İstanbul’dan bir klez-mer uzmanı geçti; Martin Schwartz

Asıl uzmanlık alanı İran-Pers kültürü olan dil bilimci Profesör Martin Schwartz, aynı zamanda amatör bir etnomüzikolog.

Rina ALTARAS
13 Temmuz 2011 Çarşamba

Bu alandaki uzmanlığı ise 19.yy ve erken 20.yy dönemlerinde klez-mer müziği. Prof. Schwartz ABD’de, gerçekleştirdiği karşılaştırmalı klez-mer/Yunan-Türk geleneksel müziği çalışmalarının yanısıra, bu döneme ait en önemli kayıt arşivine sahip kişi olarak da tanınıyor.

Bir ‘İran’ uzmanısınız; nasıl ve neden bu alanda uzmanlaştınız?

Çocukluğumdan bu yana, belki 7-8 yaşından itibaren, iki ana ilgi alanım oldu: karşılaştırmalı dil bilim ve yakın-Ortadoğu. Tarihsel dil bilim kapsamında İngilizce, Almanca, Yunanca, Latince, Keltik, Skandinav, Slav, Hindu, Farsça, Ermenice, Baltık dilleri beni hep ilgilendirmişti. Lisede anadal olarak Yunanca ve Latince’yi seçmiştim. Sıra üniversiteye geldiğinde bu iki dilde yeterince derinleştiğimi düşünürek ilgilendiğim diğer dillere yöneldim. Farsça’yı seçerek bu dil ile çok yakın akraba olan Sanskritçe’ye de uzandım. Ailemin maddi imkânlarının kısıtlı olması nedeniyle devletin ‘stratejik diller’ başlığı altında verdiği bir bursa başvurarak, 1966-68 yılları arasında İran’a gittim. 

Bir Yahudi ile evlenmiş olduğu için Almanya’dan kaçmak zorunda kalarak İngiltere üzerinden ABD’ye göç eden hocam Prusyalı Walter B. Haening, antik Pers/İran tarihinde uzmandı ve Berkeley’de ders veriyordu. Bu benim için çok büyük bir şanstı, kendisinden çok şey öğrendim ve feyz aldım. İran başlığından birçok konuya uzanma imkânım oldu. Birçok insan İran’ı şu anki sınırları kapsamında algılıyor. Halbuki İran’ın Orta Asya ile, dolayısıyla Türkmen dilleriyle, çok eskiye dayanan ilişkisi var. Öğrencilerime “‘stan’ ile biten herşey, Tacikistan, Pakistan, Afganistan vs İran’la ilişkilidir” derim hep. Çünkü tüm bu ülkeler eskiden İran sınırları kapsamındaydı. Bunların tümü bir şekilde Türkçe ile de etkileşime girdi.

Bu da bana çok farklı alanları araştırma şansını tanıdı. Bunların arasında İran ve Yahudilik, Arapça ve daha birçok başlık yer aldı. Şu sıralar ‘Zerdüşt’ ile ilgileniyorum. 3000 yıllı aşkın bir geçmişi olan bu şiir antolojisi, benim için entelektüel anlamda seçilebilecek en şaşırtıcı ve zengin materyel.

Bunun yanı sıra klez-mer eğitimi veriyorsunuz…

Daha doğrusu dersten çok bu konuda konferanslar veriyorum. Hayatımı ise İran alanındaki uzmanlığım ile kazanıyorum. Yani üniversite bana bu konuda verdiğim dersler için para ödüyor. Ancak birçok insan beni müzik aracılığıyla tanıdı. Yalnızca klez-mer ile değil, Yunan müziği, rebetiko da ilgi alanlarım arasında ve biliyorsunuz bu müziğin kökleri Türkiye’de. Uzun yıllar bu müzik, geleneksel Türk ve doğal olarak Sefarad müziği, Akdeniz havuzunun müzikleri ilgimi çekti.

Klez-mer’e gelince, bu müzik 1970’lerde ABD’de tekrar gündeme geldi. Klez-mer esas olarak enstrümantal olup özellikle düğünlerde çalınırdı, vokal elementler içermezdi.

Bar-mitzvalarda çalınmaz mıydı?

