Bu yazımda hakkında pek az şey bildiğimiz kadın peygamber Hulda’yı yazacaktım ama... Hulda’nın yaşantısının ‘yeniden doğuş’ üzerine kurulu olduğunu ve Peygamber Elişa’nın onun hayatında önemli bir rol oynadığını fark ettim.
Dolayısıyla yazının bu bölümüne Elişa ve Şunamlı Kadın ile başlamak zorundayım. Tora, olayları her zaman kronolojik sıra ile yazmaz. Olayların hangi düzende geçtiğinden daha önemli olan, birbirleri ile bağlantısı, birbirlerini nasıl tetikledikleri ve ileride birbirlerini nasıl etkileyecekleridir. Dolayısıyla Tora’da sözü geçenleri aktarmaya çalışırken, aynı durumla karşılaşmak doğal olsa gerek
Hatırlayacaksınız, ‘Yahudilikte Peygamberlik ve Kehanet’ başlıklı yazı dizimizde acemi peygamberlerin mutlaka usta bir peygamberin yanında eğitim görmesi gerektiğini belirtmiştik.
Peygamber Elişa (ki adı, ‘Tanrım kurtuluştur’ anlamına gelir), Peygamber Eli’nin (ki adı, ‘yükselmek’ anlamına gelir ve nitekim biz fanilerin aklının almayacağı bir şekilde göğe yükselmek suretiyle bu dünyaya veda etmiştir) sadık öğrencisi oldu ve zamanı gelince onun yerine geçti. Bir önceki yazımızda sözünü ettiğimiz Koen Gadol Eli’yi hatırladınız mı? Hani kadın Peygamber Hana’nın, oğlu Şmuel’i teslim ettiği muhterem zat. O Eli, bu Eli işte.
Tanah’ın Melahim II Kitabı, Yisahar kabilesine mensup Şunamlı (asıl adı Şunem olan ve Yisrael’in kuzeyinde bulunan bir yer) bir kadının öyküsüne yer verir.
Elişa günün birinde Şunem’e gider. Oradaki saygıdeğer bir kadın onu ısrarla yemeğe davet eder. Sonrasında Elişa, Şunem’e her yolu düştüğünde onun evine uğrar. Bunun üzerine kadın, kocasına şöyle der: “Ben Elişa’nın Tanrı’nın Adamı, kutsal bir adam olduğunu biliyorum. Hep bize uğrar. Gel ona çatıda küçük bir oda yapalım ve içine yatak, masa, sandalye ve lamba koyalım. Bize geldiği zaman orada kalır.”
Bir gün Elişa yine gelir ve çatı katındaki odada kalır. Sonra hizmetkârı Gehazi’ye “Şu Şunamlı kadını çağır” der. Kadın gelince Elişa, hizmetkârından ona şu sözleri söylemesini ister: “Bizim için tüm bu zahmetlere girdin. Senin için ne yapılabilir? Senin adına krala ya da ordu komutanına söylenecek bir şey var mı?”
Kadın, “Ben halkımın arasında yaşıyorum” der ve odadan çıkar.
Elişa bunun üzerine Gehazi’ye, “Peki, onun için ne yapalım?” diye sorar.
Gehazi, “Aslında kadının çocuğu yok, kocası da yaşlı” der.
“Çağır onu” der Elişa.
Kadın gelir ve odanın girişinde durur. Elişa, “Gelecek yıl bu vakitte bir oğul kucaklıyor olacaksın,” der. Kadın, “Yapma efendim, hizmetkârını aldatma, Ey Tanrı’nın Adamı!” diye cevap verir.
Gerçekten de kadın gebe kalır ve bir sonraki yıl, tam da Elişa’nın kendisine konuştuğu vakitte bir oğul doğurur. Çocuk büyür ve bir gün tarlada işçileri çalıştıran babasının yanına gider. Babasına “başım, başım!” der. Babası hizmetkârına “Onu annesine taşı” diye buyurur. Çocuk öğlene kadar annesinin kucağında oturur, sonra da ölür. Kadın yukarı çıkıp çocuğu Tanrı’nın Adamı’nın yatağına yatırır; ardından kapıyı kapatıp çıkar. Kocasına “Bana bir hizmetkâr ile dişi bir eşek ver, Tanrı’nın Adamı’na kadar bir koşup döneyim” der. Durumu bilmeyen kocası şaşırır: “Neden bugün gidiyorsun ki? Roş Hodeş değil, Şabat değil.” Kadın, “Her şey yolunda” diye cevap verir.
Sefaradların aftara olarak okuduğu bölüm burada sona erer. Ancak öykü aslında devam eder. Sefaradların öykünün geri kalanını okumama nedeni, olayın Kabalistik bir şekil almasından ötürüdür diye tahmin ediyorum.
