“YAHUDİ GÖZLERİ”…:)“Yahudisin değil mi?” diye soruyor. “Hayır” Öyle şaşırıyor ki ben kendimden şüphe ediyorum: “Hayret, oysa Yahudi gözleri var sende. ”Gülüyorum, Yahudi arkadaşlarım geçiyor gözlerimin önünden bir bir, anlam veremiyorum, “Yahudi gözleri”… “Nasıl olur ki Yahudilerin gözleri?” “Ne çok açık olur” diyor gözlerini kocaman açarak. “Ne de çok kapalı” küçücük yapıyor gözlerini. “Tam ortasında. Zaten dindar Yahudiler hemen sezer karşısındaki Yahudiyse.”http://sutvebal.wordpress.com/
Güncel
ARAPLARDAN NEFRET EDER, RUSLAR VE AMERİKALILARDAN KORKAR, AVRUPALILARDAN ÇEKİNİRDİ. YAHUDİ DÜŞMANLIĞI İÇİMİZE İŞLEMİŞTİ. ERMENİLERİ İSE OLDUM OLASI SEVMEMİŞTİK
Benim kuşağım ve benden öncekiler çok iyi hatırlar, 1970’li yıllarda Türkiye bir yokluklar ülkesiydi. Bugün kolesterol yapıyor diye yüzüne bakmadığınız margarin için bile bakkal önünde sırada beklerdik. Sigara, içki, mazot, kahve, benzin ve aklınıza gelebilecek daha pek çok şey karaborsaydı.
Bırakın öyle bugünkü gibi Somali’ye yardım etmeyi kendimize yardım edecek halimiz yoktu. Türkiye tam anlamıyla 70 sente muhtaçtı. Ekonomisi iflas etmiş, ödemeler dengesi çökmüş, bütçe açığı kapatılamaz seviyelere ulaşmış bir yerdi. İthal ikamesi ve devlet desteği ile ayakta duran burjuvazinin de derdi o zamanlar bambaşkaydı.
Dış politikasını iki kutupluluğun temel gerilimi belirlemekte; Kıbrıs, Ege, Soykırım gibi sorunlarında coğrafyasına güvenmekteydi. Yakın zamana kadar Türkiye “insan hakkı” lafını ağzına almaz, doğal olarak da başka bir yerde ihlal edilen haklar için kılını kıpırdatmazdı. Demokrasi deseniz zaten umurunda değildi.
Kurucu önderinin gençliğe hitabesinde söylediği gibi iyi Türkler ülkenin içinde ve dışında sürekli düşman arar, herkesin yatıp kalkıp Türkiye’ye nasıl kötülük ederiz diye düşündüğüne inanırdı. Araplardan nefret eder, Ruslar ve Amerikalılardan korkar, Avrupalılardan çekinirdi. Yahudi düşmanlığı içimize işlemişti. Ermenileri ise oldum olası sevmemiştik.
Kürtler, Lazlar velhasıl hiçbir etnik gruptan hoşlanmazdık. Onların akıl kıtlığına ilişkin bol bol fıkralarımız vardı. Çoğumuz üstün bir ırktan geldiğine inanır, “başkalarını” dışlardı. Dinsel kategoriler arasında keskin duygusal uçurumlar oluşmuştu. Alevi ya da Hıristiyan olmak Türkiye’de pek de övünülecek bir özellik sayılmazdı.
Mensur Akgün
TÜRKİYE’DEKİ MUSEVİLER İÇİN HER ŞEYİN YOLUNDA GİTTİĞİ ANLAMI ÇIKARILMASIN
Buraya kadar anlattıklarımdan, Türkiye’deki Museviler için her şeyin yolunda gittiği anlamı çıkarılmasın. Haleva’nın alkış alan ifadelerinin hemen ardından gelen ancak Anadolu Ajansı tarafından kamuoyuna duyurulan haber metninde yer almayan şu ifadelerine dikkat çekmek isterim: “Bizim söylediğimiz bu gerçeklerden çok uzaklara düşen kimi beyan ve yazılar beni de bu ülkeye candan bağlı dindaşlarımı da çok üzüyor, hepimizi rencide ediyor, yaralıyor…”
Türk Musevi Cemaati Başkanvekili İbrahimzadeh’in sözleri çok daha düşündürücü:
“Maalesef sokağa çıktığımızda halkımızın neredeyse yüzde 60’ı biz Yahudileri komşu olarak görmek istemiyor. Bizlere olumlu olarak yaklaşanların oranı ise neredeyse yüzde 10’larda!”
