Yavuzer’in göbekli, sevimli mahalle bakkalının adı Mösyö Jak. Kapalıçarşı’da kolonya, losyon satan, güler yüzlü komşuları Mösyö Leon. ‘Mahalle iğnecisi’ diye ün salmış kalın gözlüklü Madam Ester. Hepsi Molla Aşkı Mahallesi’nin önemli birer parçası. Fakat tarih 6 Eylül 1955’i gösterdiğinde bu güzel tablo hayli zarar görüyor. Küçük Haluk, büyük bir kaygıyla kara kara düşünmeye, olup bitenlere anlam vermeye çalışıyor… TUBA KABACAOĞLU
Güncel
· AMA İŞTE İYİ YAHUDİLER DE VAR, KÖTÜ YAHUDİLER DE
Leiby'i her gece sokaklarda arayanlar sadece Yahudiler değildi. Borough Park'ın diğer göçmenleri, Müslümanlar da dokuz yaşındaki bu çocuğu bulmak için uğraştılar, omuz omuza.
Facebook profilinde Lady Gaga ve 'Glee' dizisini beğendiğini yazan katil Yahudi çıktı. Bir başka dinin mensubu olsaydı, zaten ancak birbirlerine kenetlenerek var olabilmiş, düşmanlığa karşı birarada durarak ayakta kalabilmiş bir halka yönelik nefret suçu tartışmaları başlayacaktı. Sıradan bir cinayet olmayacak, bambaşka bir anlam kazanacaktı.
Ancak bu sefer de Ortodoks Yahudiler 'Bir Yahudi bir başka Yahudi'ye bunu yapar mı' diye tartışmaya başladılar.
(…)
Leiby'nin kayıp olduğu üç gün boyunca da Borough Park sakinleri bir Yahudi'den şüphelenmedi.
Ama işte iyi Yahudiler de var, kötü Yahudiler de. İyi çarşaflılar da var, kötü çarşaflılar da. Bunun Yahudi ya da çarşaflı olmakla bir ilgisi yok: Bazı insanlar iyidir, bazı insanlar kötüdür.
Oray Eğin
http://www.aksam.com.tr/iyi-turkler,-kotu-kurtler-3137y.html
· GÜVENLİK ARGÜMANI BİREYLER AÇISINDAN GEÇERLİ OLABİLİR, FAKAT BU TÜR GRUPLARA, SIRF ULUSAL KÖKENLERİNDEN DOLAYI UYGULANAMAZ
Bu acil durum genelgesi, Sivil İdare’nin Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerle dışarıda (bilhassa Ürdün’de) yaşayan eşlerinin bir araya gelmesine izin vermeme kararının bir başka türü. 2009’dan beri İsrail, Batı Şeria’daki ailelerin bir araya gelmesi başvurularını işleme koymuyor. Bunun sonucunda birçok aile bölündü; bazısı işgal altındaki topraklarda bulunan evlerini terk etmek zorunda kaldı, bazısı da ayrı yaşıyor.
O dönemde Yüksek Mahkeme, aile halinde yaşamanın temel bir hak olduğuna hükmetmekle yetinmişti. Bu karar, İsrail’in zalim politikalarının ışığında gerçeği zerre kadar görmüyor. Beş yıl önce genişletilmiş bir Yüksek Adalet Mahkemesi kurulu, bizzat aile birleşmesine dair acil durum genelgesini uzatma kararı aldı.
Bu insanlık dışı politika, aile trajedilerine yol açıyor. Yahudilerle Araplar arasında ayrımcılık yapıyor ve bunun güvenlik için gerekli olduğu açıklaması, sadece eşleriyle birlikte kendi ülkelerinde yaşamak isteyen pek çok insana zarar veren baskıcı niteliğini meşrulaştırmıyor. Devlet bu insanların temel haklarından yararlanmasına izin vermeli.
