Yahudiler’in İstanbul’unu bir de buradan okuyun!

Gazeteci-yazar Okşan Svastics öyle bir kitaba imza atmış ki, sadece konuya yabancı olanlar değil Yahudilerin kendileri bile, bu topraklarda binlerce yıla varan tarihleriyle ilgili bilmedikleri birçok bilgi ve ilginç fotoğrafa ulaşabilecekler. ‘Yahudiler’in İstanbulu’ kapsamlı içeriği ve derli toplu boyutuyla ilgilenenlerin A’dan Z’ye ilk başvurabilecekleri benzersiz bir rehber!

Tuna SAYLAĞ
10 Ağustos 2011 Çarşamba

Vivet Kanetti’nin kendi İstanbul’unu anlattığı bir yazı ile başlayan bu 186 sayfalık kitapta neler yok ki! Okşan Svastics, Bizans’tan günümüze uzanan 17 asırlık bu İstanbul öyküsünde cemaatin tarihi, ünlü Yahudi aileleri, iz bırakmış isimlerin kente olan katkıları, oturdukları semtler, sinagoglar, mezarlıklar, kurumlar ve daha birçok ayrıntıya, çarpıcı insan hikâyeleri/ anekdotlar ekleyerek, imza atmış. Svastics’e kitabı ile ilgili merak ettiklerimizi sorduk.

Söyleşimize sizi okurlarımıza tanıtmakla başlayalım...

Ankara’da siyaset bilimi eğitimi gördüm ve 1987’de Nokta dergisinden başlayarak toplum, sanat, tarih, ekonomi konularında; muhabir, editör, yazı işleri müdürü, yayın yönetmeni olarak dergicilik yaptım. Şehirler, binalar, insanlar; ekmek, sabun, resim, müzeler, lavanta, dekorasyon; pek çok farklı konuda yazılar yazdım. Düzeltmen ve kitap editörü olarak da çalıştım. 2004’ten beri Viyana’da yaşıyorum.

Proje nasıl gelişti ve kitap ne kadar zamanda ortaya çıktı?

Bu gezi rehberlerinin belli bir formatı var; önce şehrin Yahudilere dair tarihini anlatan bir bölüm, sonra  ‘kendi şehrini’ anlatan bir edebiyatçı ve sonra da adres adres önemli kişi ve binalarla ilgili bilgi...

“Proje tam gazeteci işi” diye düşündüm; kaynaklar taranacak, bilgi ayıklanacak ve bir puzzle gibi bir araya getirilecek. Ama ‘adres bulmanın’ bu kadar zor olacağını düşünememiştim. Nitekim o kadar çok mektubum, görüşme talebim sessizlikle karşılandı ki, ilk İstanbul seyahatimden sonra bir müddet sadece konuyla ilgili okumakla yetindim. Sonra adım adım ilerledi ilişkiler ve konu; her seferinde bir kilit daha çözüldü diye sevinçle çalışmaya devam ettim. Sonunda o kadar çok bilgiye ulaştım ki, bunca ilginç konuyu minicik bir kitaba nasıl sığdıracağım diye düşündüm. Her bir bilgi birden çok kitaba konu olabilirdi! Çalışmanın kuru bir başlangıçtan bir çığa dönüşmesi çok heyecan vericiydi.

Gene de kitabı takvimine uygun zamanda hazırladım; araştırma ve yazma süreci sekiz ay, sonra çeviri ve sayfa tasarımı... Toplam bir yıl.

Araştırma ve bilgi derleme sürecinde kimlerden (kurum, kişi vs.) ve ne gibi kaynaklardan faydalandınız?

Viyana’da yaşadığım için ilk yaptığım iş bir kitap listesi hazırlayıp sipariş etmek oldu ki İstanbul’a hazırlıklı gideyim. İstanbul Ansiklopedisi ve Osmanlılar Ansiklopedisi’ni de baştan sona taradım. Sadece tarih kitaplarından değil, gündelik hayatı anlatan kitaplardan, seyyahların izlenimlerinden de yararlandım. İstanbul’daki kısıtlı zamanımda ise hem semtleri gezdim, görüşmeler yaptım hem de kütüphanelerde çalıştım.

Bana ilk yol gösterenler Şalom’un tam da o sıra emekli olan Yayın Yönetmeni Yakup Barokas ve Rıfat Bali oldu. İlk fotoğrafı da fotoğrafçı Alberto Modiano verdi: Anne ve babasının İtalyan Sinagogu’nda çekilmiş düğün fotoğrafı...

