Hitler yönetiminin sona ermesinden 65 yıl geçmesine rağmen, aile sırlarını ortaya çıkarmaya çalışan Almanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Rudolf Hoess’ın torunu; “Büyükbabam kitlelerin katiliydi” derken üzüldüğünü ve bundan utanç duyduğunu söylüyor.
Rainer Hoess, büyükbabasının tarihin en büyük kıyımlarından birine karışmış bir kitle katili olduğunu duyduğunda 12 yaşında bir çocuktu. Okulunun bir Auschwitz kurtulanı olan bahçıvanı Rainer’in, temerküz kampının komutanı, adı Holokost ile özdeş Rudolf Hoess’in torunu olduğunu duyduğunda çocuğu yerlerde tekmelemişti.
“Beni tekmeledi çünkü içinden çıktığı vahşet ortamının acısını benden çıkarmak istedi” diyen Rainer Hoess, “Eğer bir Hoess isen bundan kaçış yoktur. Büyükbaba veya torun olman fark etmez. Suçlu her zaman suçludur” sözleri ile bir açıklama getirmekte.
Alman halkı on yıllardır tazminat ödemek, okullarda 3. Reich tarihini öğrenmek, kurbanlar anısına anıtlar dikmek suretiyle geçmişindeki Nazi dönemi ile yüzleşiyor.
Bir kısım Alman, ailelerinin Nazi vahşetine karışmış olabileceği olasılığı ile karşı karşıya kalmamak için geçmişi deşmekten kaçındı. Ancak günümüzde, Hitler iktidarının sona ermesinden 65 yıl sonra Almanların büyük bölümünün aile sırlarını deşmeye çalıştıkları göze çarpıyor. Bazıları Rainer Hoess gibi kendi başına sürekli bir araştırma süreci içinde yaşarken, kimi Alman da seminerlere workshop’lara katılıyor, hatta psikolojik destek alıyor.
“Dışarıdan bakıldığında üçüncü neslin her şeye sahip olduğu, iyi eğitim gördüğü, refah ve barış içinde dengeli bir yaşam sürdüğü düşünülebilir.” Bunu söyleyen Sabine Bode. Sabine Bode, günümüz Alman aileleri üzerindeki Holokost yükü konusunda kitaplar yazmış bir yazar. “Üçüncü nesil konuşulmayan sırlarla büyüyor, ailelerinde yasağın sessizliğini duyumsuyor” demekte.
Diğerleri gibi Rainer Hoess de, kendi ailesinde geçmişin sözünü etmeme konusundaki direnci kırma mücadelesi verdi. Gömülmeye çalışılan gerçeklerle yüzleşmek için büyükbabası hakkında araştırma yapmak üzere arşivlerden faydalandı.
Rudolf Hoess, 1940 yılının Mayıs ayından 1943’ün Kasım ayına dek Auschwitz’de görev yaptı. Sonra 1944’te kısa bir süre için yeniden Auschwitz’e geri döndü. İki aydan daha kısa bir sürede 400 bin Macaristan Yahudi’sinin gaz odalarında yok edilmelerini denetledi.
Kampın komutanı Rudolf Hoess, Auschwitz’de karısı ve aralarında Rainer’in babası Hans-Rudolf dahil olmak üzere beş çocuğu ile birlikte lüks bir konutta yaşamaktaydı. Bu ev, bacalarından gece gündüz küllerin uçuştuğu fırınlardan 150 metre mesafede konumlanmıştı.
Savaş sonrasında Rudolf Hoess Almanya’nın kuzeyindeki bir çiftlikte gizlendi. 1947’de yakalandı ve Auschwitz’de yaşadığı lüks evinin önünde asıldı. Büyükbabasının işlediği cinayetler hakkında edindiği bilgileri her okuduğunda gözyaşı döktüğünü belirten torun Hoess, gençliğinde iki kez intihar girişiminde bulundu. Ailenin geçmişini her kurcaladığında da asma krizleri yoğunlaştı. Artık büyükbabası yüzünden kendini suçlu hissetmediğini söyleyen Hoess, oysa geçmişin ağırlığını her zaman omuzlarında taşıdığını ifade etmekte. İkisi kız, ikisi erkek dört çocuk babası, 45 yaşındaki Rainer Hoess; “Büyükbabam kitle katliamı yapmış bir caniydi, bu beni çok utandırıyor ve üzüyor. Ailemin diğer fertlerinin yaptığı gibi gözlerimi kapayıp hiçbir şey olmamışçasına davranmak istemiyorum. Ailemi takip eden bu lanetten çocuklarımı kurtarmak istiyorum,” diyor.
Rainer Hoess’ün artık babası, erkek kardeşi, amcaları ve kuzenleri ile ilişkisi yok çünkü onlar Rainer’i hain olarak suçluyorlar.
Auschwitz’in en korkulan işkencecisi
Bazı istisnalar dışında, en yüksek mevkilerden piyadelere kadar tüm Nazilerin torunları ailelerinin 1933 ile 1945 yılları arasındaki geçmişlerini araştırıyorlar.
Sabine Bode; “Nazilerin ilk kuşağı işledikleri suçlardan uyguladıkları vahşetten öyle utanıyorlardı ki her şeyi gizlemeyi tercih ettiler. İkinci nesil ise Nazi ebeveynlerinin geçmişine göğüs germe cesaretini göstermedi. Şimdi torunlar aileleri üzerindeki laneti kurcalar oldu” demekte.
