Hana, kadınların dua etme öyküsünün kahramanıdır. Bilgelerimize göre dua ile ilgili genel kuralların pek çoğu Hana sayesinde belirlenmiştir. Oysa sabit zamanlarda yapılması gerekenler konusunda, erkeklerin dinî zorunlulukları çok daha fazladır. Neden mi? Çünkü kadınların sürekli ilgilenmeleri gereken çocukları, aile büyükleri ve evleri vardır.
İşlerini yarıda bırakıp ibadete mecbur tutulamazlar. O bakımdan kadınların günde bir kez, tek başlarına ve kendi sözcükleri ile dua etmesi yeterlidir.
Hana anevianın öyküsü Roş Aşana Bayramı’nın birinci gününün aftarasında okunur. Akla hemen şu soru geliyor, değil mi? Aftara nedir? Her Şabat bitiminde Tora’nın yeni bir bölümü okunmaya başlanır ve bu, yıl boyunca böyle devam eder. Söz konusu Tora bölümüne peraşa denir. Bir peraşa pazartesi ve perşembe sabahları kısmen, Şabat sabahı ise baştan sona okunur. Yahudiler sürgününde iken peraşa okumaları, onlara zulmedenler tarafından yasaklanmıştı. Dönemin din âlimleri peraşa yerine, Neviim (Peygamberler) Kitabı’ndan konusu benzer olan başka metinlerin okunmasına karar verdi. O metinlere aftara deniyor. Günümüzde hem Tora’nın o haftaya denk gelen peraşasının yanı sıra, aftarası da okunur.
Büyüklerimizin la keşadera (yakınan) lakabını taktığı Hana, Yeruşalayim’deki Bet Amikdaş daha inşa edilmeden önce yaşadı (İbrani 2800’lü yıllarda). Levi kabilesinden Elkana ile evliydi. Tanrı Hana’nın rahmini kapamıştı. Neden mi? Bu soruya yanıt aramaya çalışmadan önce bir soru daha soralım: Tanrı başka kimlerin rahmini kapamıştı? Başta Yahudiliğin analarını düşünecek olursak, hemen Sara, Rivka ve Rahel’i sayabiliriz. Çok sıradanmış gibi görünen doğurganlık, bu büyük kadınları neden o kadar zorladı? Böylesine karmaşık bir sorunsalın çözümünü bu yazıda beklemeyin sevgili okurlar. Konuyu iyice bir araştırmam gerekiyor.
Asil karakterli ve dindar bir kişi olan Elkana’nın, Penina adlı bir karısı daha ve ondan evlâtları vardı. Ancak Elkana, Hana’yı kısırlığından ötürü suçlamak bir yerde, onu el üstünde tutar, sofrada yemeğin en iyisini verir, teselli eder ve “ben sana yetmiyor muyum, senin gözünde Penina’nın doğurduğu on oğula bedel değil miyim?” diye sorardı.
Yeruşalayim kurulmadan önce, Yahudilerin en üst kademedeki ruhani lideri Koen Gadol, Şilo şehrindeki Mişkan’da (mabette) bulunuyordu. Elkana, “üç hac bayramı” Pesah, Şavuot ve Sukot dönemlerinde tüm ailesini toplar ve Şilo’ya giderdi. Yolda kervanını görenlerin pek çoğu ona katılırdı. Yahudi halkı ile Şilo’daki ruhani merkez arasındaki bağ böylece güçlenirdi.
Elkana ailesinin Şilo’ya bir ziyareti sırasında Hana tek başına Mişkan’a gitti ve kalbini Kutsal Olan’a açtı. O’na “Orduların Efendisi” (Aşem TSevaot) diye hitap ederek bir oğul sahibi olmak için dua etti ve muradına erdiği takdirde oğlunun tüm hayatını Yüce Yaratan’a adamaya söz verdi (I Şmuel 1:11). Hana ses çıkarmadan dudaklarını oynatıyor, hafifçe sallanıyordu. Olaya tanık olan Koen Gadol Eli, onun sarhoş olduğunu zannederek azarladı. Hana sarhoş değil sıkıntıda olduğunu ve Tanrı’nın Huzuru’nda içini döktüğünü, o yüzden de sesini yükseltmediğini söyledi. Bunun üzerine Eli “Selâmetle git,” dedi, “Yisrael’in Tanrısı dualarına cevap verecek.”
