‘Havra Sokağı’ farklı inançlara sahip insanların bir arada hem de yüzyıllardır nasıl yaşadıklarını anlamanız açısından önemli bir roman.
İzmir tarihinden gelen hoşgörü, insan sevgisi, dostluk, paylaşım gibi temel duyguların odağı olmuştur. Binlerce yıllık tarihinde çok farklı inançlar, dinler, yaşam biçimleri olmasına karşın bir arada yaşama duygusu, ‘ötekine’ saygı duyma anlayışı burada her zaman varlığını korumuştur.
Özellikle 19. yüzyıl döneminde İzmir’de çok sayıda Levanten yaşamaktaydı. Kentin belirli semtleri Rumlara, Yahudilere, Ermenilere, İtalyanlara ve Türklere ayrılmıştı. Herkes kendi semtinde yaşıyor, ancak temel alışveriş için mutlaka Kemeraltı’na geliyordu. Burada iğneden ipliğe aradığı her şeyi bulabiliyordu. Kemeraltı kendine özgü yapısı, mimari dokusu ile adeta bir alışveriş merkeziydi. Cadde üzerinde sağlı sollu dizilmiş dükkânlar, hemen arkalarında oturan semt sakinleri, seyyar satıcılar, kumaşçılar, turşucular, baharatçılar ile burası tipik bir Ortadoğu görünümündeydi. Kemeraltı her zaman bir karnaval coşkusunu sunardı gelenlere. Ancak Kemeraltı’nda öyle bir yer vardır ki burası tam anlamıyla dinlerin buluştuğu, farklı inançların özgürce yaşadığı bir bölgedir. Burası, Havra Sokağı’dır. Havralar ve hemen yakınında bulunan camiler neredeyse iç içe geçmiştir. Havra Sokağı bugün bile (eskisi kadar olmasa da) önemini korumaktadır. Selin Süar böyle önemli bir merkezin tarihi geçmişini romanlaştırmış.
Romanın temel ekseni dinler arasındaki diyalog üzerine kurulmuş. Yahudi, Müslüman, Rum ve Ermeni ağırlıklı olmak üzere çeşitli inançlara sahip insanların Havra Sokağı’nın birleştirici özelliği sayesinde yaşadıkları acı tatlı olaylar anlatılıyor. Romanı okurken satırların canlandığını, sanki Havra Sokağı’nda geziniyormuş duygusuna kapılıyorsunuz. Birol ve Serdar isimli kahramanlarla başlayan roman daha sonra Moiz ile Rasim’in dostluğu, geçmişteki Yasef’le Ayşe’nin aşkı ile devam ediyor. Genç Yahudi Yosi ile Ahram’ın aşkı ise romanın bir diğer önemli ayrıntısı diyebiliriz. İki gencin yaşadığı sıkıntılar, özellikle baba Moşe’nin sert çıkışı, Ahram’ın babaannesinin isyanı aşkın gözyaşlarıyla nasıl örüldüğünü gösteriyor bize.
Romanın önemli bölümlerinden biri de Serdar’ın taşındığı evde bulunan şiirlerdir… Havra Sokağı’nda yıkık dökük, eski bir ev bulur kendisine. Anahtarı ise, yakındaki Havrayı tamir eden mimar Moiz’dedir. Bir gün tesadüf sonucu duvarların arasında bir zarf bulur. İçinde bir kadın fotoğrafı ve yazılı bir kâğıt vardır. Yıllar önce o evde oturan Yasef’in sevdiği kadın (Ayşe) için yazdığı şiirlerdir bunlar. Ne yazık ki son zarf bulunamamıştır. Yazarın bunu bilinçli bir istemle yarattığını düşünüyoruz.
“Günün güzelliği mi doğdu içine? Yoksa günün aydınlığı söyleyemediğinin kelimelere mi yansıdı bugün? Anlamışsındır ya sen de, kara gözlerini inatla bana diktiğin zamanlar kendime nasıl hâkim olamadığımı… (s/103)”
Bu güzel sözlerden anlıyoruz ki ‘aşkın’ gücü, önemi ve tutkusu hangi devirde olursa olsun erkekleri şair yapıyor…
Romanda geçmiş ve gelecek bir tür yap/boz gibi sürekli işleniyor, yazılı metin ileri geri düğümleniyor, açılıyor, yeniden seriliyor. Yosi’nin Ahram’a verdiği kolye “Davut yıldızının koruyuculuğuna inanırız biz (s/52)” karşımıza çıkarken, diğer yandan Ali’nin Yosi’ye olan düşmanlığı ile tanışıyoruz. Yani, romanda zıtlıklar pek güzel işlenmiş diyebiliriz. Ancak romanın temel ekseni için farklı dinler üzerine kurulduğunu söylemiştik. İzmir’e Yunan ordusu çıktığında ortalık iyice karışır, yaşam bir anda tehlikelerle dolmaya başlar. Herkeste bir telaş, korku ve panik duygusu hâkimdir. Ünlü Maşatlık eylemi (o günün koşullarında yaklaşık 50.000 Türk bu işgali protesto etmek için toplanmıştır. Ne zaman oradan – Konak tarafı – geçsem heyecanlanırım... T.E.) içinde yer alan çok sayıda gayrimüslimin de olduğu söylenir… Çünkü çocukların birbirini sevmesine bu duygu engel değildir. Osman, Kostas, Yorgos ve İshak çocukluk dönemlerinde arkadaş hatta kardeş denilebilecek kadar birbirlerine yakındır. Ancak İzmirli özgüven duygusunu hiçbir zaman kaybetmez. Kuşkusuz bunda tüm ailelerin payı büyüktür. Nitekim büyüdüklerinde bile birçoğu nesilden nesile devam eden temaslarını sürdürmüştür. Bu arada Serdar’ın kaldığı evde ortaya çıkan ‘sandık’ ise Hz. Musa’nın ‘Ahit Sandığı’na’ göndermedir…
Yunan işgali birçok sorunu beraberinde taşır, özellikle bazı Rumların aşırı söz ve davranışları ortalığı iyice karıştırır.
