Yahudiler konusunda da galiba kimse İsrailli olmakla Yahudi olmayı ayırt etmiyor. İsrail Devleti’ne karşı tepkinin bugün Yahudilere karşı olumsuz kanaatin yüksek olmasında payı olduğu söyleniyor. Bu muhakkak önemli bir etmendir. Ama Varlık Vergisi sırasında ırkçı Yahudi karikatürleri basında yayımlanırken ya da 1930’larda Trakya’nın Yahudi nüfusundan arındırılmasını basın alkışlarken İsrail devleti yoktu. AHMET İNSEL
Güncel
ANTİSEMİTİZM BURADA BAŞLADIĞINDA, NÜFUSUN YÜZDE 5'İ, 10'U BÖYLE DÜŞÜNÜYOR DENİLİYORDU, AMA SONUNDA NELERİN YAŞANDIĞINI BÜTÜN AVRUPA BİLİR
Aslında bütün Avrupa'nın hastalıkları var. Bu hastalıkların tedavisi çok zordur. Gelişmiş ülkelerin hastalıklarını tedavi etmek çok zordur. Kalkınmamış ülkelerin hastalıklarını tedavi etmek daha kolaydır. Çünkü onları eğiteceksiniz, zenginleşecekler ve gider. Ama gelişmiş ülkelerin hastalıkları bazen böyle uykuya geçer, bazen birdenbire dirilir. Onun için Avrupa'nın bu konularda çok teyakkuzda olması gerekiyor. Bir zamanlar antisemitizmdi. Şimdi İslamofobi. Antisemitizm burda başladığında, nüfusun yüzde 5'i, 10'u böyle düşünüyor deniliyordu, ama sonunda nelerin yaşandığını bütün Avrupa bilir. Avusturya Cumhurbaşkanının eşi Musevi. Tüm kardeşleri, kendisi İsviçre'ye kaçmış, İsviçre'ye sığınmışlar. Ailesinin bir kısmı kamplarda ölmüş. Bu hastalıklar azdı mı, ne tür felaketlerle neticelenir dediğimde bu tür mesajları hepsi alıyordur. Bunları da tabi açık açık konuştuk.
Abdullah Gül
http://www.hurriyet.de/haberler/gundem/901561/cumhurbaskani-gul-turkiyeyi-yanlis-taniyorlar
MADEM BU NOKTAYA GELİNDİ, O ZAMAN İSRAİL İLE İLİŞKİLERİN DE AYNI ÇERÇEVEDE ELE ALMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUZ
Geçmişte ‘reel politika’nın önemini, özellikle de İsrail bağlamında, telaffuz ettiğimizde AKP’ye yakın çevrelerden sert eleştiriler aldık. Beşar El Esad’ın geçen yıl sarf ettiği ve “Türkiye, İsrail ile ilişkiyi keserse Ortadoğu sorunu çerçevesinde rol oynayamaz” anlamına gelen gerçekçi sözlerini aktarmamızın Davutoğlu’nu çok kızdırdığını da biliyoruz.
Oysa Davutoğlu’nun da artık geçmişte yansıttığı ‘idealizmden’ uzaklaşarak, ‘reel politika’nın önemini vurgulamaya başladığını görüyoruz. Madem bu noktaya gelindi, o zaman İsrail ile ilişkilerin de aynı çerçevede ele alması gerektiğini düşünüyoruz.
Zaten bize göre, ‘reel politika’ gereğince İsrail ile ilişkilerin bu denli bozulup kopma noktasına gelmesi Mavi Marmara olayından önce önlenmeliydi. Zamanında rahmetli Ecevit de Filistin halkına çektirdiği sıkıntılar nedeniyle İsrail’i en sert ifadelerle suçlamış, fakat reel politika uğruna ilişkilerin kopma noktasına gelmesine izin vermemişti.
Mavi Marmara olayından sonra ilişkilerin normalleştirilmesinin artık her iki kamuoyunun hoşlanmayacağı özel çabalar gerektireceği aşikâr. Fakat Davutoğlu’nun, yukarıda aktardığımız, “...bölgede sorumlu bir devlet olarak sanki bir gençlik hareketi gibi halkın hissiyatına paralel davranmak büyük çalkantılara yol açabilir” sözleri de ortada.