Güvenlik argümanı bireyler açısından geçerli olabilir, fakat bu tür gruplara, sırf ulusal kökenlerinden dolayı uygulanamaz. Güvenlik gerekçesinin bu şekilde kullanımı, söz konusu politikanın birçok kurbanı arasında ektiği düşmanlık tohumlarını görmezden geliyor. Bu yüzden kabine, Yişai’nin talebini reddetmeli ve Yahudi olmayanları da dikkate olan insani bir politika belirlemeli.
Haaretz Başyazı
· "TERÖRİST" TANIM GEREĞİ İNSANDAN SAYILMADIĞI İÇİN, MAVİ MARMARA OLAYINDA İSRAİL KAMUOYU KENDİ SİLAHLI KUVVETLERİNİN YAPTIĞININ YANLIŞ OLDUĞUNU KABULLENEMİYOR
Bölgedeki değişimi kaygıyla takip eden İsrailliler ülkelerinin de değişen ortama uygun yeni söylemler ve politikalar geliştirmesi gerektiğini görmek istemiyorlar. Eski paradigmalarına sıkı sıkıya bağlanarak aslında hemen yanı başlarında yaşanan, kendi geleceklerini de derinden etkileyecek gelişmeleri ıskalıyorlar. Yalnızlıkları derinleşiyor.
Türkiye de olduğu gibi İsrail de de "terörist" kelimesi anlamlı siyasi analiz yapmayı neredeyse imkânsız kılıyor. "Terörist" tanım gereği insandan sayılmadığı için, Mavi Marmara olayında İsrail kamuoyu kendi silahlı kuvvetlerinin yaptığının yanlış olduğunu kabullenemiyor. Yapılan operasyon uluslararası sularda silahsız insanlara yönelik bir eylem olarak kabul görmüyor.
Bana en çarpıcı gelen nokta Türkiye’de yetkililer Mavi Marmara saldırıya uğramadan önce İsrail yetkilileriyle bir mutabakat sağlandığını söylerken İsrail tarafının böyle bir şeyin var olmadığındaki ısrarı.
Soli ÖZEL
http://www.haberturk.com/yazarlar/650019-derinlesen-yalnizlik
· YAVUZER’İN GÖBEKLİ, SEVİMLİ MAHALLE BAKKALININ ADI MÖSYÖ JAK. KAPALIÇARŞI’DA KOLONYA, LOSYON SATAN, GÜLER YÜZLÜ KOMŞULARI MÖSYÖ LEON. ‘MAHALLE İĞNECİSİ’ DİYE ÜN SALMIŞ KALIN GÖZLÜKLÜ MADAM ESTER
1950’li yıllarda İstanbul’daki birçok semt gibi Balat ve Fener de çok kültürlü bir yapıya sahip. Müslüman, Musevi ve Rumlar sorunsuz, kardeşçe yaşıyor. Yavuzer’in göbekli, sevimli mahalle bakkalının adı Mösyö Jak. Kapalıçarşı’da kolonya, losyon satan, güler yüzlü komşuları Mösyö Leon. ‘Mahalle iğnecisi’ diye ün salmış kalın gözlüklü Madam Ester. Hepsi Molla Aşkı Mahallesi’nin önemli birer parçası. Fakat tarih 6 Eylül 1955’i gösterdiğinde bu güzel tablo hayli zarar görüyor. Küçük Haluk, büyük bir kaygıyla kara kara düşünmeye, olup bitenlere anlam vermeye çalışıyor…
(…)
Haluk Hoca 6-7 Eylül olaylarını 11 yaşındaki bir çocuk gözüyle anlatıyor kitabında. İstanbul’un tıpkı demirci atölyesi gibi çınladığını, gökyüzünün alevlerin etkisiyle kırmızıya döndüğünü belirtiyor: “Yarın gayrimüslim komşularımızın yüzüne nasıl bakarım dedim. Gece boyunca gözüme uyku girmedi. Misafirperverlik özelliğimize ters düşen bu hunharca eylem bize çok prestij kaybettirdi. Oysa onlar ülkemizin usta terzileri, ünlü pastacıları, gurmeleri ve çeşitli zanaat ustalarıydı. Sonraki yıllarda okuduk olayların gerçek yüzünü. Daha da üzüldük tabii.”