Koen Gadol Eli’nin, Hana’nın aslında sarhoş olmadığını anlamaması mümkün müdür, sevgili okurlar? Değildir tabii. Eli’nin aslında demek istediği şudur: “Hep kendi ihtiyaçlarını mı düşüneceksin? Arzularının sarhoşu mu olacaksın? İnsan dua ederken dünyanın maddiyatından kurtulup Tanrı’ya minnet sunmalıdır. Oysa sen, kendi isteklerinin esiri oldun.”
Hana’nın cevabında gizlenen anlam ise şudur: “Hayır, kendi isteklerimin sarhoşu değilim. Ben ruhumu açtım. Bu mabette iken, Yüce Yaratan uzaklarda bulunan ve kullarının sadece ruhaniliği ile ilgilenen yabancı bir Varlık’mış gibi gözükmüyor. O’nu acımı paylaşan ve benimle birlikte gözyaşı döken bir anne olarak görüyorum. Ben haddimi aşmıyorum. Tanrı, benim neye ihtiyacım olduğunu duymak istiyor.”
Rabi Yose bar Hanina’ya göre, bu konuşmaların yer aldığı I Şmuel 13 dizesinden öğreneceğimiz dört husus vardır: (1) Hana kalbiyle konuşmaktadır; demek oluyor ki dua, konsantrasyon gerektirir. (2) Hana’nın sadece dudakları hareket ettiğine göre, kişi dudaklarıyla dua etmeli demektir. (3) Hana’nın sesi duyulmadığına göre, kişi yüksek sesle dua etmemeli demektir. (4) Eli, kadıncağızı sarhoş zannedip azarladığına göre, sarhoşken dua etmemek gerekir demektir.
Babil Talmudu’na göre Hana, Tanrı’nın dikkatini çekmek için bazı taktikler kullanmıştır. “Dünyasında ordular yaratan Sen, Orduların (Toplulukların) Tanrısı, bana bir oğul vermek Senin için zor mudur? Evrenin Efendisi, beni kadın yarattın ve hiçbir şeyi bana boş yere vermedin. Gözleri, görmek için; kulakları, duymak için; burnu, koku almak için; ağzı, konuşmak için; elleri, iş yapmak için; bacakları, yürümek için; memeleri, emzirmek için. Kalbimin üzerine koyduğun bu memeler emzirmek için değil mi? Bana bir oğul ver ki, emzireyim!” (Berahot 31b).
Rabilere göre Hana, şu oyunu da denemiştir: “Gidip başka bir erkekle bir odaya kapanacağım. O adamla yalnız kaldığım için bana zina yaptığından kuşkulanılan kadının suyundan içirecekler. Kanun der ki, eğer kadın boş yere suçlanmışsa, temize çıkacak ve gebe kalacak” (Berahot 31b).
Sota adı verilen kanun uyarınca, zina yaptığından şüphe edilen kadına, içinde Tanrı’nın İsmi’nin bulunduğu bir kutsal metin parçası eritilmiş olan bir sudan içirilir, kadın suçlu olduğu takdirde ölür, masum olduğu takdirde ise gebe kalmak suretiyle ödüllendirilirdi.
Elkana ailesi, yaşadığı Ramatayim şehrine geri döndü ve Hana hamile kalarak bir oğul dünyaya getirdi. Bebeğe “Onu Tanrı’dan istedim” anlamına gelen Şmuel ismini verdi. Sevincine diyecek yoktu. İlk birkaç yıl boyunca çocuğa baktı sonra sözünü tuttu ve Koen Gadol Eli’ye şu sözlerle teslim etti: “Efendim, ben Tanrı’ya dua etmek üzere burada seninle durmuş olan kadınım. Bu çocuk için dua ettim ve Tanrı duamı kabul etti. Duam sırasında vaatte bulundum ve şimdi onu, yaşadığım tüm günler boyunca Tanrı’ya ödünç veriyorum.”
