Lara Karaso hayallerinin peşinde koşan genç bir tasarımcı! Tanışır tanışmaz beni kendine hayran bırakan Lara ile dününü, bugününü ve yarınını konuştuk... Ondan etkilenmemek ve hayran kalmamak mümkün değil... Bu nedenle sizinle de tanıştırmak istiyorum...
Nasıl başladı bu serüven?
1987 yılında İstanbul’da doğdum. İtalyan Lisesinde aldığım eğitimin ardından Milano’da NABA Akademisi’nde endüstriyel tasarım ve sergileme tasarımı(exhibition design) eğitimimi tamamladım. Milano’da yaşadığım yıllarda İtalya’daki tasarım dünyasını yakından takip etme şansım çok oldu. Birçok workshop’a katılarak, farklı tasarımcılarla tanışarak, projeleri yakından tanıdım. Tez Projem ‘Reflect Yourself!’, Triennale Müzesi’nde sergilendi. Türkiye’de Autoban Mimarlık, endüstriyel tasarımcı Alper Boler, XXI Tasarım ve Mimarlık Dergisi, Maybe Design Studio gibi farklı firmalarda çalışma deneyimlerim oldu. Son olarak New York’ta yaşadığım sürede tasarımcı Ron Gilad ile iki boyutlu ve üç boyutlu objelerin birbiriyle olan ilişkileri üzerine çalışmalarım oldu.
Harikalar yaratıyorsun...
Aydınlatma tasarımı, Cam Akvaryum ve Portfoliom’da yer alan lavabo Mevlana, Console masa gibi ürünlerimin üretim aşamasıyla ilgilendiğim bir dönemdeyim. Yeni olarak, projelendirdiğim bir seramik koleksiyon üzerinde çizimlerime devam ediyorum. Aynı zamanda La Bonbonniere Event Design & Management Firmasina konsept, moodboard uygulamaları ve grafik tasarımı çalışmalarım devam ediyor. Şu an da freelance olarak çalışmalarım sürüyor. Tasarım sürecini, projelendirme olarak adlandırabiliriz. Dış dünya ile sürekli bir etkileşim halinde olup; yaşadığımız kentlerden, toplumlardan ve doğadan sürekli olarak ilham alıyorum. Tüm bu süreçte bir ürünün doğması hikâyelerine bağlı olarak ilerliyor ve gelişiyor. Birçok farklı projeyi aynı zaman diliminde geliştirebilmek ve sonuçlandırmak da bu işin bir parçası. Araştırmacı olmak, her alana ilgi duymak ve aralarında doğru bağlantıları kurmak, iyi bir ürünün ortaya çıkmasında en önemli etkenlerden diye düşünüyorum. Sonraki adım ise skeçleri, üç boyutlu çizimlere dönüştürmek ve üretime hazır çizimler haline getirmekle devam ediyor.
Türkiye’de tasarıma nasıl bakılıyor?
Gerçekten çok zengin bir kültüre sahip Türkiye. Osmanlı döneminde de yaşandığı gibi dünyanın farklı kültürlerinden insanların bu toprakları ziyaret ederek, mimari ve sanat anlamında katkı sağlamaktan büyük haz duydukları bir toprak. Bugün bizler yurtdışında eğitimlerimizi alırken dünyanın dört bir yanından insanlarla tanışıyor ve kendi kültürümüzü onlara tanıtmaya çaba gösteriyoruz. Türk toplumu olarak özgüvenimize daha iyi sahip çıksak, var olan değerleri en iyi şekilde tanısak, tasarıma bakış açımız da çok daha gelişecektir. Yurtdışından kurduğum bağlantılar sayesinde Türk kültürüne ait çeşitli zenginlikleri yabancı kültürlere ait projelerle çalışıyor ve dünyaya tanıtmaya özen gösteriyorum. Yurtdışındaki koleksiyonculara türk sanatını içeren bazı ürünler temin etme fırsatım oldu. Örneğin yabancı tasarımcılardan birine de bir minyatür halı tasarımı ürettirerek kültürümüzden bir parçayı bir eserinde kullanmasına vesile oluyorum.
Son olarak da, genç Türk tasarımcıların bir araya gelerek Norveç ve İtalya gibi farklı ülkelerdeki tasarımcılarla ortak projeler ve workshoplar düzenlenmesi fikrine yoğunlaşmaya ve bu konuda neler yapılabileceği üzerine projeler geliştirmeye çalışıyorum. Türkiye’yi yeni gelişmekte olan bir ülke olarak görüyorum. Batıyı örnek almaktansa kendi mevcut değerlerini tasarım alanında geliştirmenin bilincine yeni varıyor. Dünyanın bu zenginliğe çok açık olduğuna ve özünü değerlendirdiğimizde başarılı olacağımıza inanıyorum.
Türkiye’yi ve diğer ülkelerle karşılaştırırsak?
Eğitimin çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. İtalya’da eğitimimi tamamlamış biri olarak Türkiye ile arasındaki kültürel farklılığı çok net görebiliyorum. Her ülkenin kişiye edindirdiği özellikler farklı gelişiyor. İtalya’nın
işleyişi Türkiye ile bazı konularda çok benzer olurken, birçok noktada da farklılaşıyor. Okuma oranının farklılığı, dil eğitiminin önemi, sanata duyulan duyarlılık gibi birçok farklı faktör ülkeler arası değişimleri getiriyor…
Bugüne kadar neleri tasarladın?
