Zeynep Tanbay’ın dans atölyesine girdiğim anda dans eder gibi yürüyen bir adam gördüm. Uri Ivgy’nin her halinde estetik bir duruş vardı. Sohbetimiz sıcacıktı. Sekiz yıldır birlikte koreografi çalıştığı iş ortağı Hollandalı Johan Greben de bizimleydi. Söyleşinin çoğu İbranice, bir kısmı da İngilizceydi.
Google’a baktığımızda Uri Ivgy için 51.000 tane sonuç olduğunu gördüm. Ondan, Şalom okurları için, 51.001. sonuç olabilecek şekilde, kendisini bize tanıtmasını rica ettim: “45 yaşındayım. İsrail’de doğdum. Fas asıllı büyük bir ailenin on bir çocuğundan biriyim. 13 yaşında ağabeyimin yanına, Kibbutz Khulata’ya gitmeye karar verdim. Annemle babamın tüm itirazlarına rağmen şehirdeki evimizden ayrıldım. Kibbutzda, doğayla, dağlarla, hayvanlarla iç içe bir ortamda büyüdüm. Askerlik görevimi tamamladıktan sonra, heykel ve tiyatroyla uğraştım. İkisi arasında hangisini seçeceğimi bilemezken, tiyatro hocası bana dansı denememi önerdi. Hareketlerimin dansa yatkın olduğuna inanıyordu. Böylece kibbutzdaki dans okuluna başvurdum. Her gün sabahtan akşama, iki sene boyunca çalıştıktan sonra Kibbutz Contemporary Dance Company Grubu’nun bir üyesi oldum. 30 yaşında, aynı grupta dans eden Hollandalı Anjelin’le evlendim. İkiz oğullarımız oldu: Yonatan ve İlan. Eşimle, çocukları Hollanda’nın Zvole şehrinde büyütmeye karar verdik. Her şeye sıfırdan başlamıştık. Bu yeni kültüre alışmam gerekiyordu. Ben sıcak insanların ülkesinden gelmiştim; ancak orada akşam 6 oldu mu perdeler örtülür, herkes kendi köşesine çekilirdi. Freelance çalışıyordum. Bu yaşam tarzına iki yıl dayanabildim; sonunda boşandık. Çocuklarımdan uzak kalmamak için Amsterdam’a taşındım. Eşimle iyi iki arkadaş olarak kaldık; çocuklarımla hafta sonları görüşmeye devam ettim.”
Teşekkür ettikten sonra, çağdaş dansın farkını sordum: “Klasik bale genelde romantik bir hikâyedir. Başı, ortası ve sonu vardır. Çağdaş dansta ise daha farklıdır. Konsept soyutlamadır, ucu açıktır; izleyenlerin hayal güçlerine bağlanmalarına şans verir. Gösteriyi her izleyen onda farklı bir şeyler bulabilir. Beden hareketleri oldukça özgür ve farklıdır. Yalın ayak dans ederken amaç toprağa yakın hislerde olmaktır,” diye cevapladı.
Uri Ivgy, Bale ve Çağdaş Dans alanında hem ödüllü bir koreograf, hem eğitmen. Ona önceliğin hangisinde olduğunu sordum. Acaba iyi para kazandıran bir meslek miydi diye merak ettim. “Eskiden gruplarda dans ettim, birçok gösteride yer aldım ancak sonradan koreograf olmak benim için vazgeçilmez olmaya başladı. Ben öncelikle koreografım. Her zaman üretirim. Sanat adına ifade etmek istediğim şeyleri koreografi yaparak başarıyorum. Çoğunlukla, topluma karşı birey ve bireye karşı toplum konularını ele alıyorum. Bu işten çok mu zengin oldum? Hayır, ancak 20 yıldır sevdiğim işi yapıyorum ve bundan büyük zevk alıyorum. Yine de dünyanın birçok ülkesinde değişik projelere imzamı attım. Aynı zamanda birçok akademi ve dans stüdyolarındaki gruplara dans eğitmenliği yaparak para kazanıyorum. Bu benim hayatım. Sevdiğim işi yaparak geçimimi sağladığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum,” derken gülümsedim. Bana beni hatırlattı.
Geçen ay Rusya’da Altın Maske Ödülü kazanmışlar. Şöyle anlattı: ‘Ivgy & Greben’ olarak Bale ve Çağdaş dans kategorisinde ‘This is not a Love Song’ ismini koyduğumuz dans için En İyi Koreograf ödülünü kazandık. Altın Maske Ödülleri töreni Rusya’da prestiji çok yüksek bir etkinliktir. Adeta Rusya’nın tüm sahne gösterileriyle ilgili Oscar törenidir. Bir sene önce, beni ve Johann’ı, bir koreografi için Rusya’ya davet ettiler. Bu çok özel bir projeydi. Her biri farklı şehirde olan, yedi farklı modern dans grubu, bir dans gösterisi hazırlayacak ve sonunda Introdance adlı festivalde gösterime sunulacaktı. Biz, Yekaterinburg’daki Provincial Dances Theatre grubu için hazırladığımız koreografiyle Altın Maske ödülünü kazandık.”
