19 Temmuz’da Harbiye Açıkhava’da Bir şarkıcılar vardır, bir de ozan şarkıcılar; Bob Dylan, Leonard Cohen, Neil Young, Joan Baez, Carole King, Fransa’dan Jacques Brel, Léo Ferré, ülkemizden Bülent Ortaçgil bu ikinci grubun temsilcilerindendir.
Bu isimlerin çağrıştırdığı gibi ozan şarkıcılık biraz filozof, biraz da entelektüel olmayı gerektirdiğinden daha itibarlı bir sınıf gibidir.Nisan ayında 12. solo albümü So Beautiful or So What’ı çıkaran Paul Simon da bu sınıfın en önde gelenleri arasında sayılabilir (sadece unutulmaz The Sound of Silence bile bunun için yeterlidir).
Paul Simon Macar göçmeni Yahudi bir anne babanın çocuğu. Babası Louis Simon bas çalan profesyonel bir müzisyendi. Annesi Belle ilkokul öğretmeniydi ve boş zamanlarında müzik dersleri verirdi. Macaristan’da yaşarlarken babası Budapeşte radyo orkestrasında birinci kemancıydı. Paul Simon’ın biyografi yazarı Marc Eliot’a göre, annesi ve babası 1930’larda Avrupa’da Yahudilere zulmedilmeye başlanınca ABD’ye göç ettiler. Babası yeni ülkesinde Lee Sims adını kullanmaya başladı ve birçok radyo ve televizyon programlarında basçı ve nihayetinde topluluk lideri olarak çaldı. 1941’de aile New York’un Queens bölgesine taşındı. Paul Simon da aynı sene doğdu ve kendisine Yahudi geleneklerine göre, Viyanalı bir terzi olan büyükbabasının adı verildi.
Paul Simon’un müzik kariyeri 11 yaşında okulda tanıştığı Art Garfunkel ile birlikte başladı. Simon, ilk şarkıları “The Girl for Me”yi bestelediğinde henüz 12-13 yaşındaydı. İleriki yıllarda birlikte Simon & Garfunkel adıyla beş albüme imza attılar. Bu albümlerdeki iki parça, The Sound of Silence ve Bridge over Troubled Water, Rolling Stone dergisinin ‘Tüm Zamanların En İyi 500 Şarkısı’ listesinde yer aldı. 1967’de Dustin Hoffman’ın başrolünü oynadığı The Graduate filmini müziklerini yaptılar. 1970’te ayrılmalarından sonra zaman zaman yine bir araya gelip konserler verdiler. Bunlardan 1981’deki New York- Central Park konserini izlemeye 500.000 kişi geldi.
Paul Simon 1970’ten sonra solo çalışmalara yöneldi. 1975’te dördüncü albümü Still Crazy After All These Years ile o sene Yılın Albümü ve En İyi Erkek Şarkıcısı Grammy’lerini kazandı. Still Crazy After All These Years,My Little Town, 50 Ways to Leave Your Lover, Gone at Last unutulmaz parçalar olarak kaldı.
Arka arkaya çıkardığı 3-4 başarılı solo albümden sonra üretkenliği düşer gibi oldu. Heart and Bones albümü pek ilgi görmedi. Artık ilham yeteneğini kaybettiğini düşünürken kariyerinin ikinci zirvesine gidecek yolun başlangıcında olduğunu nereden bilebilirdi. 1984’te moral bozukluğu içine arabasını sürerken radyoda dinlediği enstrümantal bir parçanın peşinde Güney Afrika’ya gitti. Bu yolculuktan Simon’u ikinci nesil hayranlarıyla tanıştıran ve adıyla özdeşleşen üçüncü albüm çıktı: Graceland.
Şarkıcı bu albümde pop, rock, bir tür kilise müziği olan a cappella, Zulu müzikleri olan isicathamiya ve mbaqanga’yı kullanırken Güney Afrikalı birçok müzisyenle birlikte çaldı. Ayrıca kendi müzikal kültüründen Linda Ronstadt ve Los Lobos’a da yer verdi. Albüm o kadar beğenildi ki, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’da 1 numaraya, ABD’de 3 numaraya kadar yükseldi. 1987’de ABD’de en çok satan ikinci albüm oldu. Yüksek tempolu You Can Call Me All albümün hit parçasıydı. Graceland, ‘Yılın Albümü’ ve parça da ‘Yılın Kaydı’ Grammy’lerini kazandı. Paul Simon 45 yaşında, kendini yeniden popüler müziğin en ön sırasında buldu.
Graceland’i 1990’da, Brezilya müziği ile tatlandırılmış The Rythm of the Saints ve 1992’de MTV Unplugged albümleri izledi. Bundan sonrası yine bir durgunluk dönemiydi. Üzerinde uzun yıllar çalıştığı ve nihayet 1998’de sahnelediği The Capeman müzikali, Marc Anthony’li, Ruben Blades’li kadrosuna rağmen pek tutulmadı. Oyunun müziklerini içeren Songs from The Capeman albümü de aynı kaderi paylaştı (öyle olsa da bu albüm Adios Hermanos, Born in Puerto Rico, Satin Summer Nights, Can I Forgive Him, Time is an Ocean gibi parçalarıyla, Nigel Keneddy and the Kroke Band’ın East Meets East albümü ile birlikte Çöküşe Tırmanış’ın çeviri macerasının enerji kaynağı oldu).
Paul Simon’un yeni albümü So Beautiful or So What birçok yorumcu tarafından şarkıcının Graceland’den sonraki en iyi albümü olarak nitelendiriliyor. Toplamda sadece 38 dakika süren 11 parçadan oluşuyor. Üç harika balad Love and Hard Times, enstrümantal Amulet ve Questions for the Angels dışındaki parçalar yüksek tempolu ve ritmik besteler. 6. sıradaki Love is Eternal SacredLight albümün en güzel parçası. Bu yıl İstanbul Caz Festivali’nde 19 Temmuz’da Açık Hava’ya gidecek izleyiciler artık 70 yaşına gelmiş ama albümdeki sesine bakılırsa yaşlanmamış Paul Simon’u ve 55 yıllık müzik geçmişinden harika parçaları dinleyecek.
1963’te, ozan şarkıcıların en büyüğü Bob Dylan Blowin in the Wind’deşöyle soruyordu:
“How many roads must a man walk down
Before you call him a man??Yes, ’n’ how many seas must a white dove sail
Before she sleeps in the sand??Yes, ’n’ how many times must the cannonballs fly Before they’re forever banned??The answer, my friend, is blowin’ in the wind
The answer is blowin’ in the wind...”
2011’de bir başka büyük, Paul Simon, buna cevap veriyor olabilir mi?
“I’m just a raindrop in a bucket / A coin dropped in a slot ?I am an empty house on Weed Street / Across the road from the vacant lot ?You know life is what you make of it / So beautiful or so what..”