Kadın hizmetkâra, “Sen önden git ve ben söylemedikçe yolda asla durma,” diye emreder. Karmel Dağı’na varırlar. Tanrı’nın Adamı onun uzaktan geldiğini görünce, Gehazi’ye “İşte, Şunamlı Kadın!” der. “Ona doğru koş ve senin için, kocan için ve oğlun için her şey yolunda mı, diye sor.” Kadın Gehazi’ye “her şey yolunda,” diye cevap verir. Sonra Tanrı’nın Adamı’nın ayaklarına sarılır. Gehazi engel olmaya çalışır ancak Elişa, “Ona dokunma çünkü ruhu acılı, Aşem benden gizledi, bana söylemedi” der. Kadın sorar: “Efendim, ben sizden bir oğul talep ettim mi? Size beni aldatmayın demedim mi?” Elişa, Gehazi’ye konuşur: “Derhal âsâmı al ve hemen git. Yolda biriyle karşılaşırsan ona selâm verme. Biri sana selâm verirse, karşılık verme. Âsâmı çocuğun yüzünün üstüne koy.” Çocuğun annesi Elişa’ya “Yemin ederim ki seni terk etmeyeceğim” deyince, peygamber ayağa kalkar ve birlikte yola koyulurlar.
Önden giden Gehazi, Elişa’nın âsâsını çocuğun yüzünün üstüne koyar ama hiçbir ses çıkmaz. Elişa’ya geri döner ve “Çocuk uyanmadı” der. Elişa eve girer ve çocuğun, kendisi için ayrılmış olan yatakta, ölmüş olduğunu görür. Odanın kapısını diğerlerinin yüzüne kapar. Önce Tanrı’ya dua etmeye başlar, ardından çocuğun üzerine uzanır, ağzını çocuğun ağzının; gözlerini çocuğun gözlerinin; avuçları çocuğun avuçlarının üzerine koyar ve böylece çocuğun vücudunu ısıtmaya çalışır. Ayağa kalkar ve odanın içinde birkaç tur atar. Sonra yine çocuğun üzerine uzanır. Çocuk yedi kez hapşırır ve gözlerini açar. Elişa, Gehazi’ye seslenir ve “Şunamlı kadını çağır,” der.
Kadın gelince ona “oğlunu al” der. Kadın Elişa’nın ayaklarına kapanır. Ardından oğlunu alıp çıkar. Öykü burada sona erer. Kabala’nın başeseri Zohar’a (1:7b) göre Şunamlı kadının oğlu, Peygamber Habakuk’tur.
Soracak ne çok sorumuz var, değil mi? Şunamlı Kadın deyip duruyoruz. Bir adı yok mu? Tek bildiğimiz, saygıdeğer bir kadın olduğu.
Bir kişiyi saygıdeğer yapan nedir? Toplumdaki yeri, parası, gücü ya da ünü mü? Öykümüzde, Şunamlı Kadın’ın bunların herhangi birine sahip olduğuna dair hiçbir ipucu bulunmuyor. Kocasının durumu iyiymiş izlenimi uyansa da, kadının kendisine ait bir servetten bahis yok. Ünlü değil. Adını bile bilmiyoruz. Ancak evinde söz sahibi. Misafirperver ve iyiliksever. Bir tanrı misafiri ile kalıcı bir dostluk kuruyor. Peki, Elişa’nın Tanrı’nın Adamı olduğunu nasıl anladı? Talmud’a göre kadınlar, evlerine gelen ziyaretçilerin karakterini, içgüdüleri (bina) ile keşfeder. Elişa’nın kutsal bir kişi olduğunu anlamıştı çünkü onun içyüzünü görebilmişti. Zohar’a göre Elişa sabahları uyandığında, odası Gan Eden kokuyordu.
Elişa onun için ne yapabileceğini sorduğunda, Şunamlı Kadın “Ben halkımın arasında yaşıyorum,” dedi. Başka bir deyişle, halkımın arasında olduğum sürece hiçbir şeye ihtiyacım yok. Kişinin kendini halkı ile özdeşleştirmesi, büyüklüğünün bir işaretidir.
Yine Zohar’a göre, Elişa’nın kral derken asıl kastettiği, Kralların Kralı’dır. Peygamber “Tanrı’dan senin için bir şey isteyebilir miyim? Senin için özel olarak dua edeyim mi?” diye sormaktadır. Şunamlı Kadın ise “Tanrı’nın halkım için her vereceği, benim için yeterlidir,” diye cevap vermektedir.
Şunamlı Kadın’ın kısır olduğunu varsayacak olursak, verdiği cevap şaşırtıcıdır. Her kadın gibi çocuk istemesi son derece doğaldır. Eline fırsat geçtiği halde hiçbir talepte bulunmamaktadır. Öte yandan Elişa, kadının çocuk sahibi olmadığını bildiği halde neden onun için yapabileceği bir şey olup olmadığını sormaktadır? Belki de beklediği, kadının ricacı olmasıdır. Ancak kadın, konuyu hiç açmamaktadır. Tanrı’ya yürekten inanan bir kişi, Tanrı’nın her yaptığının (ya da yapmadığının) kendi iyiliği için olduğunu bilir. Şunamlı Kadın kaderiyle barışıktı. Tanrı’nın Adamı’ndan bir mucize istemek aklına bile gelmemişti. Dolayısıyla çocuk meselesini açmak, Elişa’ya kalmıştır.
