Altıdan Sonra Tiyatro 444

 

1 Haziran 2011 Çarşamba

Altıdan Sonra Tiyatro,İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü Tiyatro Topluluğu’nda öğrencilik yıllarında yirmiyi aşkın oyunda oyuncu, yönetmen, dekoratör olarak çalışmış, çoğunluğunu mimar ve mühendislerin oluşturduğu bir grup gencin, yedi yıllık geçmişin sonunda oluşan bu “üniversite tiyatrosu” birikimini “yarı profesyonel”  bir tiyatro kimliğine dönüştürmek için 1999 yılında,bir araya gelerek kurduğu bir topluluk.(Anlayacağınız, çoğu,  yarım yüzyıl kadar bir zaman farkıyla da olsa, benim okul arkadaşım.)

Kumbaracı 50’deki yerleşik mekânlarına - biraz da olaylı olarak- ancak 2009’da kavuşmuş olsalar da, on yıllık profesyonel bir geçmişleri var. Sahnesizlikten çok çekmiş olan bütün tiyatrocular gibi, kendi oynamadıkları günlerde, mekânlarını başka topluluklara açmışlar.

Oyuncu, yönetmen ve yazardan oluşan on iki kişilik bir kadroları var: İhsan Dehmen, Seyfi Erol, Ebru Gözdaşoğlu, Gülhan Kadim, Onur Kahraman, Selin Girit Koraltan, Aslı Can Kortan, Erkan Kortan, Yiğit Sertdemir, Onur Tuna, Seda Özen Yürük.?Arthur Miller’in Satıcının Ölümü, Brian Friel’in Ver Elini Yeni Dünya, Edmond Rostand’in Cyrano de Bergerac ve Wolfgang Borchert’in Kapıların Dışında oyunlarının yanı sıra, topluluk üyelerinden Yiğit Sertdemir’in beş oyununu sahnelemişler. Geçen yıl, UluslararasıTiyatro Bienali’ne Sertdemir’in İtalo Calvino’dan uyarlayıp yönettiği İkiye Bölünen Vikont ile katılmışlar.

1979’da İzmir’de doğan Yiğit Sertdemir, genç kuşak tiyatro yazarlarımızın en umut verenlerinden. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda oyuncu ve yönetmen, Altıdan Sonra Tiyatro’da ise oyuncu, yazar ve yönetmen olarak çalışmalarını sürdürmekte olan Sertdemir, şimdiye kadar yedi oyun yazmış. Bekleme Salonu (2004), O.B.E.B (Ortak Bölenlerin En Büyüğü) (2005), Öldün, Duydun mu? (2006), 444 (2007) ve Fail-i Müşterek (2010) Altıdan Sonra Tiyatro tarafından sahnelenmiş.

Sertdemir, Surname (2010) oyununu, Şehir Tiyatroları’nda hem sahnelemiş, hem de Candan Seda Balaban ile tasarımını üstlenmiş.

Yiğit Sertdemir’e 2008 yılı Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde; “İlk Kez O Yıl Sahnelenmiş Olan En Başarılı Yerli Oyunun Yazarı”na verilen Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’nü, 33. İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Oyun Yazarı ve 6. Tiyatro Tiyatro Ödülleri’nde Yılın Oyun Yazarıödüllerini kazandırmış olan “444”, Mayıs ve Haziran 2011’de Altıdan Önce Tiyatro’da tekrar sahneleniyor. Yaman Ömer Erzurumlu’nun yönettiği oyunda yazar Yiğit Sertdemir, Gülhan Kadim’le birlikte rol alıyor.

“444”,  bir hatırlatma servisine ait çağrı merkezinin gece vardiyasında, gündüz çalıştığı işine ek olarak geceleri de çalışmak zorunda olan titiz ve kuralcı bir erkek ile ortamı kendine göre düzenlemiş, hatta bir hamster beslemeye bile başlamış aşırı rahat, keskin ve kapkara mizah duygusu olan bir kadın müşteri temsilcisi arasında geçmektedir.

O gece çağrı merkezinde her şey birbirine girecek, bir yandan her ikisinin de hayatlarına ilişkin saklamakta oldukları sırlar ortaya çıkarken diğer yandan da Sivas katliamı, Susurluk olayı, bir dakika karanlık eylemi gibi olayların kendileri tarafından da nasıl kolaylıkla unutulduğunu fark edeceklerdir.

Hiç ara verilmeden oynanan ve yaklaşık 90 dakikalık süresi boyunca soluk soluğa izlenen oyunun ilk bir saati güldürü formatında. Bir parantez açıp, gösteri sanatlarında en zor işin güldürmek olduğunu hatırlatayım ve son zamanlarda, sinemada olsun, tiyatroda olsun, izlemiş olduğum güldürme amacıyla yapılmış pek çok eser bende zar zor bir gülümseme koparabilmişken “444”de gerçekten güldüğümü söyleyeyim. Hele Sertdemir’in “Fight Club” filmini bir anlatışı var ki kahkahaları koyuvermemek mümkün değil.

