Yer Acun Medya. Kapıda asker pantolonu ve botlarıyla beni karşılayan kıpır kıpır, ufak tefek bir kız. Adı Mirka Saviç Pinhas. Evleneli henüz üç gün olmuş ama o, sabahın erken saatinde işinin başında. Beni kırmıyor ve ziyaretimi kabul ediyor.
Çok keyifli sohbet ediyoruz. O kadar mutlu ve yaptığı işten o kadar zevk alan bir kız vardı ki karşımda, yanından ayrılırken “Keşke sihirli bir değnek olsa da Mirka ile yer değiştirebilsem” diye düşünmekten kendimi alamadım.
1981 yılında dünyaya gelen Mirka Saviç Pinhas Nilüfer Hatun İlköğretim Okulu’nun ardından Boğaziçi Lisesi’ne devam etti. Üniversiteyi Türkiye dışında okumak isteyen ancak bu arzusunu bir süreliğine rafa kaldırmak zorunda kalan Mirka, Bilgi Üniversitesi’nde Televizyon Gazeteciliği bölümünü kazandı. Ancak içindeki yurt dışına açılma isteği onu hiç rahat bırakmıyordu. Bunun üzerine üniversitenin ilk senesini bitirdiği zaman anne ve babasını karşısına aldı ve ne olursa olsun bu fikrinden vazgeçmeyeceğini onlara açıkladı: “Ailemin tek çocuğu olmama rağmen yurt dışı arzumu gerçekleştirmemi hiçbir şeyin önleyemeyeceğini söyledim ve bir hafta içinde gereken sınavlara girdim. Geçince valizimi topladığım gibi ver elini California.”
Neden California?
Her zaman gönlümde görsel sanatlarla ilgili bir şeyler yapmak vardı. O yüzden California’yı tercih ettim. İlk olarak Los Altos adlı bir bölgede Comunity School’a gittim. Müthiş bir ailenin yanında kaldım. Çok şanslıydım çünkü onlar benim hayat çizgimde çok etkili oldular. Arkadaş gibiydik. Okul seçerken okulun adından çok derslerinin içeriğinin ne olduğuna bakmamı nasihat ettiler. Tabii ki onları dinledim ve San Fransisco’da arzuladığım, hayal ettiğim gibi derslerin ve çalışma imkânlarının olduğu bir okul seçtim.
Bu yurt dışı kararı sence doğru bir karar mıydı? Sana neler kazandırdığını düşünüyorsun?
Orada günlerimi çok iyi organize etme imkânı buldum ve haftanın üç günü dersim yoktu. Bunu değerlendirerek bir mağazalar zincirinin ayakkabı dükkânında çalışmaya başladım. Ardından işimde ilerleyerek özel giydiriciliğe kadar terfi ettim. Çok güzel para kazandım. Okulumu ödeyebildim. Oldukça rahat bir yaşam sürmeye başladım. Fakat en önemlisi büyüdüm. Amerika’ya giderek ne kadar iyi bir karar verdiğimi bir kere daha anlamış oldum.
Arkadaşlarıma nazaran genç bir yaşta 20 yaşımda iş hayatına atıldım ve hayatımı kazanmaya başladım. Birçok insana nazaran çok avantajlı olduğumu düşünüyorum çünkü iletişim her işte çok büyük önem taşıyor. 6 sene boyunca orada yaşadım ve çalışmaya da devam ettim.
Peki ya 6. seneden sonra?
6 senenin ardından oradaki seçeneklerimi değerlendirmeye başladım. Amerika’da sistem ve içinde yer almak istediğim medya sektörü Türkiye’den çok farklı. San Fransisco’da kendimi çok geliştiremeyeceğimi düşündüm. Birkaç kere Los Angeles’e gittim. Orada da kaybolduğumu hissettim. Bilgi Üniversitesi’ndeki bir hocamın: “git kendini geliştir, zenginleştir ama geri dön ve ülken için iyi bir şeyler yap” sözü hep kulağımın bir köşesinde duruyordu. Zaten bir ikilemin içerisindeydim ve milliyetçi ruhum da beni dürtükleyince Türkiye’ye geri dönme kararı aldım.