Yavuzer, 6-7 Eylül olaylarını Türkiye için ‘milat’ gibi görüyor. Çünkü o güne kadar herkesin gayrimüslimlerle ‘insanlık’ ortak paydasında buluştuğunu, bu üzücü olaylardan sonra artık gruplaşmaların, kutuplaşmaların başladığını, zamanla da toplumun birbirini dinlemez, anlayamaz hâle geldiği kanaatini taşıyor. Hatta Türk toplumunun içinde bulunduğu vahameti anlatırken artık Müslüman-gayrimüslim ayrımı şöyle dursun kıyafetlere göre bile insanların yargılandığını düşünüyor. Birbirine benzemeyene hemen ‘öteki’ dendiği içinde de üzüldüğünü anlatıyor: “Marjinal düşünüşler toplumsal erozyonun bir parçası. Sorunun temelinde insanların karşı tarafı dinlemeye bile tahammül, tenezzül etmemesi, doğrudan dışlama ve yok sayma var. Büyük tehlike bu. Mahallemin güzelliklerinin kaybolduğunu görüyorum. Birilerinin bu topluma ‘insanlık’ ortak paydasında buluşmayı hatırlatması lazım. Başörtülü bir öğrencim bölüm birinciliğini elde etti bu sene. Çok sevindim. Kıyafetine bakıp okula, derse almasaydık ne olacaktı ki? Kim, ne kazanacaktı bundan?”
Tuba Kabacaoğlu
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-29982-kos-benim-aslan-oglum.html
· İSRAİL-TÜRKİYE NORMALLEŞMESİNİN OLASI BİR İRAN-İSRAİL SAVAŞINA ENGEL OLACAĞI, ANCAK İRAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN DAHA HASSAS HALE GELECEĞİ VE SURİYE’DE SULARIN DURULMAYACAĞI ANLAMINA GELMESİ MÜMKÜN
Bir diğer gelişme ise, eski bir CIA görevlisinin İsrail’in İran’ı vuracağını ifade eden açıklamasının basında yer bulması. Ne ölçüde gerçekçidir bilinmez. Ancak bunun dünyaya duyurulması, ihtimalin düşünülmesi gereğine işaret ediyor. Eski CIA’li devletlerarası savaş senaryosuna dikkat çekerek belki de “iç savaş” ya da terörle mücadele savaşlarının bertaraf edilmesinin yolunun topyekûn savaşlar olduğunu anlatmaya çalışıyordur.
İran ile İsrail savaşının Filistin, Kıbrıs, Suriye, terörle mücadele konularını bambaşka bir mecraya sürükleyeceği aşikâr. Çözüm, barış, diyalog, demokratikleşme konularının terk edileceği, savaşın karanlık ortamında “devlet” otoritelerinin silah gücüyle yetkiyi halklardan kendilerine devredecekleri öngörülebilir. Ancak yine eş zamanlı olarak dünya ve Türkiye basınında yer alan bir diğer gelişmeye de dikkat çekmek gerekir. Haberlere göre İsrail Türkiye ile “barışma” yollarını aramakta ve muhafazakâr İsraillileri kızdırmadan bu meseleyi çözüme kavuşturma derdinde.
İsrail-Türkiye normalleşmesinin olası bir İran-İsrail savaşına engel olacağı, ancak İran-Türkiye ilişkilerinin daha hassas hale geleceği ve Suriye’de suların durulmayacağı anlamına gelmesi mümkün. PKK, PEJAK, Suriye çıkmazlarının Türkiye’yi sağa sola çekiştirme arayışlarıyla ilgisi olabilir. Mesele çekiştiren ellerin bölgede olmadığını deşifre etmekte.