Kitabın görsel zenginliği konusunda Harry Ojalvo’ya çok şey borçluyum; kırık kaburga kemikleriyle adadan çıkıp Mecidiyeköy’e geldi, öyle buluştuk! Beni ona yönlendiren de İshak Alaton oldu, ona da minnettarım.

Tabii binbir ayrıntı vardı araştırılması gereken ama yardım da gördüm; mesela Denizler Kitapevi’nden Işıl Ateş gönüllü olarak bir takvim yaprağının üzerindeki dillerin her birini uzmanlara sorarak tespit etti.

Hahambaşılığa fotoğraf çekimi konusunda izin başvurusunda bulundum. Bir yanıt alamadım ama bana sinagog fotoğrafları verdiler. Müzik konusundaki yazımı kontrol edip zenginleştiren de Karen Gerson Şarhon oldu. Şalom’un arşivini kullanma şansına sahip olduğum gibi, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi Müdürü Nisya Allovi’den de yardım aldım. Arayıp da bulamadığım kitaplar konusunda İzi Gormezano imdadıma yetişti.

İncelediğiniz onlarca semt arasından en fazla hangisi hâlâ Yahudilerden izler taşıyordu?

Aslında hiçbiri. Ama zamanla insanın gözleri keskinleşiyor. Sadece İstanbul’da değil, serinin diğer yazarlarından öğrendiğim kadarıyla diğer şehirlerde de Yahudi izleri içe dönük yaşam biçimi nedeniyle ‘görünmez’ durumda. Bu geçmişte olup bitenlerin ve koşulların etkisi tabii...

Kuledibi’nde bir binada inşa tarihinin Yahudi takvimiyle de yazıldığını fark ettiğimde ya da Balat’ta cephesi kalyonlarla süslenmiş bir bina gördüğümde, Kuzguncuk’ta artık Bahar olmuş Behar Sokağını bulduğumda heyecanlandım tabii... Ama ya yıkık ya da kullanılan bütün sinagoglar duvarların gerisinde, vaktiyle en yoğun yerleşim yeri olan Hasköy’de tek bir sokak adı bile kalmamış Yahudilerin orada yaşadığını hatırlatan...

Bunca bilgi içerisinden sizi en çok şaşırtan, dikkatinizi çeken ne oldu (kişi, olay vs)?

1453’ten önce İstanbul’da yaşayan Türkler olduğunu bilmiyordum. Karay Yahudileri Fatih Sultan Mehmed’ten çok önce gelmişler İstanbul’a.

Edirneli bir Osmanlı müzisyenin bestelediği Leha Dodi ilahisini bugün de tüm dünya Yahudilerinin cuma akşamları söylediklerini öğrenmek çok ilginçti; kitabın Macar asıllı editörü, ben bu bilgiden ona söz edince, hemen mırıldanmaya başlamıştı ilahiyi...

Şaşırtıcı ve üzücü bir bilgi ise –Varlık Vergisi’nde ayrımcılık yapıldığını vs. biliyordum tabii ama- Cumhuriyet’le başlayarak uzun süre devletin kendi yurttaşlarına, eğer Müslüman değillerse ‘yabancı’ muamelesi yaptığını, insanların mesleklerini icra edemediklerini öğrenmek oldu. Aleni ayrımcılık!

2. Dünya Savaşı sırasındaki göçmen trajedisinin boyutunu da bilmiyordum; Struma gemisi, gemi hikâyelerinden sadece biriymiş!

Ayrıca gene bu kitap sayesinde –Şehircilik dersleri de almıştım hâlbuki- Türkiye’nin ilk şehir planlamacısının Aron Angel olduğunu öğrendim. Bağdat Caddesi’ndeki binaların dip dibe olmayışını ona borçlu olduğumuzu da bilmiyordum. Onunla tanışmak büyük zevkti.

Yahudilerle ilgili bir kitap derlemek nereden aklınıza geldi?

Avusturya’da da bürosu olan küçük bir Alman yayınevi var: Mandelbaum Verlag. Onların bir de gezi kitapları serisi var: Yahudilerin Prag’ı, Amsterdam’ı, Paris’i, Münih’i vs.

‘Yahudiler’in İstanbulu’-nu serinin bir parçası yapmak üzere yazar aramışlar, iki yıl sonra beni buldular. O sıra Wiener Zeitung’da (günlük bir gazete) tam sayfa Viyana izlenimlerim yayımlanmıştı. Yayınevine dışardan editörlük yapan bir arkadaşım aracılığıyla görüştük ve ben büyük heves ve heyecanla öneriyi kabul ettim.