Semih İdiz
KENDİSİNİ HER YÖNLÜ KUŞATILMIŞ HİSSEDEN İSRAİL DEVLETİ, KENDİ ÇEVRESİNDEKİ POLİTİK GELİŞMELERİ ÇOK SESSİZ AMA DİKKATLE İZLEMEKTEDİR
Mısır-İsrail ilişkileri yeniden şekilleniyor. Mevcut Mısır yönetimi İsrail ile olan anlaşmaların geçerliliğini koruduğunu belirtmesine rağmen, eskisi gibi bir sürecin devam etmeyeceğini herkes kabul ediyor. Özellikle Müslüman Kardeşlerin etkisi dikkate alındığında önemli değişikliklerin gündeme geleceği biliniyor. Örneğin Mısır’ın Gazze girişlerine yeniden izin vermesi, İsrail ile olan ilişkilerine yönelik değişimin ilk önemli işaretidir. Ortaya çıkan politik durum, Mısır-İsrail ilişkilerinin yeniden kalıba dökülmesi ve yeni bir sürecin başlaması demektir.
Ayrıca, İsrail’in bölgesel politikalarının yeniden gözde geçirmesi sürecinin de fiilen başlamasıdır. Mısır’daki değişiklikler, Filistinliler arasında ‘ulusal ittifakın’ yeniden sağlanması, Suriye’deki iç politik gelişmeler, Ürdün’ün kırılgan bir noktada olması, Lübnan’da Hizbullah’ın artan etkisi, İsrail’in klasik bölgesel politikalarının giderek işlevsizleştiğini ortaya koyuyor.
Kendisini her yönlü kuşatılmış hisseden İsrail Devleti, kendi çevresindeki politik gelişmeleri çok sessiz ama dikkatle izlemektedir. Ortaya çıkan süreç, İsrail’in politikalarında ciddi bir krılganlık yarattığı kesin. Bütünlüklü analiz edildiğinde İsrail’in bölgesel politikası ve özellikle Filistinlilerle olan ilişkilerini yeniden gözde geçirmek zorunda kalacaktır.
Mustafa Peköz
HAMAS, İSRAİL’İ KATEGORİK OLARAK TANIMAMAYI SÜRDÜRÜR VE ŞİDDET UYGULAMAYA DEVAM EDERSE, FİLİSTİNLİLERİN BARIŞI TEHLİKEYE GİRER
Hamas ile El-Fetih’in uzlaşması ve iki tarafa da ait olmayan bir hükümetle seçime gitme kararı almaları tarihsel bir gelişmenin başlangıcı olabilir. Bu işbirliği Hamas’ın radikalleşmesine engel olabilir, İran bağının kesilmesinde de etki yaratabilir. Aynı biçimde bu birleşme El-Fetih’i de ‘halkın partisi’ haline dönüştürebilir. Bu ihtimal, Filistin’in bir BM üyesi devlete dönüşmesi önündeki en önemli adım olarak görülmeli. Bugüne kadar önce İsrail ile sorunlar çözülsün sonra devlet kurulsun anlayışı yaygındı, artık önce devletin kurulması sonra sorunların çözülmesi gündemde.
Yeni eğilim, Filistin devletinin tescillenmesi meselesinde İsrail’i olabildiğince oyunun dışında tutmayı ifade ediyor. Sınırlar, yerleşimler, mülteciler ve Kudüs gibi bir dizi sorunun bundan böyle iki devlet arasında görüşülmesi ve uluslararası hukukun da bu çerçevede uygulanması hesaplanıyor. Sorunlar bu yöntemle çözülür mü bilinmez. Ancak başlangıç aşaması için bile bazı tehlikelere dikkat çekmek gerekiyor.
Hamas, İsrail’i kategorik olarak tanımamayı sürdürür ve şiddet uygulamaya devam ederse, Filistinlilerin barışı tehlikeye girer. Öte yandan İsrail de kategorik olarak Hamas’ı reddetmeyi sürdürürse bölgede daha fazla kan akacak gelişmeler olabilir. Ne yazık ki İsrail bu birleşmeden duyduğu rahatsızlığı hemen dile getirerek sürecin yuvarlanabileceği kuyuya ilk kazmayı vurmuş oldu.
