğitimini resim dalında görmüş, çeşitli sanat dallarıyla (resim, fotoğraf, edebiyat, sinema, tiyatro) uğraşmış. Resimleri Avrupa’da ve Japonya’da sergilenmiş. Öğrenci iken çizmiş olduğu The Epic Fail of Oracle Foster adlı karakalem dizisinden ‘Corvus Cum’, ilk sergilenişinde olay yaratmış, perde arkasına alınmasını isteyenler bile olmuş... (Bu penisi siyah bir kuş olan adam sanırım sıfırnakotaiki’nin diğer Ridley oyunu Kâinatın en Hızlı Saati’nin broşüründe yer alıyor). 

Öyküler, romanlar, cocuklara ve gençlere oyunlar yazan, bir kısa ve üç uzun metraj film çeviren Ridley, 1991 tarihli ilk uzun oyunu ‘The Pitchfork Disney’den başlayarak 2011’e kadar yazmış olduğu, aralarında Kâinatın en Hızlı Saati ve Kürklü Merkür de olan sekiz oyunla 1990 sonrasının en önemli İngiliz yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Gerçeküstü göndermeler içeren bu düşsel oyun, izleyiciyi çocuksu bir hayal dünyasında yaşayan iki ikiz kardeşin, Presley ve Haley’in dünyasına hapsederek başlar. Hapsederek diyorum, çünkü kumaş ve şeritlerden oluşan simgesel bir labirent / tünelden geçerek girdiğimiz bu yaşam alanında uyumakta olan bir genç kadınla (Haley) karşılaşmamızdan birkaç dakika sonra, bizim de girmiş olduğumuz kapıdan mekâna giren genç adam (Presley) kapıyı zincirleyip kilitleyerek, kendilerini ve bizleri soğuk, karanlık, bilinmezlerle, tehlikelerle, pusuda bekleyen dehşetle dolu dış dünyadan tamamen tecrit edecektir.

Bu korku tünelinden geçiş, bizleri belki de kendi bilinçaltımızın korkularına götüren bir yol, ya da biraz sonra tanıyacağımız ikizlerin beyinlerinin kıvrımlarıdır. Belki de oyunun büyük bir kısmında uyumakta olan Haley’in görmekte olduğu rüyaya ya da Presley’in kâbusuna giden yoldur.

Kardeşler, 28 yaşında olmalarına karşın gelişimi durmuş çocuklar gibi davranır, neredeyse sadece çikolata ile ve ‘babacığımız ile anacığımızın’ bırakmış olduğu sakinleştiricilerle beslenir ve birbirlerine durmaksızın korkularını ve karabasanlarını anlatır. Anne ile babanın başlarına ne geldiği belli değildir ama anlaşılan on yıl önce çekip gitmişlerdir(??).

Haley, ağlayarak market dönüşü köpeklerin saldırısına uğrayışını ve kendisini kurtaran rahip  ile tartışmasını anlatır. Presley onu sakinleştirmek için anlattığı öykü bir atom savaşının dünyadaki bütün canlıları yok ettiği ve  kendilerinin hayatta kalan son insanlar olduğudur. Haley’in bu öyküyü, aynı masalı defalarca dinlemekten bıkmayan çocuklar gibi sayısız kez dinlemiş olduğunu sezeriz. Kızın huzursuzluğu devam edince Presley onu sakinleştiriciye batırılmış bir emzikle uyutunca, Haley’in neredeyse devamlı uyuduğunu, Presley’in ise belki de hiç uyumadığını sezeriz.

Pencereden bakan Presley iki kişi görür; birisi hasta gibidir. Dışarıdakilerden ölümüne korkmasına rağmen, eve girer girmez yere kusan hastayı içeri alır. Kusmuğu temizlemek de ona düşer. Şov dünyasının kırmızı pullu ceketiyle yarı çıplak, yakışıklı ve çekici Cosmo Disney, yeteneğinin hamamböceği yemek olduğunu ve bu yüzden hastalandığını anlatır. Cosmo, aslında uyuyan kız kardeşle ilgilense de, kendisinden ve büyük bir olasılıkla cinsel çekiciliğinden açıkça etkilenen Presley’i ustaca idare eder. Presley Cosmos’a tekrar tekrar gördüğü ve The Pitchfork Disney adlı seri katille karşılaştığı kâbusunu anlatır. Öyküsü biter bitmez  Cosmo’nun aynı şekilde giyinmiş olan ortağı (ortağı ama arkadaşı değil!), Pitchfork Cavalier gelir. Bu devasa, dilsiz ve maskeli karakter şovunda maskesini çıkarıp iğrenç ve korkunç yüzünü göstermektedir. Sözsüz bir şarkı söyler, çocukların çikolatasından yer ve uykusunda gezen Halley’le dans eder…Cosmos bir süreliğine Presley’i başından savarak Haley’e garip bir cinsel tacizde bulunur, ancak durumu fark eden Presley iki şovmeni de evinden ve hayatlarından çıkarır. İki kardeş yine korkularıyla baş başa kalır.

