Lars Von Trier’in senaryolarında depresif karakterleri çizmedeki ustalığı tartışılmaz. iki yıl önce Charlotte Gainsbourg’a ödül kazandıran yönetmen, ‘Melankoli’deki Kirsten Dunst’ı aynı ödülün sahibi yapıyor.
Yarışmaya son anda dahil edilen, festival tarihinin ilk sessiz filmi “The Artist”, başrol oyuncusu Jean Dejardin’e ödül getirdi. 64. festivalin en başarılı yönetmeni olan Nicolas Winding Refa hakkı olan ‘En İyi Mizansen’ Ödülü’nü kazandı. Bu yazımızda geride kalan 64. Cannes Film Festivali’nde, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Yönetmen Ödüllerini alan üç filmi ele alacağız.
HÜZÜNLÜ, BUNALIMLI, ‘MELANKOLİ’K BİR FİLM
Depresyondan kurtulamayan Lar Von Trier’in aykırı, provokatif bir yönetmen olduğu söylenebilir. Ama bu, Danimarkalı sinemacının senaryolarında depresif karakterleri çizmedeki ustalığını değiştiremez. İki yıl önce “Antichrist”te kadın kahramanı çocuğunu kaybetmenin travmasıyla vajinasını makasla kesiyordu. Bu rol Charlotte Gainsbourg’a Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getiriyordu.
Bu yıl Cannes’da yarışan “Melankoli / Melanchalia”nın kadın kahramanı, dünyanın sonunun yaklaşmasını hissetmesiyle depresyona giriyor, düğün gecesi kocasını yanından uzaklaştırıyordu. Bu rol de Kirsten Dunst’e aynı ödülü getiriyordu.
Konusu İsveç’in görkemli bir şatosunda geçen filmi Von Trier iki bölümde anlatıyor. Bu “kadın filmi” iki kızkardeşi anlatan iki bölümden oluşuyor. Justine (Kirsten Dunst) ile Michael’in düğün töreni, seçkin davetliler huzurunda, abla Claire’in (Charlotte Gainsbourg) muhteşem şatosunda yapılacaktır.
Anne (Charlotte Rampling) ve baba (John Hurt) en az kızları Justine kadar eksantrik, sorunlu kişilerdir. Gergin bir düğünle başlayan film, dünyaya yaklaşmakta olan tedirgin edici göktaşı Melancholia’nın gelini histeri komasına sokmasıyla, bambaşka bir kulvara girer.
Psikolojik gerilimli bu kıyamet filminde, doğaüstü iletişime geçmiş karakterleriyle, parmaklarından ışık saçan bir gelinle, misafirlerin ve damadın düğün evini terketmeleriyle, bu Trier’in izleyicileri şaşırtmayı, sarsmayı hedeflediği gözüküyor.
“Claire” başlığı ile ilan edilen filmin ikinci yarısı, ablasının evine yerleşen Justine’in Melancholia gezegeninin dünyaya çarpmasını nasıl beklediğini anlatıyor.
Hüzünlü, bunalımlı, ağır atmosferli filmiyle Lars Von Trier bir dünyanın sonu yorumu yapıyor. Bu yönüyle “Melankoli” büyük usta Stanley Kubrick’in “Armageddon” başyapıtını anımsatıyor. Filmin ilk bölümündeki düğün sahnesi Luchino Visconti’nin “Leopar/Guepard” ve Thomas Vinterberg’in ilk dogma filmi “Kutlama/Fasten”ini hatırlatıyor.
“Karanlıkta Dans / Dancer in the Dark” (2000) ile Altın Palmiye “Dalgaları Kırmak / Breaking the Waves” (1996) ile Jüri Büyük Ödülü, “Europa” (1991) ile Jüri Ödülü alan, oyuncularına iki kez En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazandıran Lars Von Trier’in Cannes’daki 9. filmi “Melankoli” sonuncusu olacak. Zira sebep olduğu skandal ile “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edilen Danimarkalının bir daha Cannes’a davet edilmesi söz konusu değil.
Ancak, dünyanın sonu yaklaşırken depresyonu artan, melankolik Justine rolünde Kirsten Dunst’ün, ödülünü alırken, jüriye filmi yarışmada tuttuğu için teşekkür etmesi unutulmayacak.
Lars Von Trier’in filmleri, başta ABD olmak üzere birçok ülkede gösterime girme şansını kaybetmiştir. Danimarkalı yönetmenin önemli festivallere, bundan sonra davet edilmesi uzak ihtimaldir, asıl kimliğini teşhir etmesinin ağır bedelini ödeyecektir.