Beril Dedeoğlu
http://www.stargazete.com/dunya/yazar/beril-dedeoglu/filistinlilerin-barisi-haber-349442.htm
YÜZDE 71'İMİZ YAHUDİLERE ‘OLUMSUZ’ BAKIYOR. İSRAİL DEVLETİ-YAHUDİ AYRIMI YAPMAYA BİLE LÜZUM GÖRMÜYOR
Kimleri mi sevmiyoruz. Mesela Ermenileri.
- Yüzde 74'ümüz Ermenilere ‘Olumsuz’ bakıyor. Üstelik doğusu da, batısı da, kuzeyi de güneyi de böyle.
- Yüzde 71'imiz Yahudilere ‘Olumsuz’ bakıyor. İsrail devleti-Yahudi ayrımı yapmaya bile lüzum görmüyor.
- Yüzde 69'umuz Yunanlılara ‘Olumsuz’ bakıyor.
İlişkiler düzelmiş, maraza azalmış falan dinlediğimiz yok. Yunanlıları hâlâ sevmiyoruz.
- Yüzde 64'ümüz Amerikalıları sevmiyor.
- Yüzde 56'mız Avrupalıları sevmiyor.
- Rusları da sevmiyor.
(…)
Zaman siyasi hurafeleri, kesin inançlıların, komplo teorisyenlerinin eveleme gevelemeleriyle geçiştirilecek zaman değil.
Zaman, ülkenin en iyi sosyologlarını, en iyi sosyal psikologlarını, en iyi psikologlarını davet edip, sorma zamanıdır. Biz neden kimseyi sevmiyoruz...
Ertuğrul Özkök
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=17721366&yazarid=10&tarih=2011-05-06
İSRAİL'İN ARAP ÜLKELERİYLE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ BARIŞ ANLAŞMALARI VE İŞGAL EDİLMİŞ TOPRAKLARIN BİR KISMINDAN TEK TARAFLI ÇEKİLME PROJELERİ BUNA ŞAHİTTİR
İsrail'in Arap ülkeleriyle gerçekleştirdiği barış anlaşmaları ve işgal edilmiş toprakların bir kısmından tek taraflı çekilme projeleri buna şahittir. 1979 yılında Mısır'la barış anlaşmasına imza atan İsrail Başbakanı, İngiliz manda yönetimi döneminde terörist yaftasıyla aranan Menachem Begin idi. Begin'in evet dediği bir anlaşmaya hayır diyecek kadar Arap düşmanı kimse yoktu ki İsrail'de. O ikna edilmişse, herkes doğal olarak desteğini verecekti. Oslo Anlaşmaları'nı meyve veren Prensipler Deklarasyonu sürecini başlatan da, Madrid Konferansı'na onay veren de yine bir eski terörist olan Yitzhak Shamir'di. 1993'te imzalanan Birinci Oslo Anlaşması'na ultraortodoks Shas Partisi'nin destek vermesi biraz da bu sayede sağlanmıştı. İkinci Oslo Anlaşması ise ancak Arap milletvekillerinin desteğiyle geçebilecekti. Shamir siyasetten çekilmek zorunda kalmış olmasa ve İkinci Oslo Anlaşması'nı Rabin'in yerine o imzalamış olsaydı, hem anlaşma uygulanabilirdi, hem de Rabin'in başına geldiği gibi Shamir'i öldürmeyi kimse planlamazdı.
2001 yılı başlarında Ehud Barak çatışmaya tümden son verecek bir anlaşmayı yapmak kararlılığıyla Taba Görüşmeleri'ne gittiğinde 120 sandalyeli İsrail parlamentosunda kendisini destekleyen 32 kişi kalmıştı. Seçimi kazanamayacağından emin bir muhalefet liderinin rahatlığı içinde vaatlerde bulunmuş fakat vaatleri ne Filistin ne de İsrail tarafını ikna etmeye yetmişti. Barak, İsrail sağının çekincelerini gidermeye yetecek kadar sert değildi. Hain yaftası boynuna çok kolay asılabiliyordu.