Belki, ama esas olarak düğünlerde. Çünkü 19.yy.da bar-mitzvalar günümüzde olduğu kadar önem taşımıyordu. Bir de tabii ki sokak çalgıcıları, tek başına keman çalanlar vs. klez-mer çalarlardı. Klez-mer İbranice ‘kle-araç’ ve ‘zemer – şarkı’ kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Zaman içerisinde Yiddiş şarkı sözlerinin de eklendiği vokaller de bu enstrümantal repertuara eklendi. Vokalin yer almadığı zamanlarda klez-morim’lerin ‘şefi’ çok kısıtlı olarak, düğünde geline, özellikle de ‘geline’ herkesin önünde, formel bir şekilde konuşurdu. Ama bu klez-mer tarihinin apayrı bir bölümü…

Sizin klez-mer’le ilk karşılaşmanız nasıl oldu?

New York’ta yaşarken radyoda tesadüf eseri Yiddiş bir şarkı dinledim. Garip bir şekilde bu müziğe tamamen de yabancı olmadığımı hissettim. Evde küçükken, 12-13 yaşlarında dinlediğimiz bir iki eski plak vardı. Ve ben bunlardan çok keyif alırdım. Üzerimdeki etkileri son derece derindir. 1960’ların sonları 70’lerin başında Yahudilik konularıyla ilgilenmeye başladım. Bu aynı zamanda bu alandaki müzikle de tekrar ilgilenmemi ve eskileri karıştırmaya başlamamı tetikledi.

Annem harika Yiddiş şarkılar söyleyen bir kadındı. Sefaradlar’da olduğu üzere o da, artık genç neslin pek de beceremediği, çok zarif bir şekilde ‘gırtlak’ kullanmasını bilirdi. Bunun da kesinlikle etkisi olmuştur. 

Diğer taraftan üniversite yıllarında, Yunan dans müziği ile klez-mer arasındaki benzerlikleri keşfetmek oldukça ilgimi çekti. Bazı melodiler örneğin ‘Hasabica’ olarak nitelendirebileceğimiz dans türü müziği, klez-mer’de de sıkça yer almaktadır. Diğer taraftan bu Türk müziğindeki ‘Kasap Havası’ndan başka bir şey değildir. Yakın arkadaşım Prof. Walter Zev Feldman, Moldavya’dan göçmen kasapların et, buzağı, inek ve sütle İstanbul’a geldiğini ve burada ‘kasap’ olarak anıldıklarını anlatmıştı. Bu da bence oldukça ilginç. Çünkü Romanya ve Moldavya’daki dans müzikleri ile Türkiye’deki ‘Kasap Havası’ türündeki dans müziğinin benzerlikleri bu şekilde açıklanabilir. Dolayısıyla klez-mer’in de bu müziklerden etkilendiğini varsayımını yapabiliriz. 

Nasıl?

Öncelikli olarak 19. yy’da Osmanlı İmpartorluğu’nda yönetim şeklini hatırlayalım. İmpartorluk farklı milletlerin birlikteliğinden oluşmuştu ve milletler valilikler tarafından yönetiliyordu. Moldavya ve Doğu Romanya bu valiliklerin arasında yer alıyordu. Diğer taraftan İstanbul’da Fener bölgesinde Bizans mirası Rumlar yaşıyordu. İşte tam bu bölgede de Yiddiş konuşan Yahudiler bulunuyordu. Ve tabii ki yerel romanlar, Romanyalılar, Ermeniler… Osmanlı’da serbest meslek erbabları loncalarda biraraya gelirdi. Bu loncalarda herkes, milleti ne olursa olsun, eşit kabul edilirdi. Müzisyen loncasında da Yahudiler, Rumlar, Romanyalılar, Romanlar hepsi biraradaydı ve herbiri birbirinden etkilendi.

İkinci fazda ise Odessa etkili oldu. Odessa Ukrayna’da, Rus İmparatorluğu’nun önemli bir şehriydi. Rus ihtilalinde Odessa’dan dolaylı olarak da Moldavya’dan İstanbul’a Karadeniz üzerinden ciddi bir göç olduğunu düşünüyorum. Bu göç esnasında da tüm bu müzikler de İstanbul’a taşındı. Bu dönemden kalma birçok ‘mafya-underworld’ şarkılarında klez-mer ezgilerinin izine rastlamak mümkün.