Beril Dedeoğlu
http://www.stargazete.com/yazar/beril-dedeoglu/yap-bozun-parcalari-haber-368094.htm
· İKİLİ İLİŞKİLERİN KÖTÜLEŞMESİNDEN EN FAZLA ETKİLENMİŞ OLANLAR DA ŞİMDİ İSRAİL’DE YAŞAYAN ANADOLU MUSEVİLERİ. İSTANBUL’U, İZMİR’İ, ANTEP’İ TERK ETMEK DURUMUNDA KALMIŞ ESKİ ANADOLU İNSANLARI OLAN BU MUSEVİLERLE KONUŞUNCA HÜZÜNLENMEMEK MÜMKÜN DEĞİL. SİGORTACI DAYAN, “ANTEPLİLERLE ÇOK İŞ YAPTIM” DİYEN BETONCU SADİ VE DAHA NİCELERİ
Diğer ilginç nokta, Tel Aviv’deki Recep Tayyip Erdoğan algısı. Akademisyenler de dâhil Tel Aviv’deki seçkinler bir ölçüde ikonik hatta mitolojik bir Erdoğan portresi üretmiş durumda: “Erdoğan her olayı siyasi fırsata çeviren deha. ABD yönetimini dahi peşine takabilen bir lider. Nasır’ın (Mısır’ın ikinci cumhurbaşkanı, sosyalist) yapamadığını yapabilecek kişi. Yahudi devletinin kuruluşundan beri karşılaştığı en büyük tehdit.” Erdoğan hakkındaki Yahudi algısı ‘nefret, merak ve hayranlık’ üçgeninde yoğruluyor. Erdoğan ismi, sihirli bir kelime gibi İsrail aydınında, medyasında ve siyasetinde kulaktan kulağa fısıldanıyor. Pek çok kişi ‘Erdoğan ne isterse yapabilir’ türünden düşüncelerini paylaşmaktan çekinmiyor. Binlerce yıldır evrilen ve kadim Yahudi inancının ‘Benî İsrail ve düşmanları’ telakkisiyle yoğrulan çağdaş İsrail siyaset algısı, Erdoğan’ı kadim geçmişe götürüp orada yorumluyor ve Yahudi milletinin karşısına çıkan bir modern Câlut’a dönüştürüyor.
Tel Aviv’de esen bu karamsar rüzgâra bireysel olarak direnen insanlar da var. Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde kurulan ‘Club Turkey’ bütün olumsuzluklara rağmen yüz yüze ilişkileri sürdürerek uzun vadeli bir katkı sağlamaya çalışıyor. Aynı üniversitenin Ehud Toledano ve Ofra Bengio gibi kıdemli hocaları bütün olumsuz havaya rağmen en azından entelektüeller arasında ilişkileri devam ettirmek için çabalıyor. Tel Aviv Üniversitesi Osmanlı Çalışmaları Bölümü Başkanı Profesör Ehud Toledano “İsrail’de pek çok entelektüel Türkiye’nin nasıl değiştiğini anlayamıyor.” diyor. Toledano ve Bengio gibi uzmanlarla konuşurken insan bir noktanın hemen farkına varıyor: Entelektüel birikimi dünya ölçeğinde tescil edilmiş bu gibi aydınlarla Türkiye’nin yeni entelektüel sınıfını irtibata geçirmek gerekiyor. ‘Eski Türkiye’ sosyolojik ve politik olarak tarihe karışmış olmakla birlikte ‘eski Türkiye’nin aydınları’ şaşılacak biçimde hâlâ dışarıda imaj üretmek konusunda güçlü. Bu, şüphesiz üzücü bir durum. Sorunun çözümü de Yahudi entelektüelleriyle Türkiye’nin yeni kuşak entelektüelleri arasında bağ kurulmasına bağlı.