Buna karşılık Ariel Şaron tek taraflı olarak Gazze Şeridi'nden çekilme kararı verdiğinde en radikal yerleşimciler bile onun kararına boyun eğdiler. O kadar kötüydü ki onun Filistinlilere bir 'iyilik' yapıyor olabileceğine kimse ihtimal vermemişti.
Kerim Balcı
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1130678&title=elfetihhamas-uzlasmasi-ve-uzlasmaz-israil
‘İSRAİL'İ HİZAYA GETİRME’ RETORİĞİ ARTIK, İÇ POLİTİKA MALZEMESİ BİLE OLAMIYOR
İtiraf edeyim, Hamas'la El Fetih'in anlaşması benim için sürpriz oldu.
Ankara, nasıl olmuş da, böylesine tarihi bir sürecin dışında kalmıştı.
Şöyle geriye bir bakın.
- Batı'yla ilişkileri bozma pahasına, Hamas'la ilişki kurulması, daha da ileri gidilerek, Meşal'in resmen Ankara'ya davet edilmesi.
- Başbakan'ın İsrail'le ilişkileri bozma pahasına yaptığı “One minute” çıkışı.
- Mavi Marmara'ya izin verilmesi, İsrail'in yaptığı operasyona karşı, ilişkileri sıfıra indirecek kadar sert çıkışlar.
- Başbakan Erdoğan'ın her fırsatta, her platformda Gazze halkının sözcülüğünü yapması.
Evet, bütün bunlar olup biterken, Ankara'nın bilgisi ve etkisi dışında bir anlaşma nasıl olur da mümkün olabilirdi?
İşin en ilginç yanı ise bu anlaşmanın, Tahrir stresini henüz atamamış Mısır'ın arabuluculuğu ile gerçekleşmesiydi.
Ortadoğu'da, “sokakların hâkimi”, bölgede “yeni müesses nizamı” kurma iddiasındaki Türkiye neredeydi?
(…)
Yani adını vermeden Filistin sorununun çözümünün, terörle mücadele bakımından ne kadar hayati bir önemde olduğunu belirtti.
Durum böyleyse, ‘El Fetih-Hamas anlaşması’, çözümü kolaylaştıracak bir işlev görebilir.
O nedenle diyorum ki, Tür-kiye'nin dış politikası da artık bu yöne doğru açılım yapmalı.
“Ortadoğu'ya, Balkanlar'a, Kafkaslar'a nizam verme” iddiası demode oldu.
‘İsrail'i hizaya getirme’ retoriği artık, iç politika malzemesi bile olamıyor.
O zaman aklıma şu soru geliyor.
Acaba bu aşamada ‘nizam verme’ iddiası yerine, ‘ezber bozma’ siyasetine geçmek daha yararlı olmaz mı?
Açıkça şunu söylemek istiyorum.
Acaba El Fetih'le Hamas anlaştığına göre, Türkiye artık rolünü, İsrail'e güven verecek yeni bir ikna siyasetine çeviremez mi?
Bence Türkiye'nin bu konudaki hareket marjı hâlâ geniş.
Yeter ki, belagat tutkusunu ve “Tarihe geçme” iddiasını bir süre için kenara koyalım.
İsterseniz adını da ‘sıfır sorun diplomasisi’nden, ‘yeni gerçekçiliğe geçiş’ olarak da değiştirebiliriz.
Çünkü ‘Arap baharı’, ‘sıfır sorunla nizam verme’ doktrinini hoş bir sedaya çevirdi.
