Mart ayında İBB’nin açtığı İstanbul İçin Taksi Sistemi Tasarımı Yarışması’nda, ortağı Cenk Dereli ile taksi durağı kategorisinde tasarladıkları durak birinciliğe layık görülen Berke Debensason kendini bildi bileli mimarlık mesleğine yürekten bağlı. Bu tutkusunun nasıl bir başarı öyküsüne dönüştüğünü vatani görevi öncesinde anlattı
2003 yılında Özel Alman Lisesi’nden, 2008 yılında ise İ.T.Ü Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan Berke Debensason halen aynı kurumda yüksek lisans çalışmalarını sürdürüyor. Aynı zamanda da ortağı ile birlikte birçok başarılı çalışmaya da imza atıyor.
Berke; mimar olmak çocukluk hayalin miydi? Yani neden mimarlık?
Mimarlık, mimar olmak, ya da mimar olacağım demek, çocukluk ve lise yıllarında hiçbir zaman sorgulamadan ve karşı çıkmadan kabullendiğim içten gelen bir dürtü idi. Gerçekten bu durumu anlamak bugün bile zor benim için. Çocukların polis, doktor olacağım dediği zamanlarda ben, ne hikmetse mimar olmaktan bahsediyordum ve nedenini de hiç bilmiyordum. Ama hatırlıyorum ki; bir şeyler yaratmak, onu bozmak, çizmek, sonra da seyretmek, o zamanlar çok keyif aldığım şeylerdi. O yüzden üniversite sınavına hazırlık zamanlarında hangi bölümü seçeceğim, hayatta ne yapmak istiyorum yani ne okumak istiyorum gibi endişelerim hiç olmadı.
Oldukça geniş kapsamlı ve çok emek gerektiren bir meslek seçtin. Hiç zorlandığın, “nereden bulaştım bu işe” dediğin oldu mu?
İşin içine girdikçe ve mimarlık etkinliğinin derinliğini fark edince başlardaki, kerameti kendinden menkul hevesin yerini bir tedirginlik aldı. Çünkü bu eylem alanı tüm beğenilerin, fikirlerin görselliklerin ve “havalı” bir meslek olmanın ötesinde hayatın sahnesini tasarlamak üzerineydi. Ve bu da hayata ve etrafımıza karşı gerçek bir farkındalık gerektiriyordu. Şu an en azından bu farkındalığın farkında olmaya yeni yeni başladığımı söyleyebilirim. Mimarlık, temel konusu bina veya yapılı çevre olmakla birlikte, kent biliminden, biyolojiye, fizikten, psikolojiye, kavramdan, somuta birçok zıt veya yakın disiplini veya kavramı bir araya getiren çok katmanlı karmaşık bir sistem. Ülkemizde maalesef yaygın anlayışıyla sadece bina yapmak olarak görülse de, aslında sözü geçen birçok derinliğe sahip ve çok yoğun zihinsel emek gerektiren bir alan. Bunun farkına vardıkça da başlardaki o yüzeysel heyecan kendini, keşfetmenin keyfine ve sorgulayıcı yaratım sürecinin sıkıntılarını bırakıyor. Daha yolun başındayız, umarım bu sıkıntılar aşılacak J
Bugüne kadar birçok tasarım yarışmasına katılarak çeşitli ödüller kazandınız. Son olarak katıldığınız yarışma ve layık görüldüğünüz ödül hakkında bizi bilgilendirir misin?
