İnsan doğası, iktidar ve tarihi hatalar

Tarihte meydana gelen olaylarda insan doğası, olayların akışını sürekli olarak etkileyen önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Sanıyorum insanoğlu olarak karşılaştığımız ve karşılaşabileceğimiz sorunları anlamak açısından, insan doğasının bizleri hangi yöne götürdüğünü bilmek büyük fayda sağlayacak

Ceki BİLMEN Diğer
11 Mayıs 2011 Çarşamba

Zavallı insanlık ne kadar çok acı çektin,

Daha seni bekleyen ne kadar çok sınavın var önünde,

Umarım bilgeliğin ruhu, önündeki yolda seni bekleyen

Sayısız tehlikeden seni korumak için hep yanında olup seni yönlendirir

Yukarıdaki satırları okuyunca, bu satırların sahibi ünlü düşünür Ernest Renan’a hak vermemek mümkün değil. Geçmişinden ders almayan insanlık sürekli olarak acı çekmeye, savaşlarla birbirini yok etmeye ve geçmişte yaptığı hataları tekrarlamaya devam ediyor.

Bu yazıyı kaleme alırken amacım, insanın ve insanlığın sıkça içine düştüğü felaketlerin tek sebebinin insan doğası olduğunu iddia etmek değil. Uluslararası ilişkilerde realizm akımının önemli isimlerinden olan Kenneth Waltz’un da belirtmiş olduğu gibi eğer savaş, yıkım, açlık ve sefalet gibi, insanın karşı karşıya kaldığı felaketleri açıklayan tek değişken insan doğası olsaydı, o zaman refah ve barış gibi durumları nasıl açıklayabilirdik? Bu gibi durumları da ortaya çıkaran aynı doğaya sahip aynı insan değil mi? Muhakkak ki, insanın karşılaştığı felaketlerin sebeplerini anlamaya çalışırken insan doğasının yanında sosyolojik faktörler ya da uluslararası devletler sisteminin de hesaba katılması gerekiyor. Ancak tüm bunlar, insanın güce eriştiğinde tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan doğasının, dikkate alınmaması ya da bu faktörler arasında önemsiz bir veri olduğu anlamına gelmiyor.

Acaba insanoğlunu bu kadar inatçı olmaya ve sürekli olarak hem kendi hem de başkalarının yıkımına sebep olmaya iten nedir?

Sanıyorum bu sorunun cevabı insan doğasının güce eriştiğinde ortaya çıkan özelliklerinde saklı.

‘Ölüler evi’ isimli eserinde Dostoyevski, insanoğlunun güç ile tanıştıktan sonraki halini şu sözlerle anlatır; “Başka bir insanı sınırsızca aşağılama yetisi olan gücü deneyimleyen bir kişi, otomatik olarak duyularını kaybeder. İşte duyularını kaybeden bu insanın doğası kaçınılmaz olarak tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar.”

İnsan Doğası

Uluslararası İlişkilere realist perspektiften bakan yazarların vurgulamış oldukları ortak nokta, insanın sürekli olarak güç arayışı içinde olan bir canlı olduğudur. İnsanı bencil, güç peşinde koşan ve güvenilmez olarak değerlendiren Hıristiyan teolojisinden etkilenen bu bakış açısı, insanoğlunu her zaman güç perspektifinden değerlendirmemiz gerektiğini söyler. Bu bakış açısına Antik Yunan’da da rastlayabiliriz. Örneğin, Antik Yunan’daki en kuvvetli imparatorluk olan Atina’nın önemli siyasi liderlerinden Cleon, diğer halkların neden Atina’nın boyundurluğu altında bulunduğunu Atinalılara açıklarken, şu cümleyi kullanır: “Diğer halklar, siz onlara bir iyilik yapıyorsunuz diye ya da kendileri size karşı içlerinde bir iyilik beslediğinden dolayı değil, sadece ve sadece siz onlardan daha kuvvetlisiniz diye size itaat ederler.”

Hayatının son 25 senesini uluslararası ilişkileri anlamaya adayan ABD’li ilahiyatçı Reinhold Niebuhr ise, “insanoğlunun ölümlü olmasına rağmen içerisinde sonsuz özlemler barındırdığını ve kendisini dev olduğuna inandırmış bir cüce” olduğunu söyler. Niebuhr’a göre insanoğlu güvensiz bir ortamda doğup büyüdüğünden dolayı, sürekli olarak mutlak güvenlik kavramının peşinde koşar. Niebuhr, kötülüğün insanın içinde olduğunu ve seviyesinin, kişinin gurur katsayısıyla ölçülebileceğini belirtir.

Peki, bencil, kibirli, güvenilmez, hırslı ve sürekli güç peşinde koşan insanoğlunun tarih boyunca en başarılı olduğu aktivite nedir? Tabii ki sürekli hata yapmak.

Tarihi Hatalar

Keşke insanoğlunun tarih boyunca yapmış olduğu hataları tek bir yazıya sığdırmak mümkün olsaydı. Bu şekilde ne kadar az hata yapan bir tür olduğumuzla övünebilirdik. Ancak gerçekte durum bunun tam tersi. Dolayısıyla ben de insanoğlunun yapmış olduğu sayısız hatadan, iki tanesine yazımda yer vermeye karar verdim. Bunlardan bir tanesi Yahudi dünyasının, diğeri ise Hıristiyan dünyasının bölünmesine yol açtı.