SESSİZ SİNEMANIN SON GÜNLERİ
Cannes’ın yarışma filmlerine son anda dahil edilen “The Artist” oyuncusu Jean Dujardin’e En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü getirdi.
Festivalin 64 yıllık tarihinin ilk sessiz filmi olan “The Artist”, 1920’li yılların sonunda geçen konusuyla Hollywood’ta sesiz sinemanın sonunu ve sesli sinemaya geçiş sürecini anlatıyor.
“OSS 117...” dizisiyle tanınan Fransız yönetmen Michel Hazanavicius, duyguları jest ve mimiklerle ifade edebilen sessiz sinema etkisini filmine yansıtabilmek için siyah-beyazı kullanıyor. Kahkaha ve gözyaşı arasında gidip gelen, çok iyi yazılmış, çok iyi anlatılmış ve çok iyi oynanmış bu melodrama jüri kayıtsız kalamazdı. Dokuz ödülden biri (filmde kendini aşan) başrol oyuncusu Jean Dujardin’e gitti. Fransız aktör, kaçak Papa’yı oynayan, 80’lik dev aktör Michel Piccoli’yi, Nazi avcısı eski rock yıldızı Sean Penn’i, soyguncu müthiş sürücü Gosling’i geride bırakıp En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ne uzandı.
Dujardin, 1927’de Hollywood’u kasıp kavuran, sessiz sinemanın süperstarı, karizmatik ve yakışıklı aktör George Valantin’i canlandırıyor. Güzel bir kadınla (Penelope Ann Millee) yaşayan, bir dediğini iki etmeyen yapımcısı (John Goodman) ile sorun yaşamayan Valantin için herşey yolunda gidiyordur.
Sesli sinemanın Hollywood’da devreye girmesi yeni teknolojiyi reddeden, gururlu Valantin’in sonu olur. Kendi filmlerinde dans eden figüran Peppy Miller (Béne’nice Bejo) sesli sinemanın ilk büyük yıldızı olur. Sessiz sinemanın son starı ile sesli sinemanın yollarının kesişmesinde, şöhret, gurur ve para gibi faktörler, aralarındaki aşkın gelişmesini engeller.
Parodi sanatındaki becerisiyle, mükemmel mizanseniyle, oyuncu yönetmedeki becerisiyle Michel Hazanavicius, “şöhret” teması etrafında dönen, başarılı, eğlendirici bir film yapmış.
MÜTHİŞ BİR POLİSİYE
Cannes’da bu yıl izlediğim 35 film içinde mizanseni en iyi olanı Amerikan filmi “Drive” idi. “Pusher”, trilojisi, “Inside Job” ve “Bleeder” adlı filmleriyle modern ve yenilikçi bir sinemacı olarak tanınan 41 yaşındaki Danimarkalı yönetmen Nicolas Winding Refn’in, kariyerinin 7. filmi olan “Drive” bir Amerikan yapımı. Basit bir konu etrafında dönen film, Nicolas Winding Refn’in, dur durak bilmez, tempolu ve hızlı anlatımıyla, gerilimli sinema dili ve oyuncuları yönetmedeki becerisiyle birinci sınıf bir polisiye olmuş. Refn’in En İyi Mizansen Ödülü’nü kazanacağı hakkındaki tahminim tuttu. Almodovar, Kaurismaki, Moretti, Sorrentine gibi ustaların arasından sıyrılmak büyük başarı.
Film, soyguncuları olay yerinden arabasıyla kaçırmakla ünlü bir sürücünün öyküsü. Hollywood’da tehlikeli araba sahnelerinde dublörlük yapan, bu az konuşan, az arkadaşı olan, yalnız takılan gencin yazgısı, kapı komşusu evli bir kadınla tanışınca değişir. Kadının (Carey Mulligan) hapisten çıkan kocasına yardımcı olurken, kötü biten bir soygun sonrası mafya ile karşı karşıya gelir. Mafyanın iki acımasız liderinden (Ron Perlman ve Albert Brooks) intikam almak kolay olmayacaktır. James Sallis’in romanından alınan filmin kahramanı, bir zamanların Steve McQueen, Clint Eastwood gibi gizemli ve yalnız kovboyları hatırlatıyor. Ryan Gosling, sessiz, sakin, az konuşan, kendilerini davranışlarıyla ifade eden, kendi işinin uzmanı, sevdiği kadına evli de olsa yardım etmekten geri kalmayan, kararlı, fedakar, şövalye ruhlu kahraman rolündeki yarışmanın en başarılı aktörleri arasına girdi