Öykü görünürde bu ama, “acaba aslında neler oluyor” derseniz, yapmanız gereken, uyanır uyanmaz aklınızda kalanlarla gördüğünüz bir rüyayı çözmeye çalışmaktır.

Kâinatın en Hızlı Saati ile ilgili yazımda Ridley’in karakter isimlerini oyunun bir parçası olarak kullandığına dikkat çekmiştim. Burada da oyunun orijinal adı The Pitchfork Disney sadece Presley’in kâbusundaki seri katilin adı değildir. Parıltılı giysileriyle çocukların yaşamına giren ‘güzel’ Cosmo Disney ve ‘çirkin’ Pitchfork Cavalier aslında bu seri katilin, bütün karabasan karakterleri gibi hem çekici (Disney) hem itici (Pitchfork) iki yüzünden başka bir şey değildirler.

Bu yönüyle oyun, büyük bir olasılıkla içine girdiğimiz andan başlayarak, ama kesinlikle Cosmo’nun geldiği andan itibaren biz izleyicileri de Presley’in kâbusunun bir başka çeşitlemesine kilitlemektedir. Ve bütün kâbuslar gibi tamamen anlaşılmasa da hissedilen bir sürü çağrışımla dopdoludur: yılan/ şeytan; emzik/meme/oral fiksayon; şov dünyası/ her türlü iğrençliğin eğlendiriciliği; Haley’i kurtaran din adamının kurtarıcı İsa/ affetmeyen ve ceza veren Tanrı Baba karşıtlıkları gibi.

Peki neden Disney? Kim bilir? Belki de yaşlanma korkusu ve cinselliğin dışında (ki bunları da Pitchforka mal edebiliriz), Presley’in kâbusunda Disney filmlerinin tüm temalarını bulabildiğimiz için.

Sami Berat Marçalı, oyunu ilk sahnelediğinde 22 yaşındaymış. Bu kadar alt metin  içeren, her an düşle gerçek arasında bir sırat köprüsünde oynanması gereken bir oyunu neredeyse çocuk yaşta bu kadar doğru yorumlamak. Pes doğrusu!

Oyunculuklara gelince, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü’nden fakülte birincisi olarak mezun olan Banu Çiçek Barutçugil’e benim bir özür borcum var. Kâinatın en Hızlı Saati’nde adı programda yazılı olduğu ve o koca peruk altında yüzü de belli olmadığı için, o gece oynamadığı halde, yaşlı ev sahibesinde çok abartılı olduğunu yazmıştım. Haley’i  yorumlaması ise dört dörtlük. Uyanıkken son derece dokunaklı ve etkileyici. Oyunun neredeyse bir saati boyunca uyuyor, sayıklıyor ve bir ara uykusunda geziyor. Sanırım bu kadar uzun süre ile ve bu kadar inandırıcı bir uyuma performansını ilk kez görüyorum. 

Ushan Çakır Cosmo Disney’i tüm yakışıklılığı ve çekiciliği  ile canlandırırken o içten pazarlıklı üç kâğıtçılığı da alttan alta her an hissettiriyor. Hele Presley ve Cosmo ikilisinin gerçekten rüyadaymışçasına zıplayarak atlayarak neredeyse yerçekimine karşı uçarak oynadıkları ikili sahnelerde çok iyi.

Eyüp Emre Uçaray müthiş bir Pitchfork. İzleyici, maskesinin altından o kadar korkunç bir şey çıkacağına inanıyor ki selama maskesiz çıktığında, o sevimli güleç yüzü gerçek değilmiş gibi geliyor. Hele o koca cüssesi ile bir amuda kalkışı var ki…

Çok iyi bir oyuncu olarak tanımış olduğumuz Murat Mahmutyazıcıoğlu ise Presley’de kendini de aşıyor. Takım oyunculuğunun hiç aksamadığı oyunda, karakterin öne çıkmasıyla oyunun tamamında sahnede olan, neredeyse devamlı konuşan Murat da bir adım öne çıkıyor.

Hele kâbusunu anlattığı/yaşadığı/yaşattığı neredeyse 10 dakika süren monologu olağanüstü.

Netice: Haziran sonuna kadar gördünüz gördünüz. Yoksa bir daha Korku Tüneli’ne giremezsiniz. Sakın Kaçırmayın. Hepinize iyi seyirler.