Bir basketbol sezonu daha geride kaldı. Ezeli rekabetin karşı karşıya geldiği finalin galibi Fenerbahçe Ülker oldu ancak bu sene Galatasaray Cafe Crown da en az şampiyon kadar takdiri hak etti.
Benim açımdan üzücü bir şekilde neticelenmesine rağmen hayallerdeki gibi bir basketbol sezonu geride kaldı. 26 sene sonra ezeli rekabetin karşı karşıya geldiği finalin galibi Fenerbahçe Ülker’i tebrik ederek başlamalıyım. Dörde varan serilerinin marifeti zaten çok özel durumlar haricinde daha iyi olan takımın sağlaması olduğundan aslında belki de beklenen sonuç gerçekleşti. Ama kişisel sebeplerimden dolayı bence bu sene Galatasaray Cafe Crown da en az şampiyon kadar takdiri hak etti. Takım olarak organizasyonun en tepesindeki Hakan Üstünberk’ten, Oktay Mahmuti’den en aşağıya kadar gösterilen vizyon, mücadele ve karakter ile bizlere unutulmaz bir sezon armağan ettiler.
Artık bilinen adıyla “Yenilmez Armada” geçen sene ciddi bir skandal ile çalkalanan ekibin değişmesi ile birlikte büyük bir vizyon ve özveri ile küllerinden doğan bir ekibin hikayesi aslında. Oktay Hoca’nin dediği gibi sene başında St. Petersburg maçında zor bela 1000 kişiye oynayan takımın sene sonunda Abdi İpekçi’yi tıklım tıklım dolduracak kadar taraftarını inandırmasının, alışılmadık şekilde yabancı oyuncularının bile sene başında teklif etseler belki de baştan kabul edecekleri bir senaryo karşısında binlerce kişi önünde göz yaşlarına hakim olamayışının hikayesi. Kişisel olarak da böyle güzel bir hikâyenin gönül verdiği takımda parçası olan ağabeyimle birlikte tüm ailenin çıkmış olduğu bir yolculuk... Hatta belki de farkında olmadan kendimi bu yolculuğun o kadar içine girmiş bulup kaybedilen son maçlardan sonra sahadaki gözyaşlarına sahaya çok uzaktaki salonumdaki koltukta eşlik edişimin hikâyesi.
Burada birkaç kişi için de özel birkaç satır yazmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Şubenin yönetiminde pek çok kişinin emeği geçmiştir ama benim için sahada olan biten daha önemli olduğundan sahada gördüklerimiz üzerinden bu yorumları yapmayı tercih ediyorum. Dolayısıyla ilk olarak koçtan başlamalıyım diye düşünüyorum. Hem Türkiye’de hem de İtalya’da Benetton gibi ekol olmuş bir kulüpte geçirilen başarılı yılların ardından ağabeyimin Efes Pilsen A takımında ilk çalışmaya başladığında yardımcılığını yaptığı Oktay Mahmuti, sene başında Galatasaray’ın başına geçtiğinde hepimiz için çok ciddi bir heyecan yeni sezon için büyük beklentiler oluşmuştu. Oktay Hoca sadece bu beklentileri aşmasının ötesinde, gerçek anlamda bir takım oluşturarak, sahadakileri kucaklayan ve yıllar sonra kendisine inanılan bir takım oluşturarak başarının baş mimarlarından biri oldu. Günlerdir aklıma takılan tezahüratı buraya not düşmek gerekir: “Mahmuti, Mahmuti, Oktay Mahmuti! Şampiyon yap bizi Oktay Mahmuti” (Yangın var, yangın var melodisiyle) Seneye inşallah diyoruz.
Sahadaki performanslarıyla Tutku’dan hatta bir bütün olarak Tutku-Andric ikilisinden, daha önce takımlarda yıldız konumunda oynadıktan sonra bit bütünün parçası olmayı sorunsuz şekilde kabul edip elinden gelenin en iyisini her maç vermeye çabalayan Shipp’ten, ilerlemekte olan yaşında rağmen ruhuyla açıklarını kapatmak için elinden geleni yapan Kuqo’dan, önümüzdeki sene Mert adıyla Türk statüsünde oynayacak olan ve zoru kolay yapan Preston’dan, iyi niyet ve eforun mükemmel bileşimi Caner’den, 13 yaşından beri takip ettiğim ve kritik anlarda kendisinde bekleneni veren geleceğin büyük yıldızlarından olacağına inandığım Sertaç’tan bahsetmeden olmaz aslında. Ama bir oyuncu var ki basketbolu seven herkesin kalbinde yeri olduğuna inanıyorum: Kaptan Haluk Yıldırım. Nam-ı diğer Doktor ya da Doktor’un da yetersiz kalmasıyla Profesör. Mersin’deki son saniye basketi belki bu sene yaptığı en önemsiz şey olabilir. Takım için ağabeyliği, örnek profesyonelliği, en gerekli anlarda kilidi çözmesi, iğne ile oynadığı final serisi, yaşadığı rahatsızlıktan sonra yaşlanmayan ve sadece olgunlaşan karakteri ile büyük saygı hak ediyor.
Ve son olarak da güzel insana… Altyapıda antrenörken bir son saniye basketiyle Fenerbahçe’ye yenildikleri bir maçta ağlamıştım en son bir spor müsabakasında... Senin yüreğinin gözü yeter de artar bana demişti o gün... Ben aynı göz ve hep artan heyecan ile orada olacağım. Eminim bize sporu ve sporculuğu öğreten Dediko’da görüp en az benim kadar gurur duyuyordur seninle. Sen doğru bildiğin yolda yürüyedur güzel insan…