İki kişinin birlikte böylesine soyut koreografiler hazırlaması hiç de kolay olmamalıydı. Nasıl bir iş bölümü yaptıklarını sordum. Şöyle açıkladı: “Sekiz yıldır birlikte çalışıyoruz. Bir projede, ondan benim asistanım olmasını istemiştim. O projede yaptığımız başarılı çalışma sayesinde, duo-koreograf olma kararı aldık. En başta biraz zorlanmadık değil. Ama zamanla birbirimizi daha iyi tanıdıkça ve anladıkça, tamamlayıcı olduk. O daha klasik, bense modern alt yapıdan gelmiştik. Farklı bakış açılarımızla aramızda müthiş bir enerji alışverişi var. İkimiz de kendimizi ifade ediyoruz. Her şey konseptle başlar. Önce fikir üzerinde çalışır, sonra stüdyoda kompozisyonu çıkartırız. Hemen ardından, uygun müzik araştırması ve dansçılarla tanışma faslı gelir. Bu gibi projeler genelde aylar süren çalışmalardır.”
İşlem tamam; eser sahnede gösterimde. İşte o anlarda neler hissettiklerini merak ettim: “Johan ve ben üretirken, birbirimize objektif olma şansı veriyoruz. Satır aralarında ne söylemek istediğimiz ve bunu aktarabilmek çok önemli. Grup için konsepti biz seçiyoruz. Gösteri sahneye geldiğinde, midede birçok kelebek uçuşmaya başlar… Ter istilasına uğrarız. Heyecan doruktadır. Dansçılardan koreografiye uymaları istenirken, diğer yandan, kendilerini konsept doğrultusunda özgürce ifade edebilmeleri de çok önemlidir. İşte o dengeyi iyi kurabilmek çok önemli; biz bu konuda her zaman başarılı sonuçlar aldık,” derken gözlerinden gurur okunuyordu.
Geçen sene ise Ankara’daki Entebe Modern Dans Topluluğu tarafından davet edildiler. Türk insanının sıcaklığı onları epey etkilemiş: “Evet. Geçen sene iki ay Ankara’daydık. Bir gösterideki dansın koreografisini hazırlamamızı istediler. Herkes tek kelimeyle muhteşemdi. 20 kadar dansçı vardı. Hepsi de başarılı ve çok mütevaziydi. Türkleri kendimize yakın hissettik; misafirperver ve samimi insanlar.”
En son projeleri hakkında biraz detay istedim. Bana MAC’ten gösterinin bir kısmını izlettiler. Erkeği andıran kasları olan kadın, solo dans ediyordu. Çıplak bedeni strech filmle sarmalanmış, ağzı bantlı kadın yerde yuvarlanarak, çok tuhaf diye adlandırabileceğim hareketlerle kendini ifade ediyordu. Bu dansın içeriğini Johan açıkladı: “Son projemizin adı OBJECT. 21 – 23 Mayıs 2011’de Seul’deki Arko Arts Theatre’da, Kore Modafe Festivali’nde sahne alıyor. OBJECT gösterimiz tek kişilik bir sunum. Bir kadının, kendini bir obje gibi sunuşunu çarpıcı bir şekilde izliyor olacaklar. Seyirciyi bir yandan sıra dışı figürleriyle etkilerken, diğer yandan düşünmeye teşvik edecek. Bize göre sanat, yaşamın içinden çekilip çıkarılmış belli konseptleri vurucu ve akılda kalan bir tarzla ortaya koymaktır.”
Söyleşimizi İstanbul’u konuşarak noktaladık. Uri: “İstanbul’a ilk gelişimiz değil. Daha önce de 2006’da workshop vermek için geldim. İstanbul güzelliğiyle insanı kendine hayran bırakıyor. Farklı kültürlerin karışımıyla oluşan çeşitlilik beni çok etkiliyor. Bir bölge diğerinden çok farklı olabiliyor. Galata’yı çok beğendim. Kapalı Çarşısı ve Boğazıyla çok güzel bir şehir İstanbul. İki sene Hollanda’da koreografi eğitimi alan başarılı arkadaşımız Gizem Bilgen sayesinde hem İstanbul’u gezdik hem de güzel insanlarıyla tanışma fırsatı bulduk,” dedi.
Söyleşimiz sırasında çektirdiğimiz neşeli fotoğrafları da eklersek, iki saat süren sohbetimiz sayesinde oradan çok keyifli anılarla ayrıldım. Bir de, Amsterdam’da yaşayan yeni dostlar kazandım.