İşte, sevgili okurlar, büyük kadınların kısırlık sorunu bir kez daha karşımızda... Tanrı, dürüst kişilerin isteklerini yerine getirir. Şunamlı Kadın’ın çocuk istemekten kaçınmasına karşın, Elişa ona bir oğul sözü verir. Peki, Şunamlı Kadın’ın tepkisi ne olur? “Yapma efendim, hizmetkârını aldatma, Ey Tanrı’nın Adamı!” Ne sevinç, ne de şaşkınlık gösterisi... Şunamlı Kadın, çocuğu olsun diye, kuşkusuz senelerce dua etmiştir. Duaları kabul olunmayınca da acı çekmiştir. Ancak hayattan bezmek yerine, hayatına anlam katacak mitsvalar yapmaya koyulmuştur.
Ona müjdeyi veren Elişa’nın sözlerini temkinle karşılamaktadır. Neden peki? Çünkü Elişa ona “gelecek yıl bir oğlun olacak” yerine, “gelecek yıl bu vakitte bir oğul kucaklıyor olacaksın” demektedir. Bir çocuğu kucaklamak başka şeydir, ona sahip olmak başka şey. Bir peygamber bile, Tanrı’nın istemediği bir şeyin sözünü veremez. Şunamlı Kadın o çocuğun yaşamayacağını bir şekilde hissetmişti.
Çocuk doğuyor, büyüyor ve annesinin eteğinin dibinden ayrılıp babasının yanında vakit geçirebilecek yaşa geliyor. Ancak “başım, başım” dedikten birkaç saat sonra, annesinin kucağında ölüveriyor. Ve Şunamlı Kadın’ın sınavı böylece başlıyor. Önce peygambere ve kehanetine duyduğu güven sınanıyor. Son derece üzgün ve korkmuş olmasına karşın, kocasına hiçbir şey söylemeden Elişa’nın yanına gidiyor. Kendisini karşılayan Gehazi’ye “hey şey yolunda,” diyor. Davranışları ile de, yüz ifadesi ile de, hislerini asla dışa vurmuyor. Elişa olup bitenden habersizdir. “Efendim, ben sizden bir oğul talep ettim mi? Size beni aldatmayın demedim mi?” Şunamlı Kadın aslında soru sormamakta, Elişa’dan oğlunu kurtarmasını talep etmektedir. Bu, bir güven ifadesidir. Şunamlı Kadın’ın, Tanrı ile peygamberine duyduğu inanç o kadar büyüktür ki, yeni bir mucizenin gerçekleşmesini istediği takdirde, olayın gizli kalmasının şart olduğunu bilmektedir. Olup bitenler duyulursa, mucizenin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Şunamlı Kadın, peygamberin âsâsını kullansa bile hizmetkâr Gehazi’nin mucize gerçekleştiremeyeceğini hissetmektedir. Elişa’yı bırakmamasının nedeni budur: “Yemin ederim ki seni terk etmeyeceğim.”
Elişa mucizeyi nasıl gerçekleştirdi peki? Çocuğun dirilmesi için önce Tanrı’ya dua etti (muhtemelen Tanrı’nın bazı isimleri ile bunların çeşitli kombinasyonlarını telaffuz etti). Sonra çocuğun üzerine yattı ve bedenini ısıtarak, içine yaşam soluğunu üflemeye çalıştı. Ancak bütün bu süreç zarfında çocuğu diriltme gücünün bir tek Tanrı’nın Eli’nde olduğunun bilincindeydi. Elişa başarılı oldu ve çocuk hayata geri döndü. Şunamlı Kadın minnetini sözcüklerle dile getirmedi. Kalbi şükranla dolu ve Elişa’nın ayaklarına kapandı.
Şunamlı Kadın’a saygın bir kadın denmesinin nedeni, Tanrı’ya duyduğu güvendir. İyi de, adı neden belli değil? Öyküde belki de anlatılmaya çalışılan Elişa’nın onun evine adı, sanı, konumu ya da serveti yüzünden değil, kişiliği yüzünden gittiğidir. İsimsiz kalmasının nedeni, alçakgönüllülüğü de olabilir. Ayrıca kendisi için gerçekleştirilen mucizelerin duyulmasını arzu etmediğinden, isimsiz kalmayı tercih etmiş olabilir.
Peygamber Habakuk, annesinin inancının ürünüdür. Habakuk sözcüğünün kökünü oluşturan İbranice hovek sözcüğü, kucaklama anlamına gelir. “Gelecek yıl bu vakitte bir oğul kucaklıyor olacaksın...” Habakuk iki kere kucaklandı. Doğduğunda annesi, dirilmesi içinse Elişa tarafından (Zohar 1:7b).
Anlayacağınız, Şunamlı Kadın aslında isimsiz değil. İsmi, oğlunda yaşıyor.
Bir sonraki yazıda niyet yine Hulda. Kısmet?... Kutsal Olan bilir.
R. Holly Pavlov, Targum Press Inc.