Bildiğiniz üzere Odessa aynı zamanda Rus İmparatorluğu’nda yaşayan en önemli Yahudi Cemaatini barındırıyordu. Dolayısıyla ihtilal esnasında ve sonrasında birçok Rus Yahudisi de İstanbul’a göç etmişti. Klez-mer onlarla birlikte de İstanbul’a geldi diye tahmin ediyorum. Ne dersiniz?

Yaptığım araştırmalarda 20.yy başında İstanbul’da birçok Aşkenazın etkin bir şekilde ticaret hayatında yer aldığını gördüm. Bunlardan biri de ‘Goldfaden Tiyatrosu’nu işleten Abraham Goldfaden idi. Bir klez-mer grubu olan ve Ermeni-Türk ezgilerinin izlerini taşıyan bir kaydına sahip olduğum Goldberg grubunu araştırmaya başladım. British Library mikrofişlerinde bir çeşit ticari rehber niteliğinde olan ‘Annuaire De Commerce Orientale’in (Doğu Ticaret Rehberi) 1908-1910 yıllarını incelediğimde, hiyerarşik bir düzende padişahtan başlayıp basit vatandaşa kadar uzanan bir yelpazede, alfabetik sırada İstanbul ve diğer ‘valilikleri’ kapsayan, tüm tüccarların isimlerinin ve iletişim bilgilerinin burada yer aldığını gördüm. Bu rehber aynı zamanda dönemin ekonomik ve sosyal hayatına da ışık tutan çok önemli bir araç. Bu rehberden Aşkenazların ticarette en az Sefaradlar kadar etkin olduklarını görebiliyorsunuz. Rehberde yer alan reklamlar kimin ne iş yaptığını gösteriyor. Bu rehber sayesinde istanbul’da bu yıllarda ciddi bir Aşkenaz nüfusunun olduğunu anladım. Belki bir kısmı Almandı, ancak kesinlikle büyük bir bölümü Rusya’dan, Ukrayna’dan, Romanya’dan gelmiş Aşkenazlardı. Goldberg klez-mer grubu, farklı bölgelerden müzikler çalıyordu. Bunun en güzel örneklerinden biri Mehter Marşı’na benzeyen Mithat Paşa’nın bir eseri, ancak dinlediğinizde kesinlikle klez-mer sound’u var.

1913 yılında Mısır üzerinden İstanbul’a gelen Litvanyalı Yahudi Blumenthal, ‘Blumenthal Plakçılık’ı kurdu. Blumenthal’in 1900–1940 yılları arasında İstanbul müziğine çok önemli katkıları oldu. Bu döneme ait çok değerli eski kayıtlar, fotoğraflar Cemal Ünlü’de bulunmaktadır. Bu kayıtların üzerindeki isimlere baktığınızda veya bu kayıtların satıldığı eski dükkânlara gittiğinizde Finkelstein, Goldfaden gibi Aşkenazların isimlerine rastlamak mümkün. Örneğin rehberi incelerken “Ishak Eisenberg: Makam dersleri verilir” ilanını gördüm. Aşkenazlar klasik Türk müziği dersi veriyordu. Veya Ladino Sefarad dergilerinde Aşkenaz Goldberg Orkestrası’nın ilanı vardı. Ben yüzyılın başında gerek yapımcı gerekse müzisyen olarak Aşkenaz Yahudilerinin İstanbul’un müzik dünyasında ciddi bir yere sahip olduklarını düşünüyorum.

Hayat ilginç tesadüfler, hatta mucizelerle dolu. Yaklaşık 15 gün önce çocukluk arkadaşım Erdal Frayman ile Osmanlı’nın Aşkenaz müziği, dolayısıyla Türk Aşkenazlarının geleneksel Yiddiş müziği, klez-mer üzerine etkisi üzerine sohbet etmiştik. Ondan edindiğim izlenim bu konularda pek de birşeylerin olmadığı yönündeydi. Kafamda soru işaretleri ile eve yollanırken, konuyu araştırmak ve yüksek lisans tezim konusunda karar vermek üzere kendime altı ay vermiştim. Bir hafta sonra ise, ardında bir miras bırakmak amacıyla, bu konudaki çeyrek yüzyıllık araştırmasını, bilgi ve birikimini paylaşmak ve el vermek isteyen Prof. Martin Schwartz karşımda oturuyordu. Bilmem başka söze gerek var mı?