Yani, Türk halkının yüzde 90’ı Musevileri sevmiyor…
Bu rakamlar sadece ‘birbirimizi tanımamaktan kaynaklanan önyargılardan’ kaynaklanmıyor. Bilinçli olarak üretilen ve doğrudan ortak yaşama kültürümüzü hedef alan ‘nefret söylemleri’ var bu olumsuz tablonun ardında. ‘Ne yapmak gerek’ diyenler için Musevi cemaatinin beklentisini yine İbrahimzadeh’in sözlerinden aktarayım:
“Atabileceğimiz en önemli adım, bir yandan düşünce özgürlüğünün en açık şekliyle toplumlarda ifade edilebilmesi yolunda çalışırken aynı anda insanları ötekileştirebilen ve bu özgürlüğün en önemli zaaflarından biri olan ‘nefret söylemi’ne karşı gerekli önlemleri mutlaka alabilmektir. Bu konuda, bireyleri adaletimizin resen koruyabileceği bir sistemi yaratabildiğimizde hem insanlarımız arasındaki anlayışı, güveni ve sevgiyi arttırabilecek hem de bu söylemlerin yarattığı ötekileştirme ve bunun getirebileceği toplumsal gerginliklerden uzaklaşmış olacağız.”
Ülkemizin, yüzyıllardır olduğu gibi, bundan sonra da farklı kültür ve inançların hoşgörü içinde bir arada yaşayabildiği bir yer olarak kalmasını arzu ediyorsak kulak vermemiz gereken sözler bunlar…
Utku Çakırözer
http://utkucakirozer.wordpress.com/2011/08/17/turkiye-musevilerinin-kaygilarina-kulak-verelim/
İSRAİL DEVLET AKLI KİBRİNE MAĞLUP OLDU
Kısa vadede sonuç almış gibi görünse de İsrail'i yeni bir gurur kırılmasıyla karşı karşıya getirecek bir manzara ortaya çıktı. Diplomatik anlamda her tür kapıyı açmakta, her tür ikna yöntemlerini geliştirmekte üstüne olmayan İsrail'in bu kez diplomatik kibri yerlerde sürünme tehlikesi ile karşı karşıya.
Türkiye İsrail'den talep ettiği özür dileme girişiminde ısrarcı ve kararlı durabilirse İHH'nın Gazze'ye yardım gemisine karşı Akdeniz'in ortasında korsanlık yapmasının karşılığında yeni bir kırılma yaşayacak demektir. Muhtemelen, İsrail devlet aklı kibrine mağlup oldu. Gelişmeleri okuyamadı. Nitekim özür olayının İsrail açısından nasıl bir dönüm noktası olduğunu en iyi başbakan yardımcısının sözleri ele veriyor. Başbakan Yardımcısı Moşe Ya'alon, özür konusunda "Erdoğan bizi dizlerimizin üzerine çökerttiğini söyleyebilecek bir duruma gelirse Ortadoğu'nun lideri olacaktır. Özür dilersek bu iş burada kalmaz" demiş.
Hem stratejik olarak hem de Yahudi devletinin pek düşkün olduğu gurur ve kibre varan üstünlük duygusunu tehdit eden bir durum olarak algılanıyor. Bir bakıma "seçilmiş millet" duygusunun beslediği "üstün devlet" psikolojisinin tehdit altında hissedildiği ontolojik bir durum ortaya çıktı...
Şimdilik BM Komisyonu'nun yayınlayacağı Palmer Raporu'nda nelere yer verileceğini beklemek durumundayız. Umarız ki, İsrail'in sadece Amerika üzerindeki ağırlığının tek başına her şeyi belirlemeye yetmediğini anlama vakti gelmişti.