Yasef Usta bu yaşananlara karışı öfkelidir, sinirlidir ve bir şeyler yapılmasından yanadır.
“Dost acı günde belli olar ya, kazancını tamamen kaybetmeyi, canını vermeye göze alsa da çoğu kişi Türklerin tarafındaydı. Çift kimliklerinin arasına sıkışıp kalmışlardı yine… ‘Hepimiz ne olacağız’ın yerini, bunalım düşüncelerinin ardına saklanan ‘Biz ne olacağız’lar alıyordu. (s/105)”
İzmir’in işgali, sonrasında çıkan büyük yangın nedeniyle kentin mimari dokusu, Levanten çoğulculuğu büyük ölçüde harap edilmiştir. Bugün bile kentin bazı hanlarında (Konak - Çakal Han… T.E.) büyük yangının o kötü görüntüsü mevcuttur…
Selin Süar, bu romanında karakterlerini Havra Sokağı ile sınırlandırsa da onların kişiliklerini, yaşam biçimlerini, inançlarını ve ülkelerine olan sevgilerini duygu yüklü bir anlatımla okurlarına sunuyor. Ahram’ın babaannesi öldüğünde cenazesi toprağa verilirken yine dinler arasında tatlı bir diyalog kendini gösterir.
“Hoca, ‘El Fatiha!’nın ilk ‘a’sını uzatarak, gür sesiyle son emrini de verdiğinde Yosi, ilkokulda din dersinden aklında kalan duayı sesini yükselterek, sırasını karıştırmayarak öyle bir okumuştu ki, Ali duadaki kelimelerin akış sırasını karıştırıp üç ayrı sureye sıçradı. (s/214)”
‘Havra Sokağı” adlı romanda herkesin kendine yakın bulabileceği karakterler var. Sözgelimi, dindar yapısıyla genç Ali... Sinemacı olmak isteyen, heyecanlı tip Figen... Duygusal yapısıyla, Ahram… İyi insan, Rasim… Yosi’nin babası Moşe ve Ahram’ın babaannesi dindar olmaları nedeniyle çok tutucu ve geleneksel bir kafa yapısına sahiptir... Moiz’in insancıl söz ve davranışları kadar, Serdar’ın Havra’daki bombanın patlamasıyla oraya koşarken yaşadığı heyecanı siz de yaşıyorsunuz… Tüm bunlar akla hep şu soruyu getiriyor. İzmir dinler arası hoşgörülü ortamıyla Anadolu’nun en huzurlu kentidir. Ancak böylesine huzurlu kentleri çoğaltmak gerekmiyor mu? Zaten roman da bu gerçeğin peşinden iz sürüyor adeta. Havra Sokağı ile özdeşleşen İzmir’in çağdaş sosyal yapısını bu açıdan gözler önüne seriyor. Romanı hiç sıkılmadan, rahat bir biçimde, birçok konuyu da öğrenerek okuyorsunuz. Üzerinde çalışılıp iyi bir senaryo yazılırsa bu roman güzel bir sinema filmi olabilir…
Roman boyunca karakterlerin geri dönüşlerle bugüne bağlanmaları, nesiller değişse bile insan sevgisinin, dostluğun değişmediğine tanık oluyoruz. Havra Sokağı’nın birleştirici özelliğini, tarihinden yansıyan çeşitliliği uyumlu birlikteliğe dönüştürme yapısını bir edebiyat metninde okuyoruz. Yahudi, Ermeni, Hıristiyan ve Müslümanların bir zamanlar dostluk içinde yaşadığı, beraber aynı dükkândan alışveriş yaptığı, “ötekine” karşı her zaman saygılı ve sıcakkanlı davrandığı bir yerdir, Havra Sokağı. Bugün bile gittiğinizde satıcıların bağırtıları, alışveriş yapan kalabalığı, gelen geçenin meraklı gözlerle vitrinlere ve balıkçı tezgâhlarına baktığını görürsünüz.
Romanı okuduktan sonra hiç üşenmedim ve Havra Sokağı’na gittim. Sokağın o kendine özgü görüntüsü bir Ekspresyonist ressamın tablolarından fırlamış gibiydi. Köşedeki kediler, bir kemik peşinde iki köpek, turşulara iştahla bakın küçük bir kız çocuğuna takıldı gözlerim. İnsan kalabalığını birkaç dakika da olsa bir kenara çekilip izledim. Evet, romandaki Yasef Usta, Mimar Moiz, Ayşe ve diğerleri belki çıkıp gelmediler ama onların dayanışma içinde yaşadığı dönemi anımsadım. Antoniadis’in meyhanesinin Rum müziklerini duyar gibiydim…
‘Havra Sokağı’ farklı inançlara sahip insanların bir arada hem de yüzyıllardır nasıl yaşadıklarını anlamanız açısından önemli bir roman. Genç bir yazarın bu denli güç bir konuyu ustalıkla başardığına tanık oluyorsunuz.