Ursula Boger, üniversite yıllarında, Holokost konusunda kitaplar okurken büyükbabasının Auschwitz’in en korkulan işkencecisi olduğunu öğrendi. “Onun yaptığı vahşetleri okuyunca, günlerce uyuşmuş gibi kalakaldım. Yıllarca büyükbabamdan çok utandığım için ondan kimseye söz edemedim. Sonra bu suskunluğun içimi kemirdiğinin farkına vardım” sözleri ile duygularını dile getiriyor.
Büyükbaba Wilhelm Boger, Auschwitz’de ‘Boger swing’i icat etti. Bu zincirlerle tavana bağlı demir bir çubuktu. Bunu esirlere bir işkence aleti olarak kullanır, esir düşüp ölünceye dek cinsel organlarına bununla vururdu.
Bugün 41 yaşında olan torunu Ursula büyükbabasının bir cani olduğu gerçeğini sindirebilmek için yıllarca terapi gördü. “Kendim bir suç işlemediğim halde suçlu hissediyordum. Bu beladan kurtulmak için sadece iyi şeyler yapmam gerektiğine inanmıştım” demekte.
Ranier Hoess gibi Ursula Boger de 1977’de hapishanede ölen büyükbabasını hiç tanımadı. Beş yıl kadar önce babası ölünce Ursula birtakım mektuplar buldu. Büyükbabası yazdığı mektuplarda oğlundan torunlarını görebilmek için onları hapishaneye getirmesini rica ediyordu. Ancak baba çocuklarını cani büyükbabaya hiç götürmedi.
“Auschwitz’de trenden küçük bir çocuk indi. Elinde bir elma tutan bu çocuğun kafasını duvara vura vura öldürdü büyükbabam. Sonra çocuk ölünce de elindeki elmayı alıp yemeğe başladı. Böyle bir adam torunlarını görmese de olurdu. O caninin hapishanedeki yatağının başucuna benim çocukluk resmimi asmasına ne demeli?”
Nazi suçlularının torunları bazen bu ağrı yükün altından kalkamıyor, kimi depresif oluyor, kimi de alkolik. Ünlü Nazilerden biri olan Luftwaffe Hava Güçleri Komutanı Hermann Goering’in yeğeni Bettina Goering, İsrail televizyonuna verdiği bir söyleşide, yeni bir cani doğurma endişesi ile 30 yaşında kendini kısırlaştırdığını açıklamıştı.
Alexandra Senfft, Hanns Elard Ludin’in torunu. Ludin, Hitler’in Slovakya sorumlusu olup 70 bin Yahudi’nin kamplara sevkini sağlamıştı. Ludin’in 1947’de asılmasının ardından dul eşi çocuklarını babalarının iyi bir Nazi olduğu konusunda ikna etmişti.
Yayınladığı “The Pain of Silence” adlı kitapta Alexandra Senfft, onlarca yıl ailesinde sürdürülen yalanları, sevgili babası asıldığında 14 yaşında olan annesinin içine düştüğü ikilemi anlatıyor.
49 yaşındaki Alexandra Senfft; “Büyük-babamın işlediği cinayetlere ilgisiz ve sessiz kalmaya devam etseydim, kendimi onun suç ortağı hissedebilirdim” demekte. Senfft’in bu kitabı kaleme almakta farklı amaçları da var: Çocuklarının kendilerini suçlu hissedip utanç içinde yaşamalarını önlemek. Tarihin tekerrür etmemesi için, aile geçmişleri ile yüzleşmenin Alman halkı açısından daha sağlıklı olacağı kanısına varması. Bu günlerde Rainer Hoess okullarda öğrencilere Nazi dönemi ve antisemitizm konusunda ders veriyor. Birkaç ay önce Auschwitz’i ilk kez ziyaret ettiğinde orada bir grup İsrailli öğrenci ile karşılaştı. “O gün yaşamımın en zor günüydü” diyen Hoess, Holokost’tan sonra üçüncü nesil Yahudilerin büyükbabasının suçlarından kendisini sorumlu tutmadıklarını anlayınca bir çeşit rahatlama hissetti. Hatta İsrailli bir genç kız kendisine üzerinde mavi renkte Magen David (Davut Yıldızı) bulunan bir deniz kabuğunu hediye etti. Rainer Hoess o günden beri siyah bir şeride geçirdiği bu hediyeyi boynundan hiç çıkarmıyor.
Rainer Hoess, büyükbabasının gölgesinin her zaman kendisini takip edeceğini biliyor. Auschwitz ziyareti sonrasında, Polonya’daki bu kamptan sağ çıkmayı başarmış, Komutan Rudolf Hoess’in berberi Josef Pacynski ile tanıştı. Rainer bu karşılaşmayı Rainer şu sözlerle anlattı: “Bir ara onunla konuşurken büyükbabam hakkında olumlu bir şey anlatabilir diye umutlandım. Onun belki de şeytan olmadığının, az da olsa insani yönünü ortaya çıkaracak iyi bir şey anlatmasını bekledim.” Rainer Hoess’ten kalkıp odada biraz dolaşmasını isteyen Josef Pacynski ona, “Aynen büyükbabana benziyorsun” demiş.