Akif Emre
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=18.08.2011&y=AkifEmre
TECRİT, YENİ ORTADOĞU’DA İSRAİL’İN KONUMUNU İFADE EDECEK Mİ?
2010 Mayıs’ında yaşanan ve 2011 Ağustos’unda hala ertelenen Palmer Raporu öncesi, Türkiye’nin “özür, tazminat ve abluka kaldırılması” talebi, Mısır’ın da 2011 Ağustos’undan itibaren “özür ve tazminat” talebini ileri sürmesi, bölgedeki değişimlerin sonucu ilginç bir “tecrit” başlığını, İsrail açısından somutlaştırma riskini barındırmaktadır. Sıklıkla Netenyahu hükümetinin Batı Şeria’da, “yeni yerleşimleri” gündeme getirmesi, ABD’de Obama yönetimiyle gergin bir zemine sahip olması, işin konumunu daha ciddi hale getirmektedir.
İsrail’in “özür dilememesi” durumunda, başbakan Erdoğan’ın Gazze’yi ziyaret etmesi savı, daha önce de dillendirilmişti. Tecrit, Yeni Ortadoğu’da İsrail’in konumunu ifade edecek mi? Yoksa özür baskısı, aslında Türkiye’nin de “tribünleri ikna ettikten” sonra, İsrail’le ilişkileri geliştirmek için ön hazırlığı mı olacak? İran’ın “tecrit edilme” durumu, Türkiye’nin ABD perspektifinde Suriye-İran karşısında daha net tavır göstermeye zorlanması, İsrail konusundaki verili durum açısından, şöyle bir soruyu akla getirmektedir. Acaba hedef İsrail mi, yoksa Netenyahu hükümeti mi? Ancak her şeye karşın, ikili ilişkilerin iyileşmesi, bölge dengeleri açısından önemli bir beklentidir. Bekleyip göreceğiz.
Deniz Tansi
http://www.hasturktv.com/yahudilik/2621.htm
LİEBERMAN, TEHLİKELİ BİR SİYASETÇİ; AMA SİYASİ GÜCÜ SAYESİNDE KOLAY KOLAY SAHNEDEN DE ÇEKİLMEYECEK BİRİSİ
Lieberman ve partisinin dayandığı siyasi taban oldukça güçlü bir taban. Sovyetler Birliği ve o zamanki Sovyet uydusu ülkelerden İsrail'e göç eden Yahudilerden meydana gelen bu taban aşağı yukarı bir milyonluk bir nüfusu temsil ediyor. Geçmiş yıllarda Natan Şaranski'nin liderliğini yaptığı; ama başarılı olamadığı bu taban bugün çoğunlukla Lieberman ve partisini destekliyor. Bu yüzden de Lieberman ve partisi, son iki seçimden de başarıyla çıkmış bulunuyorlar.
Bugün yapılan siyasi tahminlerde Lieberman ve partisinin gücünü koruduğu, hatta diğer büyük partilere göre desteğinin arttığı söyleniyor. Bu yüzden bugün bazı yazarlar, siyasi yorumcular Lieberman'ın ileride başbakan bile olabileceğine işaret ediyorlar. Bunun da İsrail siyasetinin bugünkü parçalanmış hali sayesinde mümkün olabileceğini söylüyorlar.
Gerçekten de bugünkü İsrail siyaseti çok parçalı bir bohça görüntüsü içinde bulunuyor. Bu yüzden yıllardır tek başına iktidar olabilecek bir güçlü parti ortaya çıkamıyor, İsrail sürekli koalisyon hükümetleriyle yönetiliyor. Bu durum değişmediği takdirde daha uzun yıllar da böyle olacak.
Bu yüzden Lieberman'ın saf dışı kalması pek mümkün görünmüyor. Hakkında birçok olumsuz şeyler söylenen, demagog, ırkçı, faşist, zorba gibi nitelemeler yapılan Avigdor Lieberman'ın siyasi sahnedeki yeri ve rolü bugünkü konjonktürde oldukça sağlam görünüyor. Gönül onun ve onun gibilerinin siyasette bulunmasını ve rol oynamasını istemiyor; ancak siyasi gerçeklere bakıldığında, bunlar dikkate alındıklarında Lieberman'ın daha uzun süre meydanda olacağı anlaşılıyor.