Ertuğrul Özkök
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=17691972&yazarid=10&tarih=2011-05-03
VARLIK VERGİSİ SIRASINDA IRKÇI YAHUDİ KARİKATÜRLERİ BASINDA YAYIMLANIRKEN YA DA 1930’LARDA TRAKYA’NIN YAHUDİ NÜFUSUNDAN ARINDIRILMASINI BASIN ALKIŞLARKEN İSRAİL DEVLETİ YOKTU
Olumsuz kanaatler iki kimliğe karşı zirveye çıkıyor: Ermeniler ve Yahudiler. Deneklerin %74’ünün Ermeniler hakkında kanaati olumsuz. Yahudiler hakkında bu oran %71.5. Bu ülkenin kadim halkı olan Ermenilere karşı bu olumsuz kanaatin arkasında soykırım tanınması talepleri var muhakkak. Ama böyle yoğun bir olumsuz görüş beslemek için bastırılmış bir suçluluk hissinin etkisi de yok mu? Eğitim seviyesi yükseldikçe, Araplara ve İranlılara karşı olumsuz kanaat artıyor, Avrupalılara ve Yahudilere karşı ise biraz azalıyor. Buna karşılık Ermenilere karşı olumsuz kanaat yaş veya sosyo-ekonomik kıstaslara göre de değişmiyor. Ermeniler, SETA araştırmasının denekleri açısından, en istikrarlı ve güçlü olumsuz kanaat figürü durumundalar. Ermeni sorununda kat edilmesi gereken mesafe açısından son derece düşündürücü bir sonuç bu.
Yahudiler konusunda da galiba kimse İsrailli olmakla Yahudi olmayı ayırt etmiyor. İsrail devletine karşı tepkinin bugün Yahudilere karşı olumsuz kanaatin yüksek olmasında payı olduğu söyleniyor. Bu muhakkak önemli bir etmendir. Ama Varlık Vergisi sırasında ırkçı Yahudi karikatürleri basında yayımlanırken ya da 1930’larda Trakya’nın Yahudi nüfusundan arındırılmasını basın alkışlarken İsrail devleti yoktu.
Ahmet İnsel
BİRİLERİ EL KAİDENİN ASLINDA BİR YAHUDİ TERÖR ÖRGÜTÜ OLDUĞUNU, ZİRA KURBANLARININ % 95’İNİN MÜSLÜMAN OLDUĞUNU İDDİA ETMEDEN ÖNCE RADYOYU KAPATTIM
Salı günü NTV radyoda yayınlanan ‘Halkın Sesi’ programına katılan birçok yorumcu benzer fikirlerini ifade ettiler. Birisi “Terörizmle böyle savaşılmaz” dedi. “Global terörle savaşmanın tek yolu İsraili yok etmektir.” Muhtemelen o ve başkaları, İstanbulda sinagog ve bankaları bombalayarak Türk vatandaşlarını öldürenlerin cihat savaşçısı olarak kıyafet değiştirmiş İsrail komandoları olduğunu düşünmekteydiler.
Aynı programda başka bir katılımcı El Kaide’nin bir Yahudi oyunu olduğunu, zira İsrail’i hiç hedef almadığını beyan etti. Birileri El Kaidenin aslında bir Yahudi terör örgütü olduğunu, zira kurbanlarının % 95’inin Müslüman olduğunu iddia etmeden önce radyoyu kapattım. Bugünlerde Türk uzmanlar arasında çok popüler olan tartışma konusu Bin Ladin’in merkez fikri “Müslümanların Müslüman olmayanların elinde küçük düşürülmesi ve eziyet çekmesidir.” Özellikle aynı nedenden dolayı İstanbul’un kalbinde patlayan bombalar aslında ‘antiemperyalist savaş’ ve ölenler de ‘talihsiz kazalar’, yüzlerce milyon Müslümanın da Müslüman olmayanların elinde eziyet çekmeleri ve aşağılanmaları sorun değildi.
Burak Bekdil (Çeviri: Avram Çerasi)
http://www.hasturktv.com/arsiv/2032.htm
HEM KİMSEYİ SEVMİYORSUN, HEM BENİ SEV DİYORSUN. KENDİNE BENZEMEYENE TAHAMMÜL EDEMİYORSUN, AMA BAŞ TACI EDİLMEK İSTİYORSUN. NEYİNİ SEVEYİM SENİN?
Görülen o ki biz Türkler kimseyi sevmiyoruz.
Ve yine önyargılarımızı yansıtan şu tekerleme ile noktayı koyuyoruz:
- Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.
İçinde yaşadığımız kamplaşmaya bakarsak, onun da doğru olmadığını anlarız.