Yahudi dünyasının bölünmesi

Tüm Yahudi ulusunun tarihini değiştiren ve Antik İsrail için son derece önemli olan bir olay, insan doğasının iktidarı ele geçirdiğinde ne gibi yıkıcı kararlar verebileceğini gözler önüne serer.

M.Ö. yaklaşık 930 yılında, Antik İsrail’de Kral Rehoboam tahta geçer ve kendisini İsrail Krallığı’nın en kritik dönemlerinden birinde iktidarı ele geçirmiş olarak bulur. Bu dönemde krallığın bir bölümü üzerlerine yüklenmiş olan vergi yükünden rahatsız olmuş ve General Jeroboam’ın önderliğinde Kral Rehoboam’a karşı baş kaldırmıştır. Halkın rahatsızlığından haberdar olan Rehoboam, isyanın merkezi konumundaki Şehem’e giderek halkın temsilcileriyle görüşür. Krallarına vergi yükünü hafiflettiği takdirde, onun sadık tebası olmaya devam edeceklerini söyleyen temsilciler, General Jeroboam’ın da aralarında olduğunu belirterek durumun ne kadar ciddi olduğunu krala anlatmaya çalışır. Temsilcilerin bu önerisine cevap vermek için üç gün izin isteyen Kral Rehoboam, biri halkın yaşlılarından, diğeri de gençlerinden oluşan iki ayrı danışma kurulunda konuyu gündeme getirir.

Yaşlılardan oluşan kurul Rehoboam’a ılımlı olmasını, halkın talebini dikkate almasını ve bu şekilde halkın sadakatini tekrardan kazanabileceğini söyler. Kralın kendisiyle beraber büyüyen ve bu yüzden kralın tam olarak ne duymak istediğini çok iyi bilen gençlerden oluşan kurul ise farklı bir karar verir. Bu gençler, kralın yakınındaki yerlerini daha da sağlamlaştırmak adına, Rehoboam’a halka boyun eğmemesi gerektiğini ve halkı yola getirmenin tek yolunun onlara daha da ağır vergiler koymak olduğunu söyler.

İktidar sarhoşluğuna kapılan ve insan doğasının en temel özelliklerinden olan hırsı devreye giren Rehoboam, genç danışmanlarının tavsiyesini dinleyerek halkı alttan almak yerine, vergileri daha da ağırlaştırmayı seçer.

Kraldan olumsuz bir cevap aldıkları takdirde krallıktan ayrılmayı kararlaştıran temsilciler, Jeroboam’ı kendilerine kral olarak seçer ve iki hükümdar arasında uzun süre devam eden savaş hali krallığı yıpratır. İsrail Krallığı’nın, önce ikiye bölünüp daha sonra da tarihe karışacağı ve beraberinde de tüm Yahudilerin dünyanın dört bir yanına dağılacağı süreç bu şekilde başlamış olur.

Hıristiyan dünyasının bölünmesi

Fakat insan doğasının bu karanlık tarafına yenik düşen sadece Rehoboam değildi. Tarihte yerini almış ve bu kez de Hıristiyan dünyası için çok önemli sonuçlar doğurmuş olan önemli bir örnek daha var; Rönesans Avrupası’nın Papaları.

1470 ile 1530 yılları arasında görev yapan papalar, insan doğasının en karanlık yönlerini ortaya koydular. Ahlak dışı davranışlar, gücü kötüye kullanma ve siyasete kendini kaptırma gibi davranışların ortak paydasında buluşan Rönesans döneminin Papaları, hem kilisenin itibarını azalttı hem de Hıristiyan dünyasının bölünmesine yol açacak olan ‘Protestan Devrimi’nin altyapısını hazırladı. Dönemin Avrupa devletler sistemine aktif olarak katılan, ordular oluşturup savaşlara giren, sürekli olarak devlet adamlarıyla siyasi pazarlıklar içinde olan, din eğitimi eksik olan akrabalarını, kilisede önemli görevlere getiren, dini unvanları parayla satan ve halktan toplanan vergileri, halkın kendisi sefalet içindeyken büyük ve gösterişli ziyafetlerde harcayan dönemin papaları, insan doğasının güç kavramı karşısında büründüğü çirkin yüzü gözler önüne serdi. Rönesans döneminin Papalarının yapmış olduğu bu davranışlar, halkın büyük bölümünün kiliseden soğumasına ve Martin Luther gibi, kilisenin ahlâksızlığına baş kaldıran din adamlarının ortaya çıkıp Protestan Devrimi’ni gerçekleştirmesine sebep oldu.

Yukarıdaki tüm bu örnekler insanın doğası gereği, güce eriştiğinde yozlaşabileceğini gözler önüne seriyor. Dolayısıyla insan davranışlarını değerlendirip, bunları anlamaya çalışan biz uluslararası siyaset öğrencileri için yapılması gereken, insanın temelini oluşturan bu özellikleri göz ardı etmek değil, yapacağımız analizlerde sosyolojik faktörler ve uluslararası siyasal sisteme ek olarak insan doğasını da hesaba katmaktır.

Kaynakça:

The March of Folly, 1984, Barbara W. Tuchman

Thucydides; on Justice, Power and Human Nature, 1993, Paul Woodruff

Man, the State and War, a theoretical analysis, 1954, Kenneth N. Waltz

Modern Times, the World From the Twenties to the Nineties, 1983, Paul Johnson