(…)
Türkiye ve İsrail arasında zor bir dönem yaşanıyor. Bu dönem içinde tarafları savaşa dahi yaklaştırabilecek dramatik sorunlar yaşandı. Ancak ilişkilerin bütün zorluklarına rağmen özellikle Türkiye’de fark edilmesi gereken son derece insani noktalar da var. Olaylar nasıl olmuş olursa olsun, kimin haklı olduğu bile bir kenara, İsrail’de Türkiye ile olan ilişkilerin bozulduğuna gerçekten üzülen insanlar var. Akademisyen, gazeteci, işçi, emekli... Mesleği her türden pek çok insanın ilişkilerin kötü gitmesine üzüldüğünü görmek mümkün. Tel Aviv’de -haklı yahut haksız- duygusal olarak gerçekten kalbi kırılmış ve üzülmüş insanlar var. Sürgünlerden, Holokost’tan geçmiş Yahudilerin çoğu için Türkiye’nin dostluğu Ankara ve İstanbul’dan görülmeyecek şekilde istisnai bir anlam kazanmış. Siyasilerin yanlışları bir kenara bu üzülen Yahudilerin duygularını da hesaba katmak gerekiyor. İkili ilişkilerin kötüleşmesinden en fazla etkilenmiş olanlar da şimdi İsrail’de yaşayan Anadolu Musevileri. İstanbul’u, İzmir’i, Antep’i terk etmek durumunda kalmış eski Anadolu insanları olan bu Musevilerle konuşunca hüzünlenmemek mümkün değil. Sigortacı Dayan, “Anteplilerle çok iş yaptım” diyen betoncu Sadi ve daha niceleri. Hepsi eskinin çok kültürlü Türk-Osmanlı barışının son kalıntıları. Siyasetin hırgürü içinde bu insanların hüzün dolu bakışlarını ihmal etmemek gerekiyor.
Gökhan Bacık
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-29994-basbakani-isten-kovmak-icin-ankaraya-donmem-gerek.html
· ERDOĞAN'I ARAP SOKAĞININ, LİGİNİN, KULÜBÜNÜN, DÜNYASININ MERKEZİNE YERLEŞTİREN, ONU O SİYASAL VE KÜLTÜREL COĞRAFYANIN EN ÖNEMLİ LİDERİ KONUMUNA GETİREN OLAY DAVOS'TAKİ ÇIKIŞI VE İSRAİL'İ, ULUSLARARASI KAMUOYU NEZDİNDE, İTHAM VE İLAN EDİŞİDİR
Türkiye'de iktidar İslami kökenden gelen ama merkez sağa kayan bir siyasetle bütünleşti, 2002 sonrasında. Bu yeni iktidar bir yanıyla liberal, Batı'yı toptancı bir mantıkla reddetmiyor ama İsrail'le çok sorunlu ve bu konunun dibinde Filistin'le olan ilişkisi ve ona dönük değerlendirmesi yatıyor. Erdoğan'ı Arap sokağının, liginin, kulübünün, dünyasının merkezine yerleştiren, onu o siyasal ve kültürel coğrafyanın en önemli lideri konumuna getiren olay Davos'taki çıkışı ve İsrail'i, uluslararası kamuoyu nezdinde, itham ve ilan edişidir. O noktadan başlayarak da iktidar İsrail'le tartışıyor ve Filistin'e, şimdi İsrail'den Gazze'den çekilmesini isteyecek kadar sahip çıkıyor.
Böyle bakınca, OD entelektüelleriyle Türk entelektüelleri arasındaki dönüşüm farkını değerlendirince, Türkiye'deki iktidar dinamiklerini ele alınca gerçekten ilginç bazı sonuçlar çıkıyor ortaya.