Peki şimdi bütün bu gerçekler ortadayken, gidip de yabancılara “Bizi neden sevmiyorsunuz, bizi bir yakından tanısanız çok seversiniz” demenin anlamı var mı?
Böyle bir soru karşısında, elin keferesinin yanıtı suratımızda patlar:
- Hem kimseyi sevmiyorsun, hem beni sev diyorsun. Kendine benzemeyene tahammül edemiyorsun, ama baş tacı edilmek istiyorsun. Neyini seveyim senin?
Böyle bir çıkışla karşılaşırsak, söylesene verecek yanıt bulabilir miyiz?..
Sevgili biliyorum, bu tür yazılar kimilerini kızdırıyor, hâlbuki bunun yerine “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur! Oysa kefereler bizi bir tanısalar ne severler ne severler” türünden bir şeyler yazsaydım, hiç sorun olmaz, kimse de kızmazdı.
Ali Sirmen
İRAN İSRAİL'LE ŞAH DÖNEMİNDEKİ GİBİ DOST OLSA, FİLİSTİNLİLER İSRAİL'İN YAHUDİ KİMLİĞİNİ AÇIKÇA BELİRTSE VE İSRAİL'İN DURMAK BİLMEZ YERLEŞİM İNŞAATLARININ ONUN MEŞRUİYETİNİ ZAYIFLATTIĞINI HİÇ KİMSE DÜŞÜNMESE İYİ OLURDU
Esip gürleyen, kafa karışıklığı yarattığı halde yapabilecekleri sınırlı, varoluşsal bir tehditten ziyade kâğıttan kaplan niteliğindeki bir güç olan İran konusunda, Netanyahu son zamanlarda çok daha sessiz. Derken, ‘Yahudi devleti’ hamlesi geldi. Filistinlilerin İsrail'i tanımanın ötesine geçip (Filistin Kurtuluş Örgütü bunu on yılı aşkın bir zaman önce yapmıştı), onun Yahudi kimliğini kabul etmesi konusunda ani bir ısrar gösterildi.
Bu en basitinden, alışılmadık bir talep: Devletlerin niteliği değil kendileri tanınır. İran moda sözcük olmaktan çıkınca, bir diğeri gündemle ortaya çıktı: ‘gayrimeşrulaştırma’. Bu tuhaf terim, İsrail karşıtlarının boykotlar aracılığıyla onun meşruiyetini sorgulama ve ekonomisini (özellikle de Batı Şeria'daki yerleşimlerin ticari çıkarlarını) zayıflatma çabalarını tanımlamakta kullanılıyor.
İsrail'in bu gibi konularda kaygılanma hakkına sahip olmadığını iddia etmiyorum. İran İsrail'le Şah dönemindeki gibi dost olsa, Filistinliler İsrail'in Yahudi kimliğini açıkça belirtse ve İsrail'in durmak bilmez yerleşim inşaatlarının onun meşruiyetini zayıflattığını hiç kimse düşünmese iyi olurdu. Ancak Netanyahu ve kabinesinde istek olsaydı bunların tümü, hakiki barış arayışı karşısında ikinci planda kalırdı. Oysa fırsat var.
Roger Cohen
http://www.usasabah.com/TheNewyorkTimes/2011/05/05/hakiki-baris-arayisi
TÜRKİYE'NİN İSRAİL POLİTİKASI YÜZÜNDEN BATI'DA ÖDEMEK ZORUNDA KALDIĞI VE KALACAĞI BEDELLERİ GÖRÜNCE BU ELEŞTİRİLERDE SONUNA KADAR HAKLILIK PAYI OLDUĞUNA İNANIYORUM
Kendisine hayran bırakan bilgi birikimine rağmen Davutoğlu'nun Türkiye'ye çizdiği rota da tartışmalı.
'Sıfır sorun' teorisinin sorun çözmek yerine çok daha fazlasını yarattığı düşünenlerin sayısı azımsanmayacak miktarda. Türkiye'nin Batı'dan kopma sürecinde olduğunu söyleyenlerin pek çoğu da bu gelişmeyi Ahmet Davutoğlu doktrinlerine bağlıyor.