“Yahudilikte Peygamberlik ve Kehanet” başlıklı iki bölümlü yazımızda, acemi peygamberlerin ustalar tarafından eğitilmesi konusuna değinmiştik. Şmuel, Eli’nin yanında kaldığı yıllar boyunca, Yahudiliğin en önemli peygamberlerinden birine dönüştü. Tanah, onun adını taşıyan iki kitap içerir.
Hana’nın peygamber sayılmasının tek nedeni, duayı şekillendirmiş olması değildir. Kehanetleri de vardır tabii: Oğlunun Yisrael’in peygamberlerinden olacağı, Yisrael’in Şmuel döneminde Peliştilerden kurtulacağı, pek çok mucize gerçekleştireceği, torunu Heyman ile on dört oğlunun Bet Amikdaş’ta diğer Leviler ile birlikte mezmurlar okuyacağı, Asur Kralı Saneriv’in Yeruşalayim kapılarında bozguna uğrayacağı, Nabukadnezar ile Yisrael’in diğer düşmanlarının kötülüklerinin bedelini ödeyeceği, Elenlerin Haşmonaylar tarafından yenileceği, Aman ile oğullarının Ester ile Mordehay tarafından alt edileceği gibi... Ayrıca bütün dünya milletlerinin karışacağı büyük bir savaş çıkacağı ve sonunda Maşiah’ın gelerek kurtuluşu getireceği, ardından da savaş, kötülük ve yıkımın olmadığı, Tanrı’nın hükümranlığının herkes tarafından kabul edildiği yeni bir dünya düzeninin kurulacağı kehanetinde bulunmuştur.
Bir önceki yazımızda Miriam’ın şarkısından söz etmiştik. Hana’nın ilk kehaneti de bir övgü şarkısı şeklinde olup, Tanah’ta yer alan on şarkıdan biridir:
“Kalbim Tanrı ile neşelendi ve onurum yükseldi. Suskun kalan ağzım düşmanlarıma karşı açıldı çünkü beni kurtarmanla sevince boğuldum. Yoktur kutsal Tanrı gibi – çünkü Sen’den başkası yoktur. Yoktur Tanrımız gibi bir kaya (tsur)! Fazla gururlu konuşmayın, kibir çıkmasın ağzınızdan. Çünkü bilgelerin Tanrısı’dır Aşem; ve O’nun Huzurunda sayılır tüm eylemler. Kahramanların yayı kırılır ve tökezleyenler (O’nun sayesinde) kuvvetle donanır. Bir zamanlar tok olanlar, ekmek için kiraya verdiler kendilerini; açlar ise kendilerini kiraya vermeyi bıraktı. Kısır kadın bile yedi doğurdu, oğlu bol olan çocuklarından yoksun kaldı. Tanrı öldürür ve hayat verir. Mezara indirir ve oradan çıkarır. Tanrı yoksul bırakır ve zengin eder; alçaltır ve yükseltir. Zavallıyı tozun içinden kaldırır, yoksulu çöplüklerden alır çıkarır, asillerle birlikte oturtur. Çünkü dünyayı destekleyen sütunlar Tanrı’ya aittir; yeryüzünü onların üzerine kurmuştur...”
Kadın duyarlılığı ile edilen duanın empati kurma gücünü ortaya koyan Hana’nın, ibadete başka ne özellikler getirdiğini ele alacak olursak: Aşem TSevaot unvanını ilk kez kullanan, kendisidir. Kadın olması sebebiyle dua konusunda hiçbir zorunluluğu olmayan Hana’nın, sessiz dua Amida’yı oluşturan on sekiz (şmone esre) beraha’nın temelini attığı kabul edilir. Dua ederken dudaklarımızın hareket etmesi gerektiğini ama sözcüklerimizi bizden başka kimsenin duymaması; ve bu arada ayakta durmamız gerektiği konusunda örnek olan, yine odur.
Hana, Tanrı’ya duyulan bağlılığın, yaşamın kısıtlamalarını aşmamıza yardım ettiğini öğretmiştir. Hangi altyapıdan (aile, çevre, eğitim) gelirsek gelelim, içtenlikle ibadet ettiğimiz takdirde, imkânsızmış gibi görünen hedeflere ulaşmamız mümkündür.
Ve Tanrı dualarımıza kulak verir çünkü O, aramızda bulunmayı sever.