Zaten kendisi bugün özellikle de Filistin yönetiminin BM'ye yapacağı başvuru dolayısıyla İsrail'de ayran kabartıyor, kendisinden söz ettiriyor, birtakım boş ama kitleleri korkutacak şeyler söyleyip duruyor.
Lieberman, tehlikeli bir siyasetçi; ama siyasi gücü sayesinde kolay kolay sahneden de çekilmeyecek birisi. Bunu da unutmamak gerekiyor...
Fikret Ertan
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1170355&title=liebermanin-gucu
NETANYAHU HÜKÜMETİ HANGİ NEDENLERLE OLURSA OLSUN, BÖYLE BİR KARAR ALMAKLA KENDİ PAYINA SİYASİ VE PSİKOLOJİK BAZI KAZANÇLAR SAĞLASA DA, TÜRKİYE İLE DOSTLUĞUNU VE YAKINLIĞINI KAYBEDECEKTİR
İsrail daha baştan özür şartını “kabul edilemez” olarak ilan etmiş, bu konudaki ısrarını günümüze dek sürdürmüştür. Türkiye de bu şartı “olmazsa olmaz” saydığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğinin bu temel koşulun yerine getirilmesine bağlı olduğunu defalarca tekrarlamıştır.
Netanyahu’nun Bayan Clinton’a “özür yok” mesajını vermesinde rol oynayan birçok neden var.
Birincisi, İsrail’in iç politikasıyla ilgili. Hükümetin Lieberman kanadı şiddetle özür dilemesine karşı. Netanyahu’nun kendi partisine mensup bakanların çoğu da öyle. Dolayısıyla Netanyahu koalisyonu ve kendi nüfuzunu tehlikeye düşürmek istemedi ve özüre karşı olanların safında yer aldı.
Şu sırada İsrail’de, sosyo-ekonomik politikalardan dolayı hükümete karşı büyük gösteriler yapılıyor. Netanyahu özür dilemeye zaten karşı olan İsrail halkının geniş bir kesiminin sempatisini kazanmak için de böyle bir tutum almıştır.
Diğer önemli bir faktör, İsrail yetkililerinin bu olaydan ötürü özür dilemesinin, benzer operasyonlara veya güvenlik tedbirlerine karşı bir “emsal oluşturma riski”ni taşıdığı kanısında olmalarıdır.
Nihayet BM raporu da, Netanyahu’yu özür dilememeye teşvik etmiştir. Anlaşılan bu rapor İsrail’in Gazze ablukasını ve uluslararası suları denetlemesini hukuka uygun saymaktadır. Rapor gerek Türkiye’nin, gerekse İsrail’in hem lehinde hem aleyhinde noktalar içeriyor. Ancak İsrail genel havasıyla kendi lehinde saydığı bu raporu, tam yayınlanması arifesinde, özür dilememek için bir referans olarak kullanmayı düşünüyor...
Netanyahu hükümeti hangi nedenlerle olursa olsun, böyle bir karar almakla kendi payına siyasi ve psikolojik bazı kazançlar sağlasa da, Türkiye ile dostluğunu ve yakınlığını kaybedecektir. Güvenlik sorunundan ve yalnızlıktan mustarip bir ülke için, bölgenin en güçlü ve etkin bir komşusunu karşısına almak, büyük bir gaf, ciddi bir risktir...
Eğer özür dilememe pozisyonu kesinleşir ve bu konudaki temaslar kesilirse, Ankara’nın ne yapacağı belli: Diplomatik temsilcilik en alt düzeye düşürülecek, resmi hiçbir temas kurulmayacak, işbirliği dondurulacak; daha önemlisi Türkiye İsrail’e karşı kampanyasını uluslararası forumlarda yürütecek ve onu baskı altında tutmaya çalışacak...
Bu noktaya gelinirse, Türk-İsrail ilişkilerinin tekrar rayına oturtulması çok zor olacaktır...