Önceki gün Milliyet'te Aslı Aydıntaşbaş kendisinin yakından takip ettiği Davutoğlu'nun dış politikasıyla bir 'aşk-nefret ilişkisi' olduğunu yazdı. Dünyanın geri kalanı için de bu geçerli olsa gerek.
Özellikle İsrail konusunda Türkiye'nin sergilediği politika Davutoğlu'na yönelik eleştirilerin artmasına neden oldu. Bu eleştirileri en sert dillendirenlerden biri de bendim; bugün de baktığımda Türkiye'nin İsrail politikası yüzünden Batı'da ödemek zorunda kaldığı ve kalacağı bedelleri görünce bu eleştirilerde sonuna kadar haklılık payı olduğuna inanıyorum.
Ne yazık ki Dışişleri Bakanı'nın en büyük hatalarından biri bu oldu; bu yanlıştan da ne zaman dönüleceği bilinemiyor.
Ama bu büyük hataya rağmen Davutoğlu'nun Türkiye'nin algısını, yeni dış politikasını ve eksenini kabul ettirme konusunda da çok başarılı olduğunu eklemeliyim.
Oray Eğin
http://www.aksam.com.tr/ucuncu-adam-2145y.html
"WHAT A NİCE MAN!" "OF COURSE, HE İS A JEWİSH!"
Dediğim gibi, Superman'in İsrail yaratımı olduğuna ilişkin tezler çok eskiye gidiyor… Peki ama bu kadar zamandır hiç mi açık delile ulaşılamadı?..
Bana göre delil var... Twitter'dan bir dost, bizzat Superman filminden bir itiraf yakalamış... Metnin, görüntülerin, sesin içine o kadar iyi yedirilmiş bir itiraf ki bu, milyonlarca izleyici fark bile etmemiştir.. Ama meraklılarının uzun zamandır bildiğinin farkındayım.
Meraklısı internetten kolaylıkla bulur; Superman-II filminde, Niagara Şelalesi'ne düşen çocuğu kurtaran Superman sahnesinin, 38'inci saniyesi.. Sahne dışından iki kadının kısa konuşması...
- "What a nice man!"
- "Of course, He is a Jewish!"
Nedret Ersanel
http://www.iyibilgi.com/artikel.php?artikel_id=28265
Netten okuyun /tıklayın
IN MEMORY OF DR. YOMTOV GARTİ
http://yomtov-garti.blogspot.com/
THE TURKİSH PASSPORT
http://www.theturkishpassport.com/
Arşivlerden
HAYATLARINDA TEK BİR YAHUDİYLE KONUŞMAMIŞLARDIR VE TEK BİR YAHUDİNİN YAŞAM TARZINI TANIMAYA ÇALIŞMAMIŞLARDIR
Bu örnekleri uzatıp gidebiliriz, çevremizde sürekli Yahudilerin ne kadar öcü insanlar oldugu anlatılıp duruluyor ve bu çocuklar aslında evlerinde tartışılan konuları rahatlıkla kendi toplumları içinde konusmaya devam ediyor. Yani Yahudi düşmanlığı bu çocukların kafasından çıkan bir düşünce degil zaten evlerde ebeveynleri tarafından benimsenen ve knusulan bir konu belliki.
Elbette bizim Maraşlı gencin gözünde bütün Yahudiler, simsiyahlar giyinip kafalarındaki kalpaklarıyla Hackney sokaklarında dolaşan insan tipinden ibarettir. Hayatlarında tek bir Yahudiyle konuşmamışlardır ve tek bir Yahudinin yaşam tarzını tanımaya çalışmamışlardır. Yahudiler onlar icin hala ortaçagda Hristiyan dunyasında inanıldıgı gibi “Çocuk kani emerek” yaşayan bir topluluktur. Tabii ki bütün bu yanlış bilgilendirmeye bir de İsrail’in yaptıgı saldırğanlığı eklersek, işler tamamen içinden çıkılmayacak bir ip yumagına benziyor ve bizim gençlerimiz de Yahudiler yok edilmesi gereken bir topluluk olarak düşünmeye devam ediyorlar.
Fatma Can
http://www.acikgazete.com/sizden/2010/06/13/biz-turkiyeliler-neden-yahudileri-sevmeyiz.htm?aid=35754