Hindistan; Taj Mahal, Ganj, Bollywood ve son yıllarda gelişen call-center’ları ile ünlüdür ama çok da köklü bir müzik geleneğine sahiptir. Hindistan müziğinin başlıca iki ana geleneği var. Biri, kökleri Sanskritçe edebiyatın örneklerini teşkil eden Vedas’ların yazıldığı MÖ 1000’li yılların antik kuzey Hindistan’ına uzanan Hindustani.Diğeri, kökleri MÖ 1500’lü yıllara uzanan ve tamamen melodik yapısıyla şarkı olarak söylenen, ülkenin güney bölümünün geleneği Carnatik müzik.
Bu gelenekler uzun yüzyılların da biçimlendirmesiyle günümüze ulaştı. Zamanımızın en önemli Hint müzisyeni dendiğinde akla gelen isimlerin başında Ravi Shankar gelir. Şu sıralar 91 yaşında olan bu ünlü sitar virtüözü 1956’da 36 yaşındayken çıktığı bir Avrupa- Amerika turundan bu yana batılı müzisyenlerin ve müzik severlerinin gündeminden düşmedi. Yehudi Menuhin ile plak yaptı, Geogre Harrison’a sitar çalmayı öğretti (Beatles’in ’65 tarihli Rubber Soul albümündeki Norwegian Wood), 82 yapımı Gandi filminin müziği ile Oskar’a aday oldu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi kızı Norah Jones da ünlü bir şarkıcı oldu (Wynton Marsalis’in yeni çıkan albümü Here We Go Again’de harika Ray Charles şarkıları söylüyor).
Bir başka büyük isim sarod virtüözü Ali Akbar Khan. İki yıl önce 87 yaşında yaşama veda eden ‘Ustad’ lakaplı Khan, 1955’te yine Menuhin tarafından ABD’ye davet edildi ve bu ülkede televizyonda çalan ilk Hintli müzisyen oldu. Yaşamının son kırk yılını ABD’de geçirdi, California ve Basel’de iki müzik okulu açtı.
Hintli müzisyenler sadece yerel çalgılarla değil, batılı enstrümanlarla da dünya çapında virtüözler çıkardılar. Ünlü kemancı Dr. (gerçekten de tıp doktoru) Lakshminarayana Subramaniam bunlardan biri. Bir yandan Yehudi Menuhin, Jean-Pierre Rampal, Ruggiero Ricci gibi klasik müzisyenlerle birlikte çalar; bale, filim müzikleri ve konçertolar besteler; eserleri bir başka Hintli Zubin Mehta yönetiminde New York Philharmonic tarafından seslendirilirken, diğer yandan Stephane Grapelli, Stanley Clarke, Herbie Hancock gibi cazcılarla ortak projelere imza attı.
Hint müziği ve Hintli müzisyenler yavaş yavaş caza da damga vurdu. İlk işaretler mistik konulara da kafa yoran John Coltrane’in 65 yapımı Om albümüyle geldi. Ardından, Ravi Shankar’ın öğrencisi olan ve yaşamını genç yaşta bir trafik kazasında yitiren sitar ve tabla ustası Collin Walcott geldi. Gitarcı Ralph Towner, saksafoncu Paul McCandless ve basçı Glen Moore ile birlikte kurduğu Oregon grubuyla unutulmaz güzellikte müzikler yaptı.
Cazda Hint müziğini temsil eden iki Hintli müzisyen, aynı yıllarda (1951) ve aynı şehirde (Bombey) doğan, aynı aletleri (tabla) çalan Trilok Gurtu ve Zakir Hussain. Gurtu, Walcott ölünce Oregon’da onun yerini aldı. Oregaon’un şimdiki Lütfü Kırdar’ın yerinde olan Spor ve Sergi Sarayı’nda 80’lerde verdiği harika konseri izleyenler Gurtu’nun müziğinin güzelliğini, çalışındaki ustalığı ve Hint müziğinin topluluk üzerindeki etkisini hâlâ hatırlarlar. Efsanevi bir tabla ustası olan Alla Rakha’nın oğlu olan Zakir Hussain ise, bir dahi çocuk olarak henüz 12 yaşındayken turnelere çıkmaya başladı. John McLaughlin’in fusion akımına damga vuran, Hintli müzisyenlerden kurulu Shakti topluluğunda yer aldı. Francis Coppola’nın ‘Apocalypse Now’ ve Bernardo Bertolucci’nin ‘Little Buddha’ filmlerinin müziklerinde çaldı.
