Eyal’in belgeselini izlediğimde Suzi’nin ağzından dinlediğim ve aylar alan filmin çekim serüveni, sırasıyla gözümün önünde anlamlanmaya başlamıştı.
Her bir kare geleceğe umut olabilecek bir yaşam döngüsünün izlerini taşıyordu. Herkes için olasılıklı ama herkesin olmasını istemediği bir durumdu izlediğim Eyal’in yaşamından kesitler.
Peki, bu istenmeyen ama geleceğe umut olabilecek bir yaşam garip bir paradoks değil miydi?
Belki öyleydi ama bu yargı ancak Eyal’in annesinin sözleriyle evrensel karşılığını bulabiliyordu. Film bunu çok güzel ifade ediyordu, abartısız yalın, olabildiğince bireysel varoluşun yaşamdaki haklı yönü ile gerekliliğini anlatıyordu. En çok da ‘umut’u.
Yarına, geleceğe, mutlu, başarılı, uyumlu bir yaşamı sürdürmek, bunun için çaba göstermek, insanların mutluluğuna katkıda bulunmak, sevmek ve inanmak ile eş anlamlıdır. Annenin Eyal ile bağında ve bunu ifade ettiği sözlerinde, bunu duyumsamak görmek çok güzel ve anlamlıydı.
Aslında her birimiz için yaşam tesadüflerle doludur, bu doğduğumuz anda olabileceği gibi yaşantımızın herhangi bir anında karşılaşabileceğimiz bir durumda da olabilir. Hepimiz sokakta yürürken trafik kazası geçirebilir ya da hastalıktan dolayı da başkalarına muhtaç bir yaşantımız olabilir. Bu yüzden, her bir bireyin onurlu ve gereksimlerini kendi karşılayabilecek bir şekilde ve bizimle aynı ortamlarda yaşaması gerekir. Hem onlara o ortamı yaratmamız hem de psikolojik olarak kendimizi hazırlamamız insansal görevimizdir. Film bence bu amacı çok güzel ifade edebildi.
Ellerindeki kameralarla, kurgu masasında geçirdikleri saatlerle bütünleştirdikleri ve bence her birinin kendi yaşamlarına kattıkları Eyal’le; Suzi’nin, Müge’nin ve Yosi’nin artık hayata daha farklı baktıklarına eminim.