Eğitimimin ardından, gerçekleştirdiğim çalışmalarda farklı projelerde yer aldım.
Autoban Mimarlık’ta Turkcell için Interaktif bir alan tasarımı, Vakko, V2K gibi markaların reyon ve mağaza tasarımlarında katkılarım oldu. Bunun yanı sıra Maybe Design Studio’da ekip olarak papier-mache tekniği ile dev bir İznik çini tasarımı, farklı cafélere satılmak üzere seramik, ahşap, mermer gibi farklı malzemelerden oluşan sofra takımları, gazetelik ve sofa tasarımlarım oldu. Tüm bunların yanı sıra kendi portfolyom’da yer alan ürünlerden; Lavabo Mevlana, akvaryum; Bubble Bridge, Console masa, La porta infinita (sonsuz kapı) olarak adlandığım kubbe formunda bir konstrüksiyonun içerisinde aynalarla çevrili, kişinin merkezde durduğunda kendi sonsuzluğunu görebildiği bir enstalasyon, aperatif sunumu için yemek paleti gibi ürünlerim de yer alıyor.
Hangi tasarımcıların hangi işlerini beğeniyorsun?
Piet Hein Eeks’in tüm işlerini, kullandığı tüm malzemeleri beğeniyorum. Hollandalı tasarım Firması Droog ve İsviçreli marka Vitra farklı tasarımcıları bir merkezde buluşturuyor; tüm projelerini çok seviyorum. Bruno Munari’nin çocuk kitapları ve renkli dünyası bana çok şey ifade ediyor. Patrizia Urquiola’nın mobilya ve banyo tasarımları oldukça ilgilimi çeken tasarımlar. Tom Dixon’ın aydınlatma ve mobilya tasarımları, Defne Koz’un Alessi için tasarladığı eğlenceli çanak ve vazolar… Ronan & Erwan Bouroullec, Vegetal sandalyesi, Paola Navone’nin rengarenk seramikleri benim için vazgeçilmezlerden. Ayrıca da konsept ve restoran tasarımı için Avroko çok başarılı bulduğum bir firma. Sophie Calle, fotoğrafları ve hikayeleriyle tasarladığı farklı konseptlerle dikkatimi çekiyor. Ron Gilad’in tasarıma yaklaşımı, yalın çizgileriyle birçok şey ifade eden ürünlerini çok farklı buluyorum.
Tasarımlarında geçmişten esinlendiğin bir dönem var mı?
Açıkçası tasarıma yaklaşımımda sürekli olarak farklı dönemlerden etkilenerek günümüzdeki ihtiyaçları, beklentileri göz önünde bulundurmayı hedefliyorum. Bugün bilgi erişiminin hızı ve gündelik hayatımızda her şeyi otomatik olarak yapıyor olmamızın, tasarımların doğmasında çok önemli faktörler olarak yer aldığını düşünüyorum. İnsanlığın konfora, kolayca mutlu olmaya ve paylaşmaya ihtiyacı var bence. Hepimizin de fark ettiği gibi tüm teknoloji harikaları, eski ile yeniyi buluşturmaya doğru ilerliyor, artık parmaklarımız dokunmatik olmayan ekranları hatırlamaz olmaya başladı. Sabırlı olmak, paylaşmak, elde etmek gibi kavramları kendimize hatırlatarak gelecek yıllar için onları altın gibi tutalım derim. Babamın küçüklüğünden beri koleksiyonunu yaptığı antik radyoları çok ilginç buluyorum, her birinin tasarımı kendi dönemini ve o dönemdeki yaşanmışlığı ifade ediyor bana; mobilya ile radyonun bir arada düşünüldüğü konsollar; projelendirdiğim sergim için ilham kaynağı oluyorlar…
Gelecekte neler yapmayı düşünüyorsun?
New York’ta yaşadığım süre içinde Ron Gilad’da bana aynı soruyu sordu; master eğitimimi tamamlayıp, bir tasarım stüdyosu açmak hedeflerim arasında. Öyle bir stüdyo olmasını istiyorum ki, dünyanın her yerinden gelen sanatçılarla, tasarımcılarla ortak projeler yürütülsün, ürün, iç mimari, grafik, fotoğraf, etkinlik tasarımı gibi her daldan projelere hizmet verilen bir stüdyo olarak yaşasın ve yaşatsın...
Tasarım
Tasarım, hayatımızı biçimlendiren en önemli kelime. Kendi yaşam alanımızda, etrafımızda var olan her şey + kendi kimliğimiz dahil olmak üzere bir tasarım.
Düşünceyi, ihtiyacı, farkındalığı ve duygularımızı ön plana çıkaran her deneyim bir tasarım diye düşünüyorum. Kültürlerarası etkileşimi ve farklı dönemlere ait yaşam biçimlerini tanımak bizi bugünden yarına taşıyan derin bir okyanus. Ben dünyayı tanımanın, gezmenin, görmenin, sosyolojik olarak farklı toplumları tanımanın çok önemli olduğu fikrindeyim.