Son yarım saatinde oyun giderek ciddileşiyor. Günümüzün insanı öyle belleksiz hale gelmiştir ki, hatırlatma servisini sadece doktor randevuları, özel günler vb. şeyleri hatırlamak için değil, tuttuğu takımı hatta oy vereceği partiyi bile unutmamak için kullanmaktadır. İzleyici azar azar, kendisinin de hayatındaki en basit ve gerekli olayları bile aklında tutamadığını, günden güne daha bilinçsiz, hafızasız ve umursamaz hale geldiğini, önemli toplumsal olayları, sorunları ve tehlikeleri fark edip hatırlamasının imkânsızlaştığını fark ediyor…

“444” aldığı bütün ödülleri hak edecek kadar iyi bir metin, sahnelenmesi de çok iyi ama bu tür iki kişilik oyunlarda bütün yük oyuncuların omuzlarına biniyor. Yiğit Sertdemir ve Gülhan Kadim, hem kimyası uyuşan bir ikili, hem de dört dörtlük bir oyunculuk sergiliyorlar.

Burada tiyatromuzda son birkaç yılda gelişen yeni bir olguya, çoğu otuzunu doldurmamış pek çok sayıda gencin müthiş oyunculuklarına dikkat çekmek istiyorum.

Rahmetle andığım Haldun Taner, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’nda Tomas Fasulyacıyan’ınağzından “teatro nedir ki” der, “iki kalaaas, bir heves”.

İşte bu “heves”in peşinde onlarca genç, kimi bir yandan kendi mesleğinde çalışırken “6’dan sonra” tiyatroya koşarak, kimi boyundan büyük bir borç yükünün altına girip tiyatro yapabilme olasılıklarını yüzde “sıfırnoktaiki”den  yüzde yüze çıkararak, kimi İzmir’den kopup Elmadağ’ın arkalarında “mekânartı”lara yerleşerek, kimi Kuledibi’nde, “ ve diğer şeyler” yapmaya çalışarak, kimi Santralİstanbul’dan “güzel şeyler bizim tarafta” diye seslenerek, yaşlı apartmanların dar salonlarından, ya da  bir zamanlar egzoz dumanına boğulmuş genişçe “garaj”lardan seslerini yükseltiyorlar.

Ortak özellikleri yaptıkları işi çok ciddiye almaları. Ne oynarlarsa oynasınlar, ısrarla 20. hatta 19. yüzyıl tiyatro anlayışını sürdürmeye devam eden kimi ödenekli tiyatronun aksine,  çok iyi sahneleniyor ve çok iyi oynanıyor.

Bu gençler kendi mekânlarını kendi imkânlarıyla dönüştürüyorlar. Oturma düzenleri, sahneyi kullanma biçimleri esnek, ihtiyaca göre değişiyor. İzleyici ile oyuncu arasındaki mesafe neredeyse yok oluyor. Deneysel çalışmalar da yapsalar, “in-yer-face” örnekleri de sahneleseler, minimal dekorlu da olsa, kukla katkılı, projeksiyon destekli de olsa, hep yenilikçi ve kışkırtıcı çalışmalar sergiliyorlar. Ayrıca her tiyatro mevsiminde genç tiyatro yazarlarımızın (tabii ki kendi tarzlarına uygun) bir/veya birkaç oyununu sahneleyerek tiyatro edebiyatımıza da hizmet ediyorlar.

Peki nereden çıkıyor bu gençler? Porno sitelerle, facebook ve twitter dışında ilgi alanları olmadığını sandığımız, önyargılı bir tutumla  “politik yönden iğdiş edilmiş, kayıp bir kuşak” olarak nitelediğimiz bu çocukların aslında hem kafaları çalışıyor, hem de duygusal yönden zenginler. Kendilerini ifade etmenin ve dışa vurmanın en doğru yolunun tiyatrodan geçtiğini fark etmiş olmaları da doğal. Tabii ki bu farkındalığın peşinden, eğitim almaları da gerekiyor ki, ciddi bir tiyatro eğitimi veren üniversite ve yüksek okullarımızda ya da başta Şahika Tekand’ın Stüdyo Oyuncularıolmak üzere birçok özel kuruluşta aradıklarını buluyorlar.

Alternatif tiyatroları bu derecede önemsememin nedeni, benim kuşağımın neredeyse umudunu kesmiş olduğu “idealist gençliğin” temsilcilerini bu genç tiyatrocularda bulmuş olmamdandır sanırım. Hepinizi onları izlemeye ve desteklemeye çağırıyorum. Emin olun, pişman olmazsınız.

İyi Seyirler.