Birincisi, Filistin meselesini Türkiye'de iktidar yani İslami bir geçmişten gelen bir siyasal çevre devlet politikası olarak savunuyor. Bu tarihsel bir dönüşüme tekabül eder. Ve bu noktada Arap entelektüellerinin 1979 sonrası düşünce ve siyasetleriyle Türkiye arasında bazı örtüşme ve çelişkileri bulmak, görmek kabil. Ama onların toptancı Batı inkârına karşılık Türkiye'de böyle bir tercih söz konusu değil.
İkincisi, Türkiye'deki aydınlar Marksizm cephesini geniş ölçüde terk ettiler ama İslamcı olmadılar. Liberallikleri demokratikleşme ve piyasa ekonomisi tercihleriyle sınırlı kaldı. Bugün Filistin'i desteklemeyi ve İsrail'le bu nedenle ters düşmeyi bu kesim içinde sorunlu bulanlar da var. Filistin'i destekleyenlerse bunu genel bir tavır olarak değil, kişisel tercihleri ve değerlendirmeleri olarak ortaya koyuyor. Bir vicdan, ahlak ve bazen de bir tarih sorunsalı olarak.
Filistin ve İsrail konusunun aradan geçen 40-45 yılda Türkiye'de ve OD'da ele alınış, değerlendiriliş, yorumlanış ve siyasallaştırılma biçimi önemli farklar, kaymalar ve çeşitlilik gösteriyor. Marksizmden İslam'a, Batı karşıtlığına kadar gelen bir çizgi var OD'da. Türkiye ise bu konuda da daha farklı ve özgül bir yerde duruyor.
Daha fazla incelemeyi gerektirmez mi, şu tablo?
Hasan Bülent Kahraman
http://sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2011/07/22/turkiyenin-aykiri-filistin-tarihi
· 2009-2011 ARASINDA BELİRTTİĞİM YÜZEYDE OSMANLICI POLİTİKANIN –OLMAZSA OLMAZ- NİTELİĞİ İSRAİL KARŞITLIĞI İDİ
Seçimin ardından sıklıkla Türkiye-İsrail arasında, 31 Mayıs 2010’dan beri devam eden gerilimin azaltılması doğrultusunda, iki ülkenin diplomatik diyaloğu gündeme sıklıkla gelmeye başladı. 2009-2011 arasında belirttiğim yüzeyde Osmanlıcı politikanın –olmazsa olmaz- niteliği İsrail karşıtlığı idi. ABD’nin telkiniyle süregelen müzakerelere rağmen somut bir sonuç alınamaması, AKP iktidarının Mayıs 2010’dan beri dile getirdiği özür ve tazminata, bizzat Erdoğan’ın TBMM’de “hükümet programı”nı okurken “Gazze’ye uyguladığı ablukayı kaldırma” koşulu eklemesi, iyimserliği azalttı. Bununla birlikte Netenyahu hükümetinin “özür” konusunda bir anlaşmazlık içinde olduğu, zaman zaman İsrail basınında da iddia ediliyor.
Tüm bu gelişmelerin yanısıra, Erdoğan’ın bir başka çıkışı, eğer ikili ilişkiler düzelmezse, Mısır’a yapacağı ziyaret sırasında Gazze’ye de geçme kararı çerçevesinde gündeme geldi. Bu acaba İsrail’i barışa zorlamak mı, yoksa 2009-2011 döneminde yoğunlaşan Osmanlıcılığa bir geri dönüş mü? Aslında bu iki konu başlığının dışında Mısır’da Mübarek sonrası süreçte, askeri vesayet Tantavi liderliğinde sürse de, İhvan’ın siyasal bir seçenek olarak yükselmesi, Hamas’ın Gazze’de Suriye-İran çizgisiyle müttefikliğinden uzaklaşarak, tekrar siyasal kaynağı İhvan’a yüzünü dönmesi, Gazze’de tekrar inisiyatif kazanma girişimi olarak ele alınabilir. Suriye’deki olayların İran’ı “tecrit etme” olasılığını doğurması, ABD politikaları çerçevesinde Irak’ta yer alan Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye’nin işbirliği ve daha önce ele aldığımız zeminde, Türkiye-İran rekabetini de ortaya koymuştur.