Hürriyet dergi grubunda ‘Albüm’ diye bir tarih dergisi çıkarmıştık kısa süre, tadı damağımda kalmıştı. Yeniden tarih konusunda araştırma yapacağım diye, annemle babamın büyüdüğü Balat’a dair yeni şeyler öğreneceğim diye de çok sevindim.

Kitap ilk olarak Monika Demirel’in çevirisiyle Almanca olarak yayımlandı, daha sonra Boyut Yayınları kitabın orijinalini yayımladı.

Bir zamanların Yahudi topluluğu ile bugünkünü mukayese edin desem neler söylersiniz?

Geçmişe dair okuduklarımla bugüne dair öğrendiklerimi karşılaştırırsam, sanırım en büyük fark, artık herkesin mükemmel Türkçe konuşması. Tabii dünyadaki en büyük Yahudi topluluğu Osmanlı İmparatorluğu’ndaymış bir zamanlar. Dolayısıyla tıpkı bugün Türkler için Almanca bilmeden Viyana’da yaşamak mümkün olduğu gibi, Türkçe bilmeden İstanbul’da yaşamak da mümkündü.

Ayrıca geçmişin aksine, devlet memurluğu artık istisnai; hele askerlik ya da diplomatlık uzun süredir söz konusu bile olmamış meslek olarak; bu önceleri yasal olarak yapılan ayrımcılığın sonucuyken sonra yasal engel kalmadığında, bir çeşit ‘çekingenliğin’ ya da ‘umutsuzluğun’ sonucu olsa gerek.

Ama bu konuda esaslı bir değerlendirme yapacak kadar topluluğun özelliklerine hâkim olduğumu söyleyemem.

Kitabınızla ilgili nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

Kitabın ilk okuyucusu Viyana Yahudi Müzesi Dostları Derneği’nin bir üyesiydi. Bir grupla İstanbul’a gideceklerdi ve henüz kitap basılmamıştı. Metnin çıkışını alıp gittiler ve “son derece detaylı ve yararlı” bulduklarını söylediler. Geziye katılanlardan bir emekli doktor, Türkiye’de Yahudi yaşadığını bile bilmediğini söyledi. Dolayısıyla Almanca baskının ‘bilgi verici’ olduğuna dair yorumlar aldım. Ama konuya hâkim olanlar da vardı: Kitap tesadüfen o sıra ‘Viyana’da Türkler’ Sergisi’ni düzenlemiş olan Viyana Yahudi Müzesi’nde tanıtıldı ve şaşırtıcı biçimde kalabalık, kapıdan dışarı taştı. O toplantıda “Trakya Olaylarını da yazdınız mı?”, “Atatürk’ün Kuran hediye ettiği İshak Algazi’nin neden Türkiye’yi terk ettiğini yazdınız mı?” gibi sorular soruldu bana. Hepsine “evet” diye cevap verebilmek güzeldi. Ne de olsa küçük bir gezi rehberi bu kitap...

Süddeutsher Zeitung’da (Almanya’da yayımlanan günlük bir gazete) yayımlanan yazıda kitabın hem sokaklarda gezdirdiğinden, insan hikâyeleri ve tarihi anlattığından, bilgi ve anekdotlar içerdiğinden bahsedildi. Bu arada Almanya’da bir kilise grubu tarafından kitabının okumasının yapıldığını internette gezinirken tesadüfen fark ettiğimde çok şaşırdım. Gene internette “bu kitap İstanbul’a gitme hevesi uyandırıyor” diye biten bir değerlendirme yazısı vardı.

ORF1 (Avusturya devletinin radyo kanalı) Radyosu benimle ve İstanbul’a söz konusu geziyi yapmış olan iki kişiyle kitap hakkında söyleşi yaptı. Söyleşiyi yapan kişinin ilgisini çeken konuların başında Kamondo Ailesi geliyordu –ki ben de zaten önemli katkılarından söz etmek istiyordum.

Türkiye’de yayınlanalı çok olmadı, henüz herhangi bir tepki almış değilim.

 Vivet Kanetti alışılmışın dışında ilk kez (en azından ben başka bir yerde rastlamadım) kökleriyle ilgili bir yazıya imza attı. Yazar projeye nasıl dâhil oldu?

Bu serinin her kitabı, o şehri bir edebiyatçının kendi izlenimleriyle anlatmasıyla başlıyor. Benim aklıma ilk gelen yazar, Vivet Kanetti oldu. E.Emine adıyla yayımladığı ‘Kurabiye Saatinde’den beri zevkle okuduğum, beni etkileyen bir yazardır çünkü. Kabul ettiği, rengârenk ve şelale kadar akıcı diliyle kitapta var olduğu için çok mutluyum.