Aradan yıllar geçip günümüze gelindiğinde caz da gelişti. Çağdaş caz denilen akım dünya sahnesinde yerini aldığı bu dönemde, dünyanın hemen hemen bütün coğrafyasından müzisyenler kendi müzikal birikimlerini caza katmayı sürdürdüler. Daha doğrusu, caz bunlardan etkilenmeyi bir zenginlik saydı. Yeni nesil Hint kökenli müzisyenler tabii ki bu zenginliğin içinde yerlerini aldı. Bunlardan biri de Trieste doğumlu saksafoncu Rudresh Mahanthappa, diğeri ise Tamil Nadu göçmeni bir ailenin çocuğu ve bu yazının kahramanı piyanist Vijay Iyer.
Vijay Iyer 1971’de New York’ta doğdu. Üç yaşından itibaren 15 yıl boyunca klasik keman eğitimi aldı. Bunun yanında kendi başına piyano da çaldı ve bu enstrümanda neredeyse kendi kendini yetiştirdi. Bu yıllarda ailesi sayesinde Carnatik müziğe de aşina oldu. Lise yıllarında giderek caza merak duymaya başladı. 20 yaşında Yale’den matematik ve fizik bölümünden mezun oldu. Ardından California- Berkeley’de Teknoloji ve Sanat dalında doktora yaptı. Okul yıllarında North Oakland’da çaldığı Bird Kage kulübünde yaşadığı deneyimlerle kendini geliştirdi.
Şimdilerde New York’ta yaşayan Iyer, son senelerde caz yorumcuları tarafından çok beğenilen albümler yaptı. Bunlardan bazıları 2006 yılında R. Mahanthappa ile çıkardığı duo albümü Raw Materials (4. sıradaki Remembrance harikulade); 2009’da En İyi Enstrümantal Caz Albümü dalında Grammy ödülüne aday olan trio albümü Historicity (çağdaş caz nedir diye merak edenler 2. sıradaki Leonard Bernstein bestesi Somewhere’in muhteşem zenginlikteki yorumunu mutlaka dinlesin) ve 2010 solo albümü Solo.
Mart ayında çıkan Tirtha (Hint inancında kutsal mekân), bir anlamda Iyer’in köklerine dönüşü. Bu albümde, şimdilerde her ikisi de ABD’de yaşayan, gitarı Carnatik müziğe sokan Güney Hindistanlı gitarcı Prasanna ve 1975 Haydarabad doğumlu tablacı Nitin Mitta ile bir araya geldi. Hint ve özellikle Carnatik müziğin çağdaş müzik ve cazla buluştuğu bir albüm için bundan iyi seçim olamazdı. Albümü oluşturan 9 parçada (Abundance ve yine Remembrance harika Hint baladları) kendilerini tam anlamıyla ifade etme ve ustalıklarını gösterme fırsatı buluyorlar.
Uluslararası spor turnuvalarının, müzik yarışmalarının, olimpiyatların milletler arası barışa ve kardeşliğe hizmet ettiği (Erich Fromm’a göre) bir yanılgıdır. Gerçekten buna hizmet eden şeyler (bilim, ticaret) varsa; yeniliklere, farklılıklara, zıtlıklara ve nihayetinde sentezlere kucak açan yapısıyla caz, bunların en önde gelenlerindendir. Gel de cazı (ve bu köşeyi ihsan eden Tuna’yı) sevme!