‘İstanbul İçin Taksi Sistemi Tasarımı Yarışması’ Mart 2011 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından açıldı. Taksi aracının tasarımı, eko araç tasarımı, taksi sistemi tasarımı ve taksi durağı tasarımı olmak üzere dört farklı kategoride katılıma açık bir yarışma olarak duyuruldu. Yarışmanın ilgi çekici yanı, belediyenin taksi olgusuna ve mevcut problemine bütüncül bir mesele olarak yaklaşması ve bu konuda kullanıcıların yani bizlerin fikirlerine ve isteklerine değer verecek olmasıydı. Özellikle taksi durakları kategorisi bu anlamda biz mimarların fikir yürütebileceği tanıdık bir alandı. Bu konuda bizim gözlemlediğimiz temel unsur, kent içinde taksi duraklarının gerek boyutları, gerekse sayıları itibariyle hatırı sayılır kentsel donatı nesneleri olarak karşımıza çıkmasıydı. Ancak, bunun yanında tüm ulaşım sisteminin bir parçası olmasına rağmen belirli bir kullanıcı kitlesine, yani sadece taksicilere hitap ediyor oluşuydu. Bu duruma bir çözüm olarak ortaya koyduğumuz ana fikir, gelişen, bütünleşen ve giderek dijitalleşen kent enformasyon sistemlerinin ve kentsel hayatı kolaylaştıracak yan unsurların bir şekilde bu prefabrik nesnelerde yer almasıydı. Elbette ki bu durakların kentlinin de kullanımına açılması ve böylece hem şehirlinin faydalanacağı hem de taksicilerin dinlenme, bekleme ve iletişim için kullanabilecekleri çift yönlü bir tasarımın oluşturulmasıydı. Bu bağlamda “duvar” fikri bu iki fonksiyonu hem ayıran, hem de birleştiren bir motif olarak ortaya çıktı. Duvar belli özelliklerdeki eş boyutlu modüllerin bir araya gelmesiyle oluşuyor ve dış yüzünde ATM, bilgi ekranı, reklam panosu gibi unsurları taşırken, iç yüzeyi taksicilerin ihtiyaçlarını karşılayacak programları barındırıyor. Modüler kurgusu sayesinde kolay üretim yöntemleriyle, sıkışık veya ferah kentsel alanlara göre boyutlandırılıp, hazır bir şekilde yerine yerleştirilebiliniyor. Tüm bunların dışında tasarımın yeni ve akılda kalıcı ama göze batmayan bir imge oluşturmasını hedefledik. Etrafını yansıtsan siyah cam ve düşeydeki sarı çizgisel aydınlatmasıyla durak taksiyi ve etrafındaki kentsel alanı görünür kılıyor, onunla kaynaşıyor.
Projemiz, yarışmanın ikinci aşamasından sonra halk oylamasına açıldı ve nihayetinde jürinin de görüşüyle büyük ödüle layık görüldü. Bizim için sevindirici olacak olan şey ilerleyen günlerde İBB’nin bu yarışmaya olan inancının bir göstergesi olarak bu durakların (diğer kategorideki araçların ve fikirlerin) bir prototipini geliştirmesi ve sonrasında halkın kullanımına sunması olacaktır. Beklemedeyiz.
Biraz da mesleki kariyerinden bahsedelim istersen…
2008 yılında mezun olduktan sonra 6 ay New York’ta bir ofiste staj yaptım ve döndükten sonra bir sene boyunca Emre Arolat’ın yanında çalıştım. 2010 yılının Kasım ayından bu yana Cenk Dereli ile birlikte çalışmalarımızı Nobon adı altında yürütüyoruz (www.nobon.net). Tabi bu mimarlık süreçlerinin dışında, aynı isimle, o zaman ki rüzgârın da etkisiyle ve içimizdeki birçok şeye bulaşma dürtüsü sayesinde Beyoğlu’nda kendi etkinlik alanımız olan NobonLounge’ı açtık. Burası bizim için hem eğlence, hem yeni insanlarla tanışma, hem de fikir alışverişinde bulunmak adına bir fırsat sağladı. Şu an ise daha çok mimarlık işlerine yoğunlaşmış durumdayız. Ölçeği fark etmesizin bir binadan, bir logoya kadar her türlü tasarım problemiyle uğraşmak hoşumuza gidiyor. Çalışmalarımızı internet sitemizden takip edebilirisiniz.
Berke ve Cenk’in başarılarının katlanarak artacağına eminim. Çünkü onlar sevdikleri mesleği yapıyorlar. Belki çok özveri gerektiren, saat aralığı belli olmayan ve oldukça zor bir işe yüreklerini koydular. Ancak bu gencecik yaşlarında yakaladıkları başarılar onların ne kadar doğru bir yolda olduklarını göstermiyor mu?
Gençler şansınız açık olsun…