Deniz Tansi
http://www.hasturktv.com/arsiv/2509.htm
· BENİM GÖRÜŞÜM ŞU: İSRAİL (RAPOR SEBEBİYLE OLSUN VEYA OLMASIN), 9 VATANDAŞINI ÖLDÜRDÜĞÜ İÇİN TÜRK HALKINDAN ÖZÜR DİLEMELİ
Türkiye-İsrail ilişkileri, halklar arasında nadir bir kaynaşma örneği ortaya koydu. Geçen yıllarda Türkiye’yi ziyaret eden milyonlarca İsrailli turist, olağanüstü bir misafirperverliğin tadını çıkarmakla kalmadı; oraya adeta ikinci evleri gibi bağlandı. Öyle ki Türkiye’ye gitmek, sözgelimi ABD veya Fransa’ya gitmek gibi, yurtdışı seyahati olarak görülmüyordu. Bu bağ, Türkiye’nin İsrail’e modernizasyon siparişi verdiği tankların sayısıyla veya Türk şirketlerinin İsrail’deki iş hacmiyle ölçülemez. Bu nedenle geçen yıl kendisini dayatan “Kim kime daha fazla muhtaç?” sorusu, daima şu kaçınılmaz sonuçla biten aptalca bir puan kazanma yarışından fazlası değil: İki tarafın da birbirine ihtiyacı var, iki taraf da birbirini istiyor, daha da doğrusu birbirinden mahrum kalmak istemiyor.
Velhasıl bu noktada bir ikilem söz konusu: İkili ilişkilerin önemine dair köklü idrak, iki tarafın da dürüstlüğünü kanıtlaması yönündeki taleple nasıl uyuşturulacak? Açıklanacak olan rapor, suçlayıcı bir belgeden, ilişkileri yenilemek yönünde bir zemine nasıl tahvil edilecek?
Benim görüşüm şu: İsrail (rapor sebebiyle olsun veya olmasın), dokuz vatandaşını öldürdüğü için Türk halkından özür dilemeli. Aslında bunu çok uzun zaman önce yapmalıydı. İki taraf oturup kurbanların ailelerine tazminat ödenmesi meselesini enine boyuna konuşmalı. Türkiye, İsrail’le ilişkilerin normalleşmesinin koşulu mahiyetinde, Gazze ablukasının kaldırılması talebinden vazgeçmeli. Bu meşru ve insani bir talep, fakat iki hükümet arasında müzakere edilmeli ve filo olayının parçası haline getirilmemeli. İki hükümetin bu önerileri kabul etmesini, böylece iki halkın tekrar birbirini kucaklayabilmesini umut etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Geçen yıl iki halk arasındaki tarihi kardeşçe ilişkiler, aniden yüksek bir hüsran ve husumet barajının arkasına hapsoldu. O barajı yıkmanın vaktidir.
Zvi Barel
· Netten izleyin
· Moshico Cohen – La Madre Judia / Yiddische Mame
http://www.youtube.com/watch?v=DEr5J4B4_Yo&feature=player_embedded
· Dostluk Yurdu senfoni orkestrasi
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/0/fmtLPhvGAxs
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/1/uJa9Bqq-Zrg
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/2/-Pc_dfupY58
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/3/fCtHeM0nQ9s
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/4/rndJ_uGvP5E
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/5/eU9p9vJ3LBM
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/6/OWJk_cr-t2E
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/7/EFootNT9dhQ
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/8/cxaVIGIPNQM
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/9/WX7W1vxRMAM
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/10/usH3ylM15L8
http://www.youtube.com/user/MyZilberman#p/u/11/T_Sl9QYne8c