Sami Kohen
http://dunya.milliyet.com.tr/ozur-krizi/dunya/dunyayazardetay/19.08.2011/1428579/default.htm
TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ SINAVINDA “KİMİN KİME DAHA ÇOK İHTİYACI VAR?” VE “KİM DAHA ONURLU?” GİBİ SORULAR SORULDUĞUNDA, İSRAİL-TÜRKİYE İŞBİRLİĞİNİN MUAZZAM STRATEJİK ÖNEMİ UNUTULUP GİDİYOR
İsrail’in sert tepkisi, başka meselelerin yanında, Gazze filosu olayını araştıran BM komitesinin hazırladığı raporun içeriğine bağlı –raporda sorumluluğun büyük bölümü Türk hükümetine yüklenirken, İsrail’in sorumluluğu azaltılıyor. Ancak bu rapor sadece iki hükümet arasında değil, iki ulus arasındaki ilişkilerde hasıl olan zararı tamir edemez. İsrail, filoya yönelik operasyonunun hukuken meşru olduğunu gösterebilir, fakat böyle bir ‘adalet’, İsrail’in Türkiye’yle stratejik ilişkilerinin tabutuna çakılan son çivi anlamına da gelebilir. Raporda Türkiye’nin özür veya tazminat talebine değinilmiyor. Dahası, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun cevabı, raporun açıklanmasına dek bekleyebilir, bulgularını dayanak alabilirdi ve bunun ardından (ikili ilişkileri onarmak arzusundan dolayı) İsrail, en azından üzüntüsünü ifade edip (sorumluluk almaksızın) öldürülenlerin ailelerine tazminat ödeyebilirdi. Netanyahu’nun acele edip Türkiye’nin özür talebini reddetmesine (ki geçmişte ucu özre varacak açıklamalar yapmayı kabul etmişti) neyin yol açtığını anlamak güç. Bunun tek izahı, Ya’alon ve Lieberman’a teslim olması olabilir.
Türkiye, İsrail’le ilişkilerini normalleştirme arzusunu ve İsrail’le filo skandalından önceki ilişkilere dönmek için sadece özür beklediğini açıkça dile getirdi. Şimdi Türkiye’nin İsrail’e yeni bir büyükelçi atamayı veya yeni bir İsrail büyükelçisini almayı kabul edeceğine inanmak zor. Türkiye-İsrail ilişkileri sınavında “Kimin kime daha çok ihtiyacı var?” ve “Kim daha onurlu?” gibi sorular sorulduğunda, İsrail-Türkiye işbirliğinin muazzam stratejik önemi unutulup gidiyor.
Zvi Barel
TABİİ BÖYLE BİR SERİDE ANTİSEMİTİZMLE KARŞILAŞMAMAK OLMAZ!
Tabii böyle bir seride antisemitizmle karşılaşmamak olmaz! “Bir müddetten beri ülke çapında çalışan banka soyguncularının Ortadoğu ve Türkiye’deki silah ve esrar kaçakçılarıyla olan ilişkisini araştırıyoruz. Bulduğumuz bazı deliller bu işlerin arkasında İsrail ajanlarının bulunduğunu gösteriyor…”Akif: “Şu Yahudiler de çok oldular. Filistinli Müslüman kardeşlerimize yaptıkları zulümler, cinayetler yetmedi mi?” Ahmet: “Geçen sefer de kalpazanların arkasından bir Yahudi casusu çıkmıştı. Bu sefer neler karıştırıyorlar…” “İsrail devlet adamları, Arapları kendi içlerindeki hainler vasıtasıyla birbirlerine düşürdüler. Fakat bizim büyük bir devlet olarak Müslümanları birleştirmemizden korkuyorlar. Bunun için sevgili milletimizin gençlerini esrara alıştırarak ve anarşi ile birbirine düşürerek bizi zayıflatmak istiyorlar. Hatta size bir şey söyleyeyim, hatırınızda olsun. Sonra uzunca konuşuruz. Bu adamlar milletimizin nüfusca artmaması için nüfus planlaması, doğum kontrolü diye bir fikir ortaya atıp çoğalmamıza bile mani olmak istiyorlar…’” (s. 69-70)
Uğur Kutay
FİİLİ DURUMA BAKILACAK OLURSA, İSRAİL’İN GİDEREK YALNIZLAŞMASINA KARŞIN TÜRKİYE’NİN, YALNIZ BÖLGEDEKİ ARAP HALKLAR ARASINDA DEĞİL, DÜNYA GENELİNDEKİ İTİBARININ ARTMAKTA OLDUĞU İNKÂR EDİLEMEZ
İsrail’in özür dilemeyeceğine dair haberlerin yayılması üzerine Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin bu üç talebini somut ifadelerle tekrarlaması, iki ülke arasındaki bağların kopma noktasına doğru ilerlemekte olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu durum AKP iktidarının da İsrail ile ilişkiler konusunda “stratejik” bir karar aldığına işaret ediyor.