Birkaç ay araştırma yaptım. Medyada çalışan arkadaşlarımdan ve çevremden aldığım bilgi ve yardımlarla bir karar verdim. 5N 1K programında Cüneyt Özdemir ve Soner Yalçın ile çalışmaya başladım. Dosyalar hazırladım, muhabirlik yaptım, canlı yayınlara çıktım. Müthiş bir tecrübeydi. Ancak çok zorlandım. Diyebilirim ki hayatımın en zor iki senesini geçirdim. Orada, kolay bir işe soyunmadığımı anladım. 6 sene Türkiye’den uzakta kalmıştım ve gündeme ayak uydurmak oldukça meşakkatliydi. Ancak iki senenin sonunda benim gönlümde yatanın bu olmadığını gördüm ve ayrıldım. Tekrardan iş aramaya başladım. Cv lerimi birçok yere yolladım. Acun Medya’nın Genel Koordinatörü Ebru Atasav ile görüştüm. O zamanlar “Var mısın Yok musun” adlı yarışma programı vardı. Çok iyi bir ekipleri olduğunu ve aslında kimseye ihtiyaçları olmadığını söyledi. Ne isterseniz yaparım yeter ki beni alın dedim. Bu sektörde istediğiniz kadar okuyun yine de en alt basamaktan başlamanız gerekiyor. Zaten yaşayarak, deneyimleyerek öğrenmek kadar faydalı bir şey olmadığını düşünüyorum. Bunu bildiğim için de hiçbir zaman iş seçmedim. Acun Medya serüvenim bu şekilde başlamış oldu.
O dönemde “Yetenek Sizsiniz” adlı yeni bir format üzerinde deli gibi çalışıyorlardı. Ebru Hanım bu yarışmanın bir kitapçığı ile İngiltere’de çekilmiş olan bölümlerin cd lerini önüme koydu ve öğrenip öyle gel dedi. Ben de gerçekten programı a’dan z’ye yuttum. Ardından inanılmaz bir maceranın içinde buldum kendimi. Acun Medya’nın içinde televizyonculuğu, yapımcılığı, anlık çözümler üretmeyi öğrendim. Harika bir ekibin içinde çalışıyorum. Aile gibi olduk diyebilirim. Ancak şunu söylemeliyim ki bu sektörde bir yer edinmek ve ilerlemek istiyorsanız egolarınızı bir kenara bırakmanız gerekiyor. Basamakları kısa yoldan koşar adımla çıkayım demeyeceksiniz. Kendinize güvenecek, her konudan haberdar olacak, bilgi biriktirecek, açık olacak ve korkmayacaksınız. İşte ben Acun Medya’da bütün bunları öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum.
Saatleri belli olmayan bir sektördesin. Evlilik ve iş hayatını nasıl bir dengeye oturtmayı düşünüyorsun?
Aşağı yukarı bir ay önce evlendim. Eşim beni bu çalışma tempomun içinde tanıdı ve bir süre sonra hayatımızı birleştirmeye karar verdik. Bir plan yaptım mı diye sorarsanız cevabım hayır. Süreci doğal akışına bıraktım, hiçbir plan, program yapmadım. Yaşayıp göreceğiz. Her ne kadar sert mizaçlı bir insan olsam da çalıştığım ekibim tarafından sevildiğimi düşünüyorum. Ben de işimi de çok seviyorum. İnanıyorum ki karşılıklı olarak bir denge sağlayacağız.
Bir idealin, hedefin var mı?
Bence Acun Medya Türkiye’de kaliteli ve iyi televizyon program yapımcılığının öncülüğünü yapıyor. Sadece içerik olarak değil görsel anlamda da standardı yükselttiğini düşünüyorum. Bu bana ümit ışığı oldu. Benim de ilerdeki amacım yurt dışından yeni formatlar getirtmek ve Türkiye’ye adapte eden gurubun başında olmak. Şu anda henüz öğrenme aşamasındayım. Ayrıca bir başka idealim de belgesel çekmek. 5N 1K’da çalışırken bunu yapardım. Araya zaman girdi. Her şeyde olduğu gibi doğru yer ve vaktin gelmesini bekliyorum.
Biraz da Panama’dan bahsetmeye ne dersin? 73 gün nasıl geçti?
Geçtiğimiz sene Survivor adlı program ekibi olarak 73 gün Panama’da geçirdik. Sahne arkasında gerek Türk, gerek Arjantinli 100 kişiyi aşan büyük bir ekip çalışıyordu. Farklı kültürden insanlarla birlikte olmak tüm zorluklarına rağmen çok da keyifliydi. Her gün yarışmaların düzenlendiği adada yepyeni bir set kuruluyordu. Prodüksiyondaki ekip o bölgeye ilk gider ve son terk ederdi. Mesela bir gün yarışma uzadı ve adada sular yükselmeye başladı. Apar topar herkesi oradan uzaklaştırdık. Teknelerimiz adaya yanaşamadı, suya girmemiz gerekti ama dalgalar engel oluyordu. Orada gözüme bir de sinek kaçtı. Ancak her şeye rağmen tekneye ulaşıp oturduğum zaman bir cennette olduğumu gördüm ve yaşadığım sıkıntılar uçtu gitti. Ne kadar zorlansam da, ailemi özlesem de, güneş yanığı olsam da orada hayal bile edemeyeceğim bir tecrübe yaşadım. Belli bir monotonluğu, rutini sevmediğim için yaptığım işi çok seviyorum.