Sonuçta iki tarafta da bu ilişkiyi kurtarmak konusunda fazla bir heves görünmüyor. Bu durumdan en çok endişe duyanlar ise ülkedeki mevcut siyasi konjonktürde seslerini fazla duyuramayan İsrail’in ılımlı kesimleriyle, her iki ülke ile yakın ittifak ilişkileri olan ABD.
İsrailli ılımlılar, özellikle de Ortadoğu’daki son gelişmeler sonucunda “kaybedilen” Mısır’dan sonra Türkiye’yi de kaybetmenin İsrail açısından büyük ve kolay telafi edilemeyecek bir hata olacağını düşünüyorlar. İsrail’deki şahin kanattaysa böyle bir kaygının olmadığı anlaşılıyor.
Bu kanattakiler açısından İsrail’in -başından beri nefret ettikleri Obama yönetimini olmasa bile- ABD Kongresi’ni elde tutması ve bu arada alabildiğince silahlanmaya devam etmesi ülkenin ulusal çıkarları açısından fazlasıyla yeterli görünüyor.
İsrailli şahinler ayrıca, açıklanması daha önce iki kez ertelenen ancak önümüzdeki günlerde açıklanacağı söylenen “Palmer Raporu”nun Mavi Marmara olayı hakkındaki bulgularına güveniyorlar. BM Genel Sekreteri tarafından kurulan bu panelin İsrail’in Gazze ablukasının “yasal olduğunu” ilan edeceğine inandıkları için, bu yoldan Türkiye’ye karşı siyasi ve yasal üstünlük sağlamayı umuyorlar. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin kopmasından hangi ülkenin daha fazla zarar göreceği meselesine gelince, her iki ülkede karşı tarafın çok daha fazla kaybedeceğini savunanlar var. Fiili duruma bakılacak olursa, İsrail’in giderek yalnızlaşmasına karşın Türkiye’nin, yalnız bölgedeki Arap halklar arasında değil, dünya genelindeki itibarının artmakta olduğu inkâr edilemez.
Semih İdiz
SİNA BUGÜN MISIR SİVİL DEVRİMİ SONUCU DEVLET OTORİTESİNİN GEVŞEMESİ VE BİR ÖLÇÜDE SARSILMASI SONUCU ÇOK TEHLİKELİ YENİ BİR KRİZ ODAĞI HALİNDE DÖNÜŞMEK ÜZERE
Sina, esasen bu son olayın dışında Mısır'daki sivil devrim ya da halk hareketinden bu yana adeta kaynayan bir kazan durumunda, çeşitli asayiş olaylarıyla fokurdayıp duruyor. Hatırlanacağı gibi, Mısır gazını İsrail ve Ürdün'e taşıyan boru hattı bugüne kadar 5 saldırıya hedef olmuş bulunuyor. Hat bugün de hâlâ kapalı bulunuyor. Mısır bu yüzden büyük bir döviz geliri kaybı yaşıyor. Ayrıca, Mısır güvenlik güçleri ile Sina'da son 6 ayda ortaya çıkan radikal gruplar arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor.
Nitekim, bu yüzden Mısır'ı yöneten Geçici Askerî Konsey, hem bu olaylar, saldırılar ve hem de bunların ileride kazanacakları boyutlar ve kapsamı göz önüne alarak 10 gün kadar önce Sina'nın kuzeyine tank ve zırhlı araçlarla desteklenen 1.000 kadar askeri sevk etmiş bulunuyor ve bu arada kuzeyin en önemli gücü bedevi aşiretlerle asayişin sağlanması yönünde görüşmelere başlamış bulunuyor.
Kısacası, Sina'da son 6 ayda ortaya çıkan asayiş ve düzen bozukluğu hem İsrail'in ve hem de Mısır'ın güvenliğini tehdit eder hale gelmiş bulunuyor. Sina bugün Mısır sivil devrimi sonucu devlet otoritesinin gevşemesi ve bir ölçüde sarsılması sonucu çok tehlikeli yeni bir kriz odağı halinde dönüşmek üzere bize göre.
Yeni yeni krizlerle sarsılan bölgemizin kontrol edilmediği takdirde bölgesel savaşa yol açma potansiyeline sahip Sina konusunda çok dikkatli olmasının gereği ortada. Aman Sina'ya dikkat...
Fikret Ertan
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1171651&title=sina-yeni-kriz-odagi
Netten okuyun
SÜT VE BAL
Bir başka gün. Yahudi Mahallesi’ndeyim. Yin’i bulmaya çalışıyorum, bilgisayarım onda kalmış. Bir adam durduruyor beni, “Yardım edeyim sana istersen” diyor ve daracık sokaklardan geçirip gerçekten de elimdeki adrese ulaştırıyor beni iki dakika içinde, en son vardığımızda, “Yahudisin değil mi?” diye soruyor. “Hayır.” Öyle şaşırıyor ki ben kendimden şüphe ediyorum: “Hayret, oysa Yahudi gözleri var sende.” Gülüyorum, bütün Yahudi arkadaşlarım geçiyor gözlerimin önünden bir bir, anlam veremiyorum, “Yahudi gözleri”… “Nasıl olur ki Yahudilerin gözleri?” “Ne çok açık olur” diyor gözlerini kocaman açarak. “Ne de çok kapalı” küçücük yapıyor gözlerini. “Tam ortasında. Zaten dindar Yahudiler hemen sezer karşısındaki bir Yahudiyse.” “Hem çok da güzelsin.”, “Gerçekten değil misin Yahudi?” O sırada Yin çıkıveriyor ortaya. “Arkadaşın mı?” “Evet.” “Sen Yahudi misin?” O sırada bedava Yahudi mahallesinde kalma derdinde olan çekik gözlü arkadaşım, “Evet” demez mi? Daha birkaç gün önce ‘şabat’ ve ‘sinagog’u öğrenen Yin’in medeni cesareti karşısında etkileniyorum. Onlar Çin’deki Yahudilerden bahsederek Ağlama Duvarı’na doğru giderken ben onlardan ayrılıyorum. “Yahudi gözleri”…:)
http://sutvebal.wordpress.com/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/05/26/sut-ve-bal-1/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/05/27/sut-ve-bal-2-yafotel-aviv/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/05/27/sut-ve-bal-3-kudus/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/05/29/sut-ve-bal-4-masada-olu-deniz/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/06/30/sut-ve-bal-4-masadaolu-deniz/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/07/07/sut-ve-bal-6-tiberias/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/07/10/83/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/07/16/sut-ve-bal-7-sefadtzfat/
http://sutvebal.wordpress.com/2011/07/19/sut-ve-bal-8-haifa-tel-aviv/
Arşivlerden
BAY YANLIŞ İLE DOĞRU AHMET
http://ortanindogusu.net/?p=60
http://ortanindogusu.net/?p=64
http://ortanindogusu.net/?p=70
http://ortanindogusu.net/?p=74
Netten izleyin
SALGASH MADRE "SEPHARDİC SONG"
http://www.youtube.com/watch?v=IQeI_raD0YA&feature=related
AMAN AMAN - LOS GUİSADOS DE LA BERENDJENA
http://www.youtube.com/watch?v=VcoVjM4jj4w&feature=related
L'HAM DE FOC